A milli futbol takımımız ve Balkan Savaşı üzerine

2024 Avrupa Futbol Şampiyonası ve taraftarlarımıza dair gözlemlerim üzerine bir yazı

Şu sıralar Almanya'da düzenlenen ve Milli futbol takımımızın da mücadele ettiği 2024 Avrupa Futbol Şampiyonasını aylardır iple çekiyorum. Futbolda yetenekli olmasam da uzun yıllardır tutkulu bir futbol izleyicisi olduğumu söyleyebilirim. Senelerdir hem ulusal ligimizi hem de uluslararası futbol müsabakalarını ilgiyle takip ediyorum. Peşinen söylemeliyim ki muhtemelen babam Galatasaraylı olduğu için ben de küçüklüğümden beri Galatasaray'ı tutuyorum. Dolayısıyla bu yazıyı okurken lütfen Galatasaraylı olduğumu aklınızın bir kenarında tutunuz. Bunu kendi öznel yaşam deneyimimden kaynaklı meydana gelebilecek olası bir bozucu etkiyi ortadan kaldırmak için yaptığımı söylemek isterim. Sonuçta bu yazıdaki bilginin bir kısmını üretirken aktif bir rol almaktayım, bilgiyi ben inşa etmekteyim ve dolayısıyla burada söylediklerim benim geçmişim ve yaşam deneyimime dayanan öznel dünyamdan bağımsız değildir.

Son günlerde kullanıcısı olduğum çeşitli sosyal medya mecralarında bir şey dikkatimi çekti: Milli takımımızı destekleyen birçok sosyal medya kullanıcısı tuttukları takımlara göre bölünmüş vaziyettedir. Nasıl mı? Örneğin Milli takımımızın Gürcistan'ı 3-1 mağlup ettiği karşılaşma sırasında ve sonrasında, birçok sosyal medya kullanıcısının, maçta görev alan oyuncuların doğru ve hatalı hamlelerini, ne yazık ki bu oyuncuların ulusal ligimizde oynadıkları takımlara göre nesnellikten oldukça uzak bir şekilde değerlendirdiklerine şahit oldum. Söz gelimi, profil resminden Fenerbahçe'yi tuttuğu anlaşılan bir kullanıcı, Galatasaraylı bir oyuncunun yaptığı yanlışı derhal görüyor, ancak Fenerbahçe'de oynayan başka bir oyuncunun hatasından bahsetmiyor. Bu yanlı tutumu Galatasaraylı taraftarlarda da görmek mümkün. Yine birçok kullanıcı ve sayfa yöneticisi, üç golün ikisini Fenerbahçe'de oynayan futbolcuların kaydettiklerini söyleyip takımın yükünü Fenerbahçeli oyuncuların çektiğini, dolayısıyla diğer takım oyuncularının kaydadeğer bir şeyler yapmadıklarını söylüyor. Bu nedenle takıma daha fazla Fenerbahçeli futbolcunun alınmasını söylüyor ve bir hezeyana kapılıp milli takımda Galatasaray lobisinin etkin olduğu iddia ediyor.

Benim görüşüme göre, takım sporlarının takımlarını canlı bir organizmaya benzetmek mümkündür. Nasıl ki vücudumuzda karaciğerimiz sağlıksız işlev gösterdiğinde kaçınılmaz olarak diğer organlar ve nihayetinde tüm vücut etkileniyorsa, takımlarda da bir mevkideki bir oyuncunun (karaciğer) yanlış aksiyonları takımı (vücüdu) zora sokabilmektedir. Elbetteki bazı organların daha hayati olması gibi takımlarda da bazı mevkiler daha kritik öneme sahip olabilmektedir. Mesela birçoğumuz "atanın da tutanın da iyi olacak" derken buna gönderme yapmaktadır. Atan kişi genelde forvettir, ve tutan da kalecidir, ki kaleci genelde takımın yarısıdır derler.

