2011’den Günümüze Suriyeli Mülteci Sorunu

Yalnızca dünyanın değil, Türkiye'nin sonucuna bir türlü ulaşılamayan Suriyeli mülteci sorununun iç yüzü nedir?

Geçmişten bu yana güçlünün güçsüzü ezmesiyle başlayan kriz ortamları dünyanın ana konusu haline gelmiş ve ülkeler arasında mülteci, göçmen akımları yaşanmıştır. Ancak 2011’de Suriye İç Savaşı’yla başlayan kriz, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en yoğun mülteci akınına sebep olmuştur.

Mart 2011’de Suriye lideri Beşar Esad’a karşı halkın başlattığı ayaklanmalar, Arap Baharı’nın uzantısı olarak yorumlanmış olsa da asıl nedenler ekonomik, politik ve etnik grupların çatışmaları olarak sıralanabilir. Yaşanan krizde Rusya ve İran geçmişten gelen iyi ilişkilerini arkalarına alarak Esad’a her türlü desteği sağlamış ve ülkedeki kaos ortamından kaçan mültecilere kapılarını kapatmışlardır. ABD, Esad’a geri durmaları noktasında çağrıda bulunsa da mülteci kabulü yapmayarak bu krizi orta noktada takip eden ülkelerden biri haline gelmiştir. Suriye’de yaşanan krizin en önemli dış politik etkisi, Türkiye ile olan ilişkilerin kesilmesi noktasında olmuştur. 2000’lerin başından itibaren olumlu ilişki içerisinde olan iki ülke, Türkiye’nin muhalif halkın yanında olmasıyla kesintiye uğramıştır. Türkiye’nin bu tutumundaki amaçlarından biri bölgede etkin olmakken, bir diğeri dünya barışına katkı sağlamak istemesidir.

Suriye’de bulunan zulümden kaçan halkın öncelikli durakları Suriye’ye komşu olan Ürdün, Lübnan, Irak ve Türkiye olmuştur. Bunların yanında Kuzey Amerika; Almanya, Fransa, İtalya, İsveç, Avusturya ve Yunanistan gibi çeşitli Avrupa ülkeleri de mültecilere kapılarını açmışlardır. Mültecilerin ülkelerinden çıkarken asıl hedefi, refah seviyesi yüksek olan ülkelere gitmek olmuştur. Ancak çoğu ülkenin mülteci kabulünde bulunmaması, planlarını zora sokmuştur.

Dünya genelinde Suriyeli mülteci kabulünü en çok yapan ülke Türkiye olmuştur. Fakat Türkiye’de bulunan Suriyeliler, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde bulunan coğrafi sınırlamayı kaldırmadığı mülteci politikası sebebiyle, mülteci olarak değil geçici koruma statüsünde değerlendirilmektedirler. Bu statü sebebiyle de mağdur halk, keyfi uygulamalar yaşama riskiyle karşı karşıyadır.

2011 senesinden beri Türkiye, Suriyelilere karşı açık kapı politikası uygulamış ve tüm imkanlarını seferber etmiştir. Sınır bölgelerinin Güneydoğu’da bulunması sebebiyle ülkeye gelen Suriye halkı, Güneydoğu’daki kamplara yerleştirilmiştir. Güneydoğu illerinde artan Suriye nüfusu demografik yapıyı değiştirmiş ve sınır bölgesinde yaşanan çatışmalar sebebiyle iç ve dış güvenliği tehdit eder hale gelmiştir. Bunların yanında işsizliğin artmasıyla iş gücü piyasasının da olumsuz etkilenmesi, Türk halkının Suriyelilere cephe almasına neden olmuştur. Halkın Suriyelilere tepki göstermesi, hükümete karşı da alevlenmelere ve ülke içi huzursuzluğa yol açmıştır. Yaşanan olumsuzlukların yanında Ortadoğu ülkeleriyle ticaret yapan varlıklı Suriyelilerin katkısıyla dış ticaret hacmi olumlu etkilenmiş, mülteci kabulü yapan ülkelerle diyalog artmıştır. Ancak Esad rejimini destekleyen ülkelerle de zaman zaman sürtüşmeye gidilerek dış politikada birtakım anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Türkiye’yi transit geçiş ülkesi olarak kullanan Suriyelilerin Yunanistan üzerinden Avrupa Birliği’ne geçme planları vardır. Avrupa Birliği, topraklarında herhangi bir mülteci istememekle beraber, olay kendisine sıçramadıkça yaşanan krize tepkisiz kalmıştır. Yunanistan’a teknelerle akın eden Suriyelilere orantısız güç kullanılmasıyla birlikte bütün dünya tepki göstermiş ancak AB yeniden sessiz kalmıştır. AB’nin bu tutumu, gücü elinde bulundurduğu için kendisinde her şeyi yapma hakkı görmesinden kaynaklanmaktadır.

Dünya için yaklaşık 9 senedir kabusa dönen Suriye Krizi gerek yerel gerek uluslararası alanda herkesin seferberliğine şahit olmuştur. Ancak bu seferberlik, Esad rejimini durdurma noktasında yetersiz olmuştur. Bunun sebebi, Esad’ın dünyada sözünü geçiren Rusya, ABD gibi ülkelerin arkasına sığınmış olmasıyla bağdaştırılabilir. Esad rejiminden kaçan Suriyelilerin dünyanın dört bir yanına dağılması ve dağıldıkları ülkelerin halklarının durumdan pek de hoşnut olmaması, ekonomik açıdan yetersiz ülkelerin imkanlar dahilinde sarsılması; uluslararası çözüm ihtiyacını daha da acilleştiriyor. Suriye’nin ardından bu krizden en fazla etkilenen ülke olan Türkiye’nin de hem iç hem de dış politikasını iyileştirmek adına bu çözüme ihtiyacı var. Türkiye, uluslararası kuruluşlardan aldığı destekle ülkesindeki istihdamı sağlamaya çalışıyor, ancak mülteci korumacılığı sebebiyle diplomatik ilişkilerini kestiği ülkelerden dolayı yaşadığı maddi ve manevi kaybı kapatmak oldukça zor. Bu bağlamda; Esad rejimi uzlaşmacı davranmadığı sürece mültecilerin ülkesine dönmesi, uluslararası çözüm bulunmadıkça ülkelerin mağduriyetinin azalması imkânsız görünüyor.