18. Yüzyıl Felsefesi Öncesi ve Aydınlanma Çağının Doğuşu

Deneme yazısıdır.

18. yüzyıl felsefesi, “Aydınlanma Felsefesi” olarak ele alınmaktadır ve bu dönem öncesi de rönesans döneminden çıktıktan sonraki zaman dilimine denk gelmektedir. Bu dönemde Rönesans döneminin etkilerinden çıkılmaya ve yeni bir döneme adım atmak için incelemeler yapılmaya başlanmıştır. Rönesans dönemi, bir geçiş dönemi olarak düşünülürken, 17. yüzyıl bir durulma dönemi olarak kabul edilebilir. Aydınlanma dönemi için köprü görevi görecek bir zamandır. Rönesans döneminde ortaya çıkmaya başlayan dine ve geleneklere bağlı kalmadan, sadece akıl yoluyla hayatı anlamaya çalışma düşüncesi 17. yüzyılda sistemleştirilmeye ve temel ilkeler haline getirilmeye başlanmıştır. Bunun olması sağlayan en büyük etken ise rasyonalizmin belirginleşmeye başlaması ve ivme kazanarak ilerlemesidir. Aydınlanma felsefesinin temelleri de bu şekilde atılmaya başlanmıştır. Rasyonalizm bu ilerlemesini ampirizm ile büyük çatışmalar içerisindeyken göstermiştir. Ampirizmin deneyimi ve tecrübeyi bilgi kaynağı olarak değerlendirirken; rasyonalizm kesin olana, mantığa önem vererek ampirizmin düşüncelerini reddeder. Bunun sonucunda filozoflar birbirleriyle karşı düşmüş ve farklı fikirleri benimsemeye başlamıştır. Rasyonalizm ve ampirizmin tek başına incelenemeyeceğini söyleyenler de vardı. Bu iki akımı birleştirerek sentezci yaklaşımı benimseyen ve ikisinin bir arada olabileceğini savunan Aristoteles ve Kant.

Aristoteles, Platon’a karşı çıkarak bilginin deneyimle başladığını ve akıl ile geliştirildiğini söylemektedir. Kant’ın düşüncesi, hem rasyonalistlerin hem de ampiristlerin olayları sadece kendi taraflarından inceliyor oluşu ve bu yüzden birçok şeyi kaçırdıklarıdır. İki düşünür de hem deneyin hem de aklın ne denli önemli olduğunu vurgulayarak ve birbirlerine ihtiyaçları olduğunu belirterek özellikle Kant düşünceleri ile kendinden sonrası için; “Kant sonrası felsefe” ayrımı yaptırmıştır.

18. Yüzyıl Felsefesinin 17. Yüzyıl Felsefesinden Farkı Nedir?

17. yüzyıl felsefesine baktığımız zaman, Rönesans döneminde oluşan düşüncelerin incelenmesi ve bir yere konması söz konusudur. Kilisenin baskısından ve dinin rejiminden kurtulmuş olan rönesans dönemi, akılcılığın adımlarının atılmaya başlandığı ilk dönemdir. Akılcılık düşüncesinin tamamen benimsenmesi ve sistematik bir felsefeye adım atılması ise 17. yüzyılda başlamıştır. Otoriteden kurtulma ile özgür düşüncelerin rahatça ortaya konması sağlanmıştır ve bu şekilde birçok akım oluşmuştur. Matematiğe ve bilime doğru yönelme sonucunda doğanın da matematiksel formüller ile çözümlenebileceği düşüncesi söz konusu olmaya başlamıştır. Modern felsefeye rönesans döneminde adım atılmış dahi olsa batıda bu durum esasen 17. yüzyılda başlayarak ve 18. yüzyılda bir ivme kazanarak yerini sağlamlaştırmıştır. Akılcılık düşüncesinin bu denli kabul görmesi ile 18. yüzyılda akla büyük bir güven duyulmaktadır ve insana büyük bir değer verilmektedir. İnsana verilen değer rönesans döneminde hümanizmin etkin olmaya başlaması ile başlamış ve sonraki dönemlerde doruk noktaya ulaşarak insanı felsefenin merkezi haline getirmiştir. İlerleyen zamanlarda bu çağa “Aydınlanma Çağı” denilmiş ve böyle anılmıştır. Aydınlanma çağının ilk temsilcileri olarak Rene Descartes ve Gottfried Wilhelm Leibniz düşünülür. Aynı zamanda John Locke, düşünce özgürlüğüne verdiği önem ile Avrupa’da aydınlanma çağının kurucu kişisi olarak kabul görmektedir. Birçok ülkede farklı farklı isimler aydınlanma çağının temsilcileri olarak kabul görmektedir. Almanya’da Immanuel Kant, Christian Wolf; Büyük Britanya’da John Locke ile David Hume; Fransa’da ise Jean-Jacques Rousseau ve Voltaire gibi isimler örnek olarak verilebilir.