80’lerin Baş Aktörleri: Dünya Liderleri

Bugüne dahi damgalarını vurmuş 80'li yılların liderleri.

Şu an siyaset sahnesinde yer alan liderler koltuklarını Y kuşağından gelen siyasetçilere bırakmak durumundalar ya da çoktan bıraktılar bile. Kimimiz için değişim zorlu bir süreci temsil etse de kaçınılması oldukça güç bir durum aynı zamanda.

Bugün liderlikte ve ister istemez siyasette bayrağı devralan Y kuşağı, kabaca 1980 ile 1990 yılları arasında doğmuş olan bireyleri kapsamaktadır. Farklı kişisel özelliklere, yetiştikleri dönemin sosyo-ekonomik ve siyasi etkileri de eklenince, karşımıza X kuşağı ya da Boomerların sancılarıyla harmanlanmış insanlar ortaya çıkar.

İşte o insanların ucundan kıyısından da olsa etkilendikleri dünya liderlerini, siyasetçilerini, kısacası 80’li yılların aktörlerini masaya yatıracağız. Malumunuz, bugünü anlamak için geçmişi otopsiye almamız gerekir.

80’li yılların liderleri, II. Dünya Savaşı sonrasına ve post-modern siyaset akımına hizmet edecek şekilde biçimlenmişlerdi. Dünyanın ezelden beri var olan açlık, hastalık, baskı gibi sorunlarıyla mücadele etmek yerine siyasi arenaları kutuplaştırmayı ve nükleer kriz, pazar ekonomisi gibi yeni problemlere yeni çözümler üretmeyi misyon edinmişlerdi. Günümüzde hâlâ bu kutuplaşmaların çeşitli mücadele ve direnişlerle çözülmelerini izliyor ve var olan sorunlara yeni sorunlar ekliyoruz.

Birçoğumuzun adını duyduğu ya da en azından adına aşina olduğu, Demir Leydi Lakaplı Margaret Thatcher, İngiltere’de iktidara 1979 yılında gelmişti. Onunla aynı sene başa geçen bir diğer lider ise İran’daki İslami Devrim’den sorumlu Ayetullah Humeyni idi. Onlara 80’li yıllarda eşlik edecek olan ve adlarını sıkça duyacağımız Reagan, Gorbaçov, Kohl gibi siyasi isimler de eklenecekti.  

Demir Leydi, Muhafazakâr Parti başkanlığından, Birleşik Krallık’ın başbakanlığına uzanan kariyer hayatında, bu görevi en uzun süre yapan ilk kadın liderdir aynı zamanda. Siyaset sahnesinde yer alarak birçok kadına ilham verdiği kesin olmakla beraber, uyguladığı bazı kararlarla da ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Soğuk Savaş yıllarında sergilediği radikal sağ politikalar ve bunları taviz vermeden uygulamış olması sebebiyle “Demir Leydi” lakabını almıştır.  

Margaret Thatcher’dan bir zamanlar İngiltere’nin sömürgesi olan ve prangalarından 1947 yılında kurtulan Hindistan’a bakacak olursak, Thatcher ile hemen hemen aynı dönemde ama bu kez ikinci defa Hindistan başbakanı olan Indira Gandhi ile karşılaşırız. Hindistan tarihinin tek kadın başbakanı olan Gandhi, aynı zamanda bu görevi en uzun süre yapan ikinci başbakandır.

Tekrar göreve geldiği 1980 yılında, her ne kadar ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş olsa da ve Üçüncü Dünya ülkelerine önderlik misyonunu elinde tutmaya çalışsa da içte yaşanan bir takım siyasi ayaklanmalara ve şiddet olaylarına dur diyememiştir. 1984’te Sihler ile Hindular arasında çıkan çatışmada, Gandhi, askerî güçlere Sihlerin kutsal tapınağı olan Altın Tapınak’a saldırma emri vermiştir. Bu saldırıda beş yüze yakın Sih ölmüştür. Bu olaydan dört ay sonra Gandhi, kendi koruması olan iki Sih tarafından başbakanlık konutunda infaz edilmiştir.

Daha yakın ve tanıdık bir coğrafyaya, Ortadoğu’ya geçtiğimizde, bugün hâlâ siyasi yankıları devam eden üç isim bizi karşılar: Irak Başkanı Saddam Hüseyin, Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ve İran Devlet Başkanı Ayetullah Humeyni.

1981 yılında başlayan ve 1988 yılına dek süren İran-Irak Savaşı milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur. Şii lider Humeyni, İran’da İslam Devrimi ile başa gelince, hâlihazırda Irak’la kötü olan ilişkileri daha da gergin bir hâl almaya başlamıştır.

