Anadolu'nun Sesi: Cem Karaca
Gecenin nemi mi düşmüş gözlerine? Ne olur ıslak ıslak, bakma öyle
Anadolu'nun sıradışı çocuğu karşınızda.
Cem Karaca birçoğumuzun kalbinde taht kurmuş, sözüyle yorumuyla zirvedeki yerini hâlâ koruyan bir isim. Dün hayat hikâyesinin anlatıldığı filmi izledikten sonra kendimi bu satırları yazarken buldum. Kendimi bildim bileli çok severek dinlediğim birinin hayatını izlemek güzel bir deneyimdi.
Cem Karaca'nın hayatını film üzerinden değerlendirmek istiyorum. Çünkü tanınan isimlerin hayatını film yapma modası başladığından beri Bergen, Müslüm Gürses ve Barış Akarsu'yu anlatan filmleri izledim ve birçoğunda hayal kırıklığına uğramıştım.
Cem Karaca için çok farklı düşünüyorum çünkü onun direnişini, halkına karşı sevgisini çok güzel işlemişler film boyunca. Çocukluğundan başlayarak gençliği ve müziğe karşı ilgisini ilk andan beri sergilemişler. Askere gittikten sonra Anadolu'yu daha yakından tanıması, müziğinin bundan nasıl etkilendiği güzel aktarılmış. Cem Karaca'nın asi, kendine has hâli film boyunca hep hissediliyor. Özellikle çalıştığı gruplarla iletişim sorunları ve babasıyla restleşmeleri buna örnek. Her şeye rağmen kendi olabilmesi, bunu sürdürmek için verdiği mücadele çok kıymetli.
Karaca sanatçı ebeveynlerden ve varlıklı bir aileden geldiği hâlde müziğinde halkı ve emeğini işliyor. Bunu halktan gelen birinin yapması daha kolay ve olağanken Karaca'nın bu tavrını sürdürmesi ve bunun için ödediği bedellere değinilmesi beni çok mutlu etti. 1980 askeri darbesi süresince yaşadığı zorlukları ve Almanya sürecini birçoğumuzun bildiğini en azından duyduğunu varsayıyorum ama sürgün sürecinde neler yaşadı, neler hissetti bunu pek düşündüğümüzü pek sanmıyorum. Bu yüzden filmde bu meselenin üzerine bu kadar eğilmeleri bence çok kıymetli.
Karaca, Anadolu'nun sesi olmayı kendine şiar edinmiş ve bunun için ailesinden, çok sevdiği memleketinden uzak kalmış. O dönem yaşadığı buhranı, izlerken iliklerimize kadar hissediyoruz. Yaşadığı bu zorlu süreç sonrası ülkesine dönerken yaşadığı tedirginlik izlerken beni bu kadar üzdüyse Karaca bunu yaşarken neler hissetti tahmin bile edemiyorum.
Filmde ilgimi çeken çok fazla detay var bunun gibi. Ama en hoşuma gidenlerden biri ilk dönem konserlerine katılımla toplumsal konulara değindiği, işçi sınıfına destek verdiği dönem katılımın farkı. Özellikle İşçi Marşı'nı seslendirdiği sahnede kalabalık, çok yüksek ve coşkulu bir kitlesi var. Kalabalığın içinde elinde İngiliz anahtarı kaldıran bir işçi figuran var. Bu bence Karaca'nın hedeflediği kitleye ulaştığının bir sembolü. Benim açımdan bu detay bu yüzden çok kıymetliydi.
Ayrıca önemli detaylardan biri de Karaca'nın babasını kaybettiğini öğrendiği sahneydi. Empati kurarsak memleketimizden uzaktayız, halkımızın sesi olmak için kendimizden geçerek ağır bedeller ödemişiz ve babamız bizden kilometrelerce ötede ölmüş ama biz cenazesine bile yetişememişiz. Hatta annemiz gelip haber vermese bunu gazeteden öğreneceğiz. Bu sırada ülkemiz bizi vatandaşlıktan çıkarmış, bütün vatanseverliğimize rağmen kâğıt üzerinde bir vatanımız yok. Eğer filmi izleyecek okurlarımız varsa bunu göz önünde bulundurarak izlerlerse o acıyı hissedeceklerine eminim.
Filmi bu kadar güzel yapan bir diğer unsurun da İsmail Hacıoğlu'nun performansı olduğunu düşünüyorum. Film boyunca şarkıları İsmail Hacıoğlu mu yoksa Cem Karaca mı söylemiş ayırt etmekte ciddi anlamda zorlandım. Araştırmalarım sonucunda bütün kayıtların İsmail Hacıoğlu'na ait olduğunu ve bunun için üç yüz saatten fazla çabaladığını öğrendim. İşte o an ayırt etmekte neden bu kadar zorlandığımı anladım. Genel anlamda çok güzel bir filmdi. Oyuncu kadrosu çok iyiydi. İzleyeceklere fikir olsun istedim. İzleyeceklere iyi seyirler dilerim.
Yazıyı okurken eşlik etmesi için favori Cem Karaca kaydımı da sizler için buraya bıraktım :)