Antikahramanlar: Kusurlu Karakterlerin Gücü ve Kadınların Gecikmiş Yükselişi

Edebiyat ve sinemada kadın antikahramanların yükselişi

Antikahraman (İngilizce: antihero), edebiyat ve sinema başta olmak üzere günümüz popüler kültüründe, geleneksel kahramanlara tamamen zıt özellikler taşıyan baş karakterleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Olumsuz niteliklere sahip bir başkahraman olarak da tarif edilebilir. Tipik bir antikahraman, "karanlık üçlü" olarak bilinen kişilik özelliklerine sahiptir: narsisizm, psikopati ve makyavelizm.

Her ne kadar "antikahraman" terimi, 20. yüzyılın sonlarında edebiyat ve sinema dünyasında yaygınlaşmış olsa da, ilk kez İngiliz yazar Richard Steele'in 1715'te yayımladığı The Lover (Sevgili) adlı eserinde kullanılmıştır.

Antikahraman, "kötü adam" (villain) ile karıştırılmamalıdır. Antikahraman, acımasızlık, alaycılık, bencillik, kötümserlik ve toplum değerlerine karşı kayıtsızlık gibi özelliklere sahip olabilir; ancak klasik kahramanlar gibi belirli bir amacı gerçekleştirmek için hareket eder. Görevlerini yerine getirirken kullandıkları yöntemler ise geleneksel kahramanlardan oldukça farklıdır. Bu nedenle, seyirci veya okur onlarla tam anlamıyla özdeşleşemez; ancak tamamen de dışlayamaz.

Edebiyatta ve Sinemada Birkaç Antihero karakterlere bakalım;

Travis, Taxi Driver

Jean Reno, Leon

Michael Corleone (The Godfather üçlemesi)

Tyler Durden, Fıght Club

Severus Snape, Harry Potter Serisi

Polat Alemdar, Kurtlar Vadisi

Behzat Ç

İnce Memed, Yaşar Kemal

Raskolnikov, Suç Ve Ceza

Don Kişot, Miguel de Cervantes

Bu hususta Şuna dikkat etmek istiyorum. Genel olarak edebiyatta ve sinemada kadın Antihero karakterlere rastlamak çok güç. Çünkü Kadın karakterler, tarihsel olarak daha çok geleneksel roller içinde tasvir edilmiştir. Merhametli, fedakâr, duygusal ve ahlaki açıdan “kusursuz” olarak gösterilmeleri, onları antihero olma potansiyelinden uzaklaştırmıştır. Erkek antihero karakterler genellikle agresif, bencil ve çıkarcı olabilirken, kadın karakterlerden hâlâ belirli ahlaki normlara uymaları beklenmekte.

Edebiyat ve sinema tarihine bakıldığında, çoğu büyük anlatının erkek bakış açısıyla şekillendiği görülür. Özellikle suç, aksiyon ve drama türlerinde erkek karakterler baskındır. Bu anlatılar içinde antihero karakterlerin gelişimi de büyük ölçüde erkek odaklı olmuştur. Kadın karakterler ise genellikle ya saf kahraman ya da antagonist olarak konumlandırılmıştır.

Bir diğer sebepte Kadın antihero karakterler yaratıldığında, genellikle erkek muadillerine kıyasla daha fazla eleştiriyle karşılaşırlar. Breaking Bad’in Walter White’ı veya House of Cards’ın Frank Underwood’u gibi erkek antiheroların zalimliği genellikle zekâ ve hırs olarak övülürken, benzer niteliklere sahip bir kadın karakter “fazla itici” ya da “sevimsiz” olarak görülebilir. Örneğin, Gone Girl'deki Amy Dunne veya Killing Eve'deki Villanelle gibi karakterler hem hayranlık hem de tepki çekmiştir.

Son yıllarda bu durum yavaş da olsa değişmeye başlamıştır. Fleabag’in Phoebe Waller-Bridge’i, Killing Eve'in Villanelle’i ve Gone Girl'ün Amy Dunne’ı gibi karakterler, kadın antiheroların ne kadar ilgi çekici ve karmaşık olabileceğini göstermiştir. Bu tür karakterlerin popülaritesi arttıkça, gelecekte daha fazla kadın antihero görmemiz muhtemeldir.

Yukarıdakilere ek birkaç örnek daha vermek istedim:

Marvel, Karadul

Harley Quenn

Firdevs Hanım, Aşk-ı Memnu

Jane Eyre (Charlotte Brontë) – Bertha Mason

Anna Karenina, Tolstoy

Şahika, Avrupa Yakası

Ferhunde, Yaprak Dökümü

Peki Kadın Antihero karakterlerin artmasının önemi nedir?

kadın karakterlere tek boyutlu, ahlaki açıdan mükemmel ya da sadece mağdur rollerinin ötesinde karmaşıklık kazandırır. Antihero kadın karakterler, kadınların da çelişkiler, hatalar ve ahlaki ikilemler içinde var olabileceğini göstererek toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamaya yardımcı olur. Bu tür karakterler, kadınların sadece toplumun beklentilerine uyan rollerde değil, güçlü, hırslı ve bazen etik dışı kararlar verebilen bireyler olarak da temsil edilebileceğini kanıtlar. Böylece kadınların daha geniş bir karakter yelpazesinde temsil edilmesi sağlanarak, medya aracılığıyla toplumsal algılar dönüştürülebilir.