All of Us Strangers (2023)

Aşk, korkusuzluk ve uyandırılan hayaletlere dair.

Taichi Yamada’nın 1987 yılında çıkan Strangers adlı romanından uyarlanan All of Us Strangers yılın çokça konuşulan bağımsız yapımlarından biri. İngiltere’de geçen hikâye, film ve dizi senaristi Adam’ın yalnızlığa hapsolmuş, düş ve gerçeğin iç içe geçtiği hayatına odaklanıyor.


Adam Londra’da rezidans dairesinde yaşayan bir senarist. Hikâyeye başlarken yazma sıkıntısı çeken, dağınık ve düzensiz bir hayat yaşayan Adam’ı izliyoruz. Memnuniyetsiz ve sıkışmış durumda. Hapisten kaçmak için tünel kazmayı planlayan ama bunun için elinde hiç malzemesi olmayan bir mahkûma benziyor âdeta. Gerçi kaçsa da gidecek bir yeri olup olmadığından pek emin değil. 

Bir akşam rezidansta duyduğu yangın alarmı sesiyle dışarı fırlayan Adam genç bir adamın pencereden ona el salladığını fark ediyor. İzleyici olarak bizlerin dikkatini çekense Adam ve el sallayan adamın dışında koskoca rezidansta kimsenin yaşamıyor olduğu. Bu durum kuşkusuz Adam’ın kendini nasıl bir boşluğun içine gömdüğünü, benliğini hayatın akışından nasıl kopardığını güçlü bir şekilde gözler önüne seriyor.

Gecenin ilerleyen dakikalarında Adam’a el sallayan komşusu elinde bir şişe viskiyle Adam’ın kapısına geliyor. Harry ismindeki bu adam geceyi yalnız geçirmemek için Adam’la kalmak istiyor. Adam, Harry’den korkuyor ve onu evine almıyor. Bu kısımda Adam’ın yaşamaya dair çekingenliğini ve bastırdığı duygularını keşfediyoruz. Eşcinsel olan Adam hayatı boyunca gerçek bir ilişki yaşamaya cesaret bulamamış bir karakter. Harry’den etkileniyor ama içindeki dürtüler onu engelliyor. Harekete geçmek için hiçbir seçeneği kullanmıyor, fırsatlara sırt çeviriyor.

Filmin devamında Adam’ın bu denli tutuk biri olmasının birincil sebebini anlamaya başlıyoruz. Geçmişine saplanıp kalan Adam on iki yaşındayken bir trafik kazasında ebeveynlerini kaybetmiş. Onlarla yaşayamadığı zamanın, onlara aktaramadığı duyguların sancısını çekiyor. Anne ve babasının eksikliğini bütün benliğinde hisseden Adam sıkışıp kaldığı dünyasından kurtulabilmek ve özgürleşip arınabilmek için bir yol aramaya başlıyor. Bu arayış onu çocukken ailesiyle yaşadığı banliyö evine götürüyor.

Bundan sonra Adam’ın düşsel yolculuğuna tanık oluyoruz. Zihnindeki hayaletlerle yüzleşmek için çocukluğunun geçtiği banliyö evine giden Adam’ı babası ve annesinin ölmeden önceki son hâlleri ile karşılıyor. Oğullarının yetişkin hâlini gören ebeveynler heyecanlı bir şekilde Adam’ı daha yakından tanımak isterken Adam için bu ziyaret âdeta içinde gizli bir hazine barındıran sandığın açılmasına benziyor.

Adam’ın düşsel ziyaretleri arttıkça ailesine karşı duyduğu aidiyet yeniden diriliyor. Zaman zaman birbirlerini anlamakta güçlük çekiyorlar, empati kuramıyorlar ama duydukları sevgi hâlâ eskisi gibi. Aradan geçen kayıp otuz yıla rağmen Adam’ın onlara karşı hâlen çok kuvvetli hisler beslediğini fark etmesi hayatını yeniden keşfetmesini sağlıyor ve Harry’yle birlikte olmak için ona cesaret kazandırıyor. 

