2. Dalga Feminizm
Sadece oy hakkı yetmezdi
Kadınlar oy hakkını kazandıktan sonra artık her şeyin düzeleceğini düşünmek bir yanılsamaydı. 1. Dalga feminizm, hukuki eşitliği hedeflemişti ama bu kazanımlar kadınların gündelik hayatlarındaki baskıyı ortadan kaldırmaya yetmedi. 1960’lı yıllarda kadınlar artık “eşit vatandaş” olmanın ötesinde, gerçek özgürlüğün peşine düştüler. Bu yeni dalga, daha radikal sorular sormaya, görünmeyeni görünür kılmaya ve özel olanın da politik olduğunu haykırmaya geldi.
Evdeki karanlığı beyaz sayfalara aktaranlar
İkinci dalganın fitilini ateşleyen kişi çoğunlukla Betty Friedan olarak kabul edilir. 1963’te yayımlanan The Feminine Mystique (Kadınlığın Gizemi), özellikle orta sınıf ev kadınlarının yaşadığı “adı konmamış mutsuzluğu” tarif ediyordu. Kadınlar toplum tarafından “evde mutlu olmaları gereken, anne ve eş rollerine razı bireyler” olarak tanımlanmıştı. Friedan, “her şeyi olan ama hiçbir şey gibi hisseden” kadının sesini duyuruyordu.
İkinci dalga feminizm, kadının yaşadığı baskının sadece yasal ya da ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve psikolojik olduğunu savundu. Bu, feminizmin alanını evin içine, yatağın başucuna ve gündelik dile kadar genişletti.
Beden sadece kadınındır
1.dalga kadınların kamu hayatına katılımına odaklanmışken, 2. dalga kadınların bedenleri ve cinsellikleri üzerindeki denetimi sorguladı. “Benim bedenim, benim kararım” ruhu diyebiliriz.
Bu dalganın talepleri arasında, doğum kontrol hapının yasal ve erişilebilir olması, kürtaj hakkı, tecavüzün sadece kamusal alanda değil, evlilik içinde de gerçekleşebileceğinin kabulü, cinsel özgürlüğün kadınlar için de bir hak olarak tanınması vardı.
Cinsellik, artık yalnızca özel bir mesele değil; ataerkil tahakkümün en derin yansıdığı alanlardan biri olarak görülüyordu.
Bilinç yükseltme
İkinci dalganın en yaratıcı ve dönüştürücü pratiklerinden biri “bilinç yükseltme grupları”ydı. Kadınlar bir araya gelip hayatlarını, yaşadıkları baskıları ve deneyimlerini paylaşıyor, bir kişinin kişisel acısının aslında yapısal bir sorunun parçası olduğunu fark ediyordu.
Bir kadının kocasının şiddetinden bahsetmesi, diğerinin işyerindeki ayrımcılıkla yüzleşmesi, bir başkasının istemediği cinsel ilişkiye "hayır" diyememesi… Tüm bu deneyimler birbirine bağlandıkça feminizmin o meşhur cümlesi kuruldu:
“Kişisel olan politiktir.”
Bu gruplar, feminist dayanışmanın güçlü bir biçimi olarak, kadınların yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağladı.
Türkiye’de 2. dalga
Türkiye’de 2. dalga feminizm Batı’dakinden daha geç ve farklı koşullarda gelişti. 1980’li yılların ortasında, askeri darbenin ardından yükselen sessizlik döneminde kadınlar yeniden örgütlenmeye başladı.
Kadın çevreleri, dergiler (örneğin Kadın Çevresi Yayınları, Feminist Dergi), kampanyalar (Dayağa Karşı Kampanya gibi), kadının sesini görünür kılmak için mücadele verdi. Özellikle kadına yönelik şiddet, cinsel taciz ve kürtaj hakkı gibi konular Türkiye feminizminin gündemine taşındı.
Türkiye’deki ikinci dalga, aynı zamanda kadınların sadece mağdur olarak değil, özne olarak görünmeye başladığı bir dönemdi. Feminist kavramlar hem üniversitelerde hem sokakta konuşulmaya başlandı.
İkinci dalga neyi başardı
İkinci dalga, feminizmin sınırlarını genişletti. Kadınların cinsellik, aile, iş ve medya alanlarında maruz kaldıkları baskılar teşhir edildi.
“Özel alan” politik bir meseleye dönüştürüldü.
Kadınların örgütlenme biçimleri değişti, yatay ve kolektif yapılar öne çıktı. Feminizm bir sosyal hareket olarak kamusal alanda etkili oldu. Ses yükseldi, kadın hareketi birleşti.
Bugün 2. dalganın mirasıyla yaşıyoruz. Kürtaj hakkı, doğum kontrolü, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kavramlar hâlâ mücadele alanları. Bir yandan da ikinci dalgayı eleştiren ama onun omuzlarında yükselen 3. dalga, interseksiyonel feminizm ve kuir teori gibi alanlar gelişiyor.
Ama ikinci dalga olmasaydı, bugün kendimize “bu işte bir terslik var” demeyi bile bilmeyebilirdik.