Umut etmenin yorgunluğu

insan olmanın doğasında umut etmek var şüphesiz. umutsuz yaşanmıyor hakikaten. ne demiş bulutsuzluk özlemi: ‘bir umuttur yaşatan insanı.'

Geçen gün Nuri Bilge Ceylan’ın 'Kuru Otlar Üzerine' filmini izledim. Genel olarak filmi beğendiğimi söyleyebilirim. Bu film özelinde en iyi sahne bence Samet ve Nuray’ın yemek masasında hayata, varoluşa dair sohbet ettikleri sahneydi. O sahnede geçen ‘umut etmenin yorgunluğu’ söylemi dikkatimi fazlaca çekti ve uzun zamandır kendimi üzerine düşünürken buldum. Bu söylem, hakkında bir şeyler yazmaya itti açıkçası beni. 

Heidegger der ki: ''İnsan bir anlamda gelecekte yaşar, geleceği hesaba katarak yaşar. Bu insanın varoluşunun bir parçasıdır.'' Geleceği hesaba katmazsak yaşamamızın bir anlamı olmaz. Gelecekte yaşıyoruz çünkü geleceğe dair hedeflerimiz, hayallerimiz, ideallerimiz var. Bu hedeflere ulaşabilmemiz için bize yol boyunca lazım olacak şey; umut. Başarısız olduğumuzda ya da düştüğümüzde bizi tekrar ayağa kaldıracak olan duygudur umut. Umut olmazsa inişlerle ve çıkışlarla dolu bir yolculuktan ibaret olan yaşamlarımız da bir o kadar anlamsızlaşmaya mahkum.

Varoluşumuzu ancak bu dünyada yaptıklarımız çerçevesinde algılıyor ve anlanlandırıyoruz. Bir şeyler yapabilme gücünü bize veren duyguya 'umut' diyoruz. İnsan olmanın doğasında umut etmek var şüphesiz. Umut bazen karanlıkta yanan cılız bir mumdur, daha fazlası değil. O küçücük ışık zor ve çetin zamanlarda bize yol gösterebilir. Bazen de toprağa ekilmiş bir tohum. Yeterli su ve güneşle güçlü kökleri olan bir bitkiye dönüşebilir.

Bulutsuzluk Özlemi'nin de dediği gibi ‘Bir umuttur yaşatan insanı.'

Madem umut bizi bu kadar ayakta tutan, yaşatan bir duygu peki neden yoruluyoruz umut etmekten?

Umut etmeyi biraz da sisli bir yolda yürümeye benzetebiliriz aslında. Yolun sonunu hiç göremiyor olmak belirsizlik ve hayal kırıklığı gibi duyguları beraberinde getirir. Zaman zaman hepimiz hayal kırıklıkları ve zorluklar yaşarız bu hayatta. Fakat bazen insan öyle bir noktada buluyor ki kendini adeta dibe çakılmış bir halde. Yorgun, bitkin ve tükenmiş... Ayağa kalkmaya çalışır ne kadar yalpalasa da, çabalar, didinir ama olmaz. Bir kere daha. Bir kere daha. Oluyordur ve belki de olmayacaktır da. Bu olmayışlar kişide bir yorgunluk ve tükenmişlik hali olarak vuku bulur. Aslında fiziksel bir yorgunluk değildir söz konusu olan. Kişi sadece umut etmekten, beklentilerden ve beklenenlerden yorulmuştur artık. Bir anda ortaya çıkmış bir yorgunluk değil bu. Haftalar, aylar hatta belki de yıllarca süren bir yorgunluk. Senelerin yorgunluğu...

Bazen bazı duygular hissederiz ama tanımlayamayız ne hissettiğimizi. Bizi yoran, yıpratan şeyin ne olduğunu bilemeyiz. Bu noktada film ve kitaplar iyi birer arkadaş oluyorlar. Anlamlandıramadığımız, adını koyamadığımız duygu ve düşüncelerimizi izlediğimiz sekansta ya da okuduğumuz paragrafta bulabilmemiz pek mümkündür. 'Umut etmenin yorgunluğu' söylemi gibi...


“Umut etmenin yorgunluğu… Güzel söz. Ben de yorgunum. Sanki uzun yıllar yaşamış gibi… Her şeyin süresi çok uzun geliyor burada. Dersin, teneffüsün, hafta sonunu beklemenin, gecelerin, her şeyin…”

-Kuru Otlar Üzerine, 2023