Filmin bundan sonraki bölümlerinde paralel iki hikâyeyi izliyoruz. Birinde Adam ve Harry arasında bir ilişki başlıyor ve gün geçtikçe mutlu bir çift hâline geliyorlar. Bu kısımda Harry’nin hayatındaki detayları da öğreniyoruz. Adam’ın aksine ailesi hayatta olsa da onlar tarafından istenmemesi Harry’nin de bir bakıma Adam gibi kimsesiz bir yaşam sürmesine neden olmuş, bu da aslında Harry ve Adam’ı birbirlerine yaklaştıran en önemli noktalardan biri. Paralel giden diğer hikâyedeyse Adam’ın geçmişinde paylaşamadığı, ailesi öldükten sonra da hepten içine gömdüğü sorunları ailesiyle yüzleşip çözüme kavuşturduğunu görüyoruz. Her iki hikâye akışında da Adam mutlu, özgüvenini kazanmış ve korkularından arınmış durumdayken bir anda düşler ve gerçekler birbirine karışıyor ve Adam için dengelerin büsbütün bozulduğu bir süreç başlıyor.

Adam’ın hikâyesinde Spike Jonze imzalı Her filminin ana karakteri Thedore’a benzer bir karmaşa hissettim film boyunca. Yalnızlıkları birbirine çok benziyor, ikisi de korkak ve gerçeklerle başa çıkmak için hiç ulaşamayacaklarını bildikleri arzu nesnelerine yöneliyorlar. Theodore için bu arzu nesnesi yapay zekâ Samantha iken Adam için ebeveynleri. Adam da tıpkı Thedore’un gerçekle yüzleştiği gibi yüzleşiyor içinde bulunduğu gerçeklerle, böylece hayatta korkulacak o kadar büyük bir şeyin olmadığının farkına varıyor ve yeniden doğuşu gerçekleşiyor.

Filmin son ânına kadar hiçbir duygunun yapaylık hissi yaratmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Her karakter ince ince örülmüş, canlı ve hayatın içinden. Olay örgüsü açısından son zamanlarda izlediğim en çarpıcı filmlerden biriydi. Filmin senaryosunu da yazan yönetmen Andrew Haigh’in harika bir uyarlamaya imza attığını söylemek abartı olmaz. Kariyerinde 45 Years ve Looking gibi başarılı film ve dizileri bulunan Haigh BAFTA ödüllerine aday gösterilmesine rağmen büyük ödül kazanamasa da böyle bir filmi dünyaya kazandırması bana göre daha anlamlı. 

Adam rolünde oynayan Andrew Scott ve Harry rolünü oynayan Paul Mescal’in performansları gerçek anlamda takdire şayan. İkisi de zaten kendilerini kanıtlamış dünya çapında oyuncular. Oynadıkları rollerin psikolojik zorluğunu mükemmel bir şekilde yansıtmaları ise bulundukları yeri ne kadar çok hak ettiklerinin bir ispatı. İki oyuncunun dışında The Crown dizisi ve Women Talking filmiyle tanınan Claire Foy ile Billy Elliot filminin yıldızı Jamie Bell de Adam’ın anne ve babası rollerini oldukça başarılı bir şekilde kotarmışlar. Özellikle Adam’ın annesine eşcinsel olduğunu anlattığı sahnede Claire Foy’un, Adam’ın babasına çocukken okulda uğradığı zorbalığı anlattığı sahnedeyse Jamie Bell’in sunduğu performanslar filmin bu kadar güçlü bir anlatıya sahip olmasındaki en büyük faktörler arasında.

Filme dair anlatılabilecek çok şey var. Başta insanlara içi dolu cümlelerle hayata dair sorular soruyor ve cevapları hayatın bütününe yayıyor. Bittikten sonra etkilenmemek mümkün değil, bununla birlikte izleyici olarak günler sonra da bazı sahneleri hâlâ aklınızın bir köşesine sakladığınızı hissediyoruz. Hem dinginliği hem de kaosu birlikte dengelemeyi başaran All of Us Strangers sadece 2024 yılında değil, uzun bir süre boyunca konuşulmaya değer.