Ahlat Ağacı

Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği Ahlat Ağacı adlı filmi kısaca inceledim. Keyifli okumalar dilerim.

Ahlat Ağacı yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı, başrolünde Doğu Demirkol’un oynadığı filmdir. Ahlat Ağacı, memleketine dönüp yazdığı kitabı bastırmak isteyen gencin maddi ve psikolojik olarak karşılaştığı sorunlarını konu edinmektedir.

Bu filmi ilk 9 Haziran 2018’de sinemada izlemiştim. Hiç unutamam çünkü doğum günümde büyük bir heyecanla sinemaya gitmiştim. Film üç saat sekiz dakikaydı. On altı yaşımdaydım ve bu kadar uzun bir sanat filmi izlemek o yaşlarda çok farklı bir deneyimdi benim için. Filmin ismi çok hoşuma gitmişti. Sonradan öğrendim ki başkarakterin bastırmak istediği kitabın adıymış. Ayrıca Ahlat kendiliğinden yetişen bir ağaçmış temsil ettiği anlam da umutmuş. Bu bilgiler on altı yaşındaki Yağmur’u çok heyecanlandırmıştı. Filmin adıyla nasıl bir bağ kurulduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordum. On altı yaşındaki bir genç için Nuri Bilge Ceylan izlemenin ağırlığının altında biraz ezilsem de şimdi iyi ki izlemişim diyorum.

Yeni mezun olmuş bir gencin ailesinin yanına, taşraya dönmesiyle başlıyor. Başkarakterimiz Sinan yazdığı kitabı bastırmak için ailesinden maddi yardım istiyor fakat memlekete döndüğü an ailesinin borçları olduğunu öğreniyor. Babası yüzünden borç batağına sürüklenen Sinan’ın ailesini görüyoruz uzun bir süre. Film daha ilk dakikalarından temelinde bize bir baba oğul çatışması izleyeceğimizi gösteriyor aslında. Borç harçla geçinmeye çalışan eline geçen parayı da kumarda yiyen umursamaz bir baba figürünü hangi çocuk sevmek ister ki diye düşünmüyor değil insan. Senaryonun bir düğümü tam olarak burada atılıyor. Çünkü Sinan film boyunca en çok tahammülü, sevmediği babasına gösteriyor. Sınava giderken bitmeyen isteklerini istemese de yapıyor, annesinin tüm şikayetlerine rağmen yine onun tabiriyle yakasına yapışıp elektrikleri açtırmak için kullanacağı ikramiye parasını alamıyor babasından. Tüm inkarına rağmen yine de olmak istemediği o kişiye doğru koşuyor film boyunca.

Sinan ve babasının ilişkisinden bahsetmek istiyorum biraz. Uzun yıllar öğretmenlik yapıp emekli olmayı bekleyen baba figürü İdris’in saygınlığının altında kumar oyunlarından borç batağına sürüklenmesini görüyoruz. Ataerkil toplum düzeninde evdeki otoritesini de koruyamamış biri aslında.  Bu otorite boşluğu yüzünden kendini çok özgür hisseden Sinan, babasının çok değer verdiği köpeğini önce özgür sonra zincirlere bağlı görmesi köpekle kurduğu empatiyi anlattığını düşünüyorum. Kendini her ne kadar özgür kendinden emin sansa da ve çevresine böyle gösterse de bir yerde ona ve fikirlerine ket vuran gerçekliği zayıflıklarını hissediyor, filmin sonuna doğru da kabulleniyor zaten bunu. Sinan kitabının basımı için çaba sarf ettiği süre boyunca, babası da çorak bir arazide su kuyusu açmak için kendince teknikler uyguluyor. Sinan’ın bu baba figürü karşısından kendini kanıtlama arzusunu görüyoruz aslında. Tüm amacı oradan su çıkarmak olan İdris kendi babası tarafından da hor görülüyor. Sinan’ın ve İdris’in kendi içinde verdiği kavgaya kısacası varoluşsal bunalım diyebiliriz.

Sinan’ın yazdığı Ahlat Ağacı adlı kitabın varlığıyla kendiyle olan mücadelesine, isyanlarına çokça şahit oluyoruz. Kendini gerçekleştirme amacı bu kadar baskın olan bir insanın sancılarını derinden hissettim açıkçası. Bu kitabı kendi kurtuluşu olarak görse de biz izleyiciler en baştan bunun gerçekleşmeyeceğini anlıyoruz. Annesinin ve kardeşinin bile kitabı okumadıklarını öğrendiğimizde de Sinan’ın kendini gerçekleştirme arzusunun yıkılışını izliyoruz.

Kitabı basıldıktan sonra askere giden Sinan, döndüğünde kitaplarının hiçbirinin satılmadığını, babasının evden ayrıldığını öğreniyor. Sinan’ın büyük bir hayal kırıklığına uğradığını, umutsuzluğun bütün iliklerinde yaşadığı anları görüyoruz. Babasının taşındığı kulübeye giden Sinan gittiğinde babasını bulamıyor ve orda uyuyakalıp rüyasında babasını görüyor. Uyandığında babasıyla konuşmaya başlıyorlar ve Sinan babasının kitabını okuduğunu öğreniyor ve çok şaşırıyor.

Sinan’ın kitabını okuyan tek kişi babasıydı. Başından beri görülmeyi beklemişti fakat bu kişinin babası olacağını hiç tahmin etmemişti. Bu görülme hissi onu babası gibi olmaya itti. Kaçtığı kişiye yavaş yavaş dönüştü. Ne kadar kazarsa kazsın su çıkmayacağı belli olan kuyudan inatla vazgeçmeyen İdris’in, yer bulmaya çalıştığı toplumun susuz kuyusunda boğulan Sinan’ın ortak kader hikayesiydi bu.

En çok kaçtıklarımızda buluruz kendimizi hayatın en beklenmedik sürprizlerinden biridir bu. Sinan’da babasından kaçarken yine babasında buluyor kendini. Sinan başarısızlığıyla yüzleşirken babası da kuyudan su çıkmayacağı gerçeğiyle yüzleşmeye başlıyor.  

Filmin bize iki farklı son gösterdiğini düşünüyorum. Görünenin aksine bence iki sahnede de Sinan yaşamayı tercih etmiyor. Kuyudaki İntihar sahnesinde de kendi içindeki kuyunun en derinliklerinde  kendiyle birlikte asıyor hayallerini. Daha sonra babası gibi kuyuyu kazdığı sahne geliyor karşımıza. Babasına dönüşmek onun için kendin benliğini öldürmekti bir nevi yani ya kendini asacaktı ya da babası gibi olacaktı.

İdris oğlunun kitabını okuyarak onun kuyusuna indi, Sinan da bunu öğrenince babasının su kuyusunu kazmaya başladı. Onları birleştiren şey umutsuzluklarıydı. İkisi de kendilerini en umutsuz hissettiği anda birbirlerini anlamaya başladılar. Ölüm kadar yıkıcı olan kötü duyguların itici gücünün, baba ve oğlu sarsıcı biçimde aynı noktaya getirişiydi Ahlat Ağacı.