Gürcistan maçında ilk golümüzü atan oyuncu Fenerbahçeliydi. İkinci golümüzü atan da Fenerbahçe'de oynadı, ancak ikinci golde Arda Güler'e topu kazandıran, Gürcü futbolcuya yaptığı markajla Galatasaray'ın futbolcusu Kaan'dı. Üçüncü golü atan Kerem de Galatasaray'ın oyuncusu, ancak topun Kerem'e kadar gelmesine vesile olan oyuncu, cesur ve kendinden emin bir şekilde yükselip topu yumruklayan Beşiktaş'ın file bekçisi Mert'ti. Görüldüğü gibi, bu organizmadaki her organın bir işlevi vardı ve organizma aldığı galibiyet itibariyle büyük oranda sağlıklı bir şekilde işledi.

Taraftarlar arasındaki bu nesnellikten uzak ve yanlı tutum, bana bizim milletimizin tarihinden bazı olayları çağrıştırıyor: 1912 ve 1913 yıllarında meydana gelen ve binlerce soydaşımızın nesillerdir yaşadığı yerlerinden ve yurtlarından edilerek (ve canından olarak) hiç bilmedikleri ve tanımadıkları uzak coğrafyalara sürülmesiyle sonuçlanan 1. Balkan Savaşı. Bu savaş sonucunda birçok insan, yükte hafif pahada ağır ne varsa yanlarına alıp kundaktaki bebekleriyle birlikte Balkanlardan İstanbul'a kadar gelmişlerdir. Birçoğu ayağında çarıkla çamurlu yollarda karanlıkta el yordamıyla yoluna devam etmiş, şanssız olanlar ise soğuktan veya açlıktan ölmüşlerdi. Kimileri de bölgedeki Rum ve Bulgar çetecilerinin ve ordularının insafına kalmıştı. Şüphesiz ki bunlar, hem bireysel hem de kolektif anlamda büyük travmalardır.


Peki bu anlattıklarımın futbolla ve taraftarlıkla ne gibi bir ilgisi var? Hemen söyleyeyim: Başka sorunların yanı sıra Osmanlı ordusunda ordu siyasete çok fazla karışmıştı ve bu özellikle Balkan Savaşlarında emir komuta zincirinde ciddi aksaklıklara sebep olmuştu. Ordudaki mektepli-alaylı kavgası bir yana, ordudaki diğer bölünmeler sonucu ortaya çıkan zaafiyet Balkan Bozgununa sebep olmuştu (Yıldırım, 2018). Yine Balkan Savaşında batı ordu karargâhında görev yapan Fevzi Çakmak da subayların bir kısmının ittihatçı, bir kısmının da itilafçı olduğunu belirtmiştir: "Doğu ve Batı ordumuz perişan, firar ederken bile, bazı subaylar boğaz boğaza siyaset kavgası yapıyor ve birbirlerine kurşun atıyor, daha acısı esir düştüklerinde bile boğuşmaktan vazgeçmiyorlardı" (Yıldırım, 2018, akt. Çakmak, 2011, s.700). Nitekim Balkan Savaşlarında Osmanlı ordusunda görevli Alman subayı Gustav von Hochwächter de şöyle yazıyor: "Siyaset, çekişmeler, düzen ve bağlılığı bozacak  davranışlara girişmek, subaylar arasında olağan bir durum olmuştu." (von Hochwächter, 2007, s.20).

İşte bizim milli takım oyuncuları da sahada mücadele verirken, holigan taraftarıların yaptığı "senin oyuncun benim oyuncum" muhabbeti de Balkan Savaşındaki birçok subayın davranışlarına benzer. Bunun sonucunda ordumuz ve milletimiz bir Balkan hezimeti yaşadı, olan hem askerlere hem de sivillere oldu. Dilerim ki milli takımımızın mücadele ettiği bu turnuvada sonraki maçlarda bir "Balkan Hezimeti" yaşamayız. Umarım ulusal medya ve taraftarlar da yek vücut olarak milli takımı destekler ve milli bir ruh ortaya koyarlar ve milli takımımız başarılı olur. 


Kaynakça

von Hochwächter, G. (2007). Balkan Savaşı Günlüğü - Türklerle Cephede (1. Baskı). (S. Toydemir, Çev.) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Yıldırım, İ. (2018). Balkan Savaşı ve ordunun siyasete bulaşması. Sosyal Bilimler Dergisi 5(23), 63-90.