Bunda, İran’daki devrimin Irak topraklarındaki Şii nüfusu etkilemesinden doğan kaygının varlığı büyüktür. Irak’ın saldırısı ve ilerleyişi ile başlayan savaş, zamanla İran’ın üstün gelmesi ve kaybettiği tüm toprakları geri almasıyla devam etmiştir. İki milyondan fazla kişinin yaralandığı bu savaş, yıpratma taktiği ile galibi olmadan sonuçlanmıştır. Belki de “Ortadoğu’da sular durulmuyor” tabirinin yakın tarihimizde nasıl şekillendiğini de böylece anlamış oluyoruzdur.

Şu an savaş deyip geçtiğimiz çoğu çatışma, insanlık dışı eylemlerle bütünleştiği ve söz sahibi liderlerin egolarıyla daha sancılı hâle geldiği için rayından çıkmaktadır. Öyle ki savaş etiği denilen salt ahlaki durum, bu çatışmaların hiçbirinin öznesi konumunda değildir. 80’li yılların belki de en kanlı savaşı olan İran-Irak Savaşı, Irak’ın defalarca kimyasal silah kullanması ile daha da yıkıcı bir hâl almıştır.

Her ne kadar Kaddafi ismini Libya Başkanlığı ile bağdaştırsak da kendisi aslında resmi bir görev ile ülkeyi yönetmiyordu. 1969 yılında darbe ile başa gelip 1979’a kadar devlet başkanlığını yürütmüştür. Ancak, 1977-2011 yılları arasında “Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi’nin Kardeşçe Lideri ve Bir Eylül Büyük Devriminin Rehberi” ünvanı ile gayriresmî bir şekilde devletini yönetmiştir.

Hukuk sistemi olarak şeriatı baz alıp yönetim şekli olarak İslami Sosyalizmi seçmiştir. Liderliği sırasında tüm emperyalist güçlere savaş açmış, ülkesini dünyadan izole bir hâle getirmeyi amaçlamıştır. Başta ABD, Birleşik Krallık ve İsrail olmak üzere birçok ülke ile çatışma içine girmiş ve uyguladığı iç ve dış politikalar ile kutuplaştırıcı liderler arasında yer edinmiştir.

Değinmeden geçemeyeceğimiz bir diğer lider ise 80’li yıllara darbe vuran ve Sovyet Rusya’nın son devlet başkanı olan Mihail Gorbaçov’dur. Çoğunluğa göre, ülke için yepyeni bir soluktu; zeki, reformcu ve yapıcıydı. Özellikle ekonomik alanda yapmaya çalıştığı yenilikler, teoride başarılı gibi dursa da pratikte aynı sonucu veremedi.

İktidarda olduğu süre içerisinde çeşitli ülkelere geziler düzenleyerek dünya çapında itibar kazanmaya çalıştı ve başarılı da oldu. Dışarıdan onu “katı bir komünist” gibi görenler, fikirlerini, hayata geçirdiği projeleri gördükçe ona karşı olan tutumları ılımlı şekle dönüştü. Öyle ki M. Thatcher, Gorbaçov için “birlikte iş yapabileceğim biri” ifadesini kullanmıştır. ABD Başkanı Ronald Reagan da Demir Leydi’den etkilenerek ona bir şans daha vermiştir. Bu sayede, 1985 yılında Reagan ile Cenevre’de zirve toplantısına katılan Gorbaçov, bu toplantıda silahsızlanmadan bilim ve kültüre kadar pek çok konuyu ABD lideri ile tartışma olanağı elde etmiştir.

Dış dünya Gorbaçov’a destek verse de yurttaşları, onun iktidara geldiği zamanlardaki kadar olumlu değillerdi. Yoksulluk giderek artmıştı. Ermenistan’daki büyük deprem ve Çernobil nükleer faciası da sonu hızlandırmıştı. Kimilerine göre SSCB’nin sonunu Gorbaçov getirmişti. Hatta 90’lı yıllarda onu ‘Büyük Güç’ü deviren lider olarak anacaklardı. Bunun sebebini, özgürlükçü ve demokratik olmasına bağlayanlar da sayıca çoktu.

Her dönem kendi kahramanlarını veyahut anti-kahramanlarını yaratır. Ve ne hazindir ki her dönem, yeni sorun yumaklarıyla ve bu yumakları çözmeye çalışan, bunu kimi zaman başarıp kimi zaman daha beter hâle getiren liderlerle anılır. Yıllar birbirinin içine geçmiş helezonik spiraller misali akmaya devam ettikçe, bir dönemi diğerinden ayırmak oldukça güç olacaktır. İşte bu nedenledir ki bugünü anlamak, dünü iyi okumaktan geçer.

 

Kaynakça:

1980’ler (Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi); Nick Yapp.

Michigan Mektupları (Conversation); Ronald G. Suny

Wikipedia