Ö. Lütfi Akad Sinemasında Kadın Temsili: Vesikalı Yarim Üzerinden Bir İnceleme

Ö. Lütfi Akad'ın aşkı yeniden tanımladığı 'Vesikalı Yarim' filmiyle ahlak dışı olarak kabul edilen bir aşkın öyküsüne tanık oluyoruz.


Türkiye'de sinemanın sanat olarak kabul edildiği ilk dönem 1950'li yıllarda 'Sinemacılar Dönemi' olarak karşımıza çıkar ve kuşkusuz bunun ilk temsilcisi Ö. Lütfi Akad olmuştur. Kendine has estetik dili, ağır dıram ve gözyaşı içeren bu melodramlar elbette ki o dönemler çok ses getirmişti. Özellikle aşkı yeniden tanımladığı 'Vesikalı Yarim' filmiyle geleneksel olmayan, ahlak dışı olarak kabul edilen bir aşkın öyküsüne tanık oluyoruz.

Klasik Yeşilçam vurgularının da yer aldığı bu film aslında mutlu sonla bitmeyen, toplum tarafından kabul görmeyen bir mesleği olan çok güzel bir kadın (Sabiha) ve geleneksel, erkek egemen bir ailenin içinde yer alan, 'semt delikanlısı' diyeceğimiz türden evli bir adamın (Halil) aşk hikayesi. Sabiha ve Halil'in yaşadığı bu dramatik imkansız aşk bize o dönemlerde hem kadın üzerinden hem de aile kurumundaki kadın rollerinden manzaralar sunuyor.

Kısaca özet geçmek gerekirse Sabiha; pavyonda çalışan güzeller güzeli bir konsomatris, Halil ise evli, iki çocuk babası, genelde görmeye aşina olduğumuz 'ağır abi' tiplemesi olarak karşımıza çıkar. Sabiha, Yeşilçam'daki o tanıdık kadın karakterlerin aksine masum, hor görülen, acınası diyebileceğimiz bir kadın tiplemesi değildir. Nerden geldiği 'bu yola' nasıl düştüğü bilinmeyen ve geçmesi hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığımız bir karakterdir. Kadırga'da esnaf olan Manav Halil bir gün arkadaşlarıyla Beyoğlun'a pavyona gider ve Sabiha ile orada karşılaşır. Yeşilçam klişelerinden de bildiğimiz üzere bu ilk görüşte aşktır. Halil yaşadığı mütevazi hayatında onun tabi ettiği gibi böylesine güzel kokulu, esanslı ve boyalı bir kadın yoktur. Sabiha o yıllardaki modern kadının göstergesidir ve Halil'in geleneksel hayatı içinde bir kopma yaşamasını sağlar. Halil o gece Sabiha ile sabaha kadar dolaşır ve Sabiha'nın evine gelirler. Aralarında hiçbir şey geçmez. Sabah olduğunda Halil evine gider, kendi dünyasına dönmüş olur ta ki elinde bir meyve sepetiyle pavyonun yolunu arşınlayana kadar. Sabaiha bu durum karşısında Halil'i küçümser, içten içe alay eder. Halil onunla gitmesi için para verdiğini söyleyince aralarında bir kavga çıkar ve Halil bütün gece onun çıkmasını bekler pavyonun önünde. Sabiha ise Halil'i onu beklerken gördüğünde hiç kuşkusuz elinden tutar ve beraber giderler.


Bu gerçek ama bir o kadar da çelişkili aşkın kısa bir süre içinde aslında nasıl bir yanılsama olduğunu fark edeceklerdir. Halil tamamen geleneksel yaşamından, manavından, evinden ve ailesinden kopmuştur. Sabiha ile yeni bir yaşam kurmak için limon satar eve bir şeyler alır. Sabiha da işe gitmemeye başlar. Aslında o modern kadın figürü kendi içinde geleneksel bir kadın rolüne bürünür. Çamaşır yıkar, ütü yapar ve sadece Halil için süslenir. Halil o evde yaşamaya başladığında 'İşte şimdi bir ev gibi oldu. 'Daha önce bir barınaktan farksızdı burası benim için' der. Tamda toplumsal olartak kabul edilen bu cinsiyet rolünü hep bunu istiyormuş gibi üstüne geçiriverir Sabiha. Sadece onun için süslenmesi, giyinmesi ve boyanması erkek egemen açıdan ilk teslimiyet örneğini gösteriyor bize.


Kadın erkeği için her şeyden vazgeçmeli, onu memnun edebilmeli düşüncesi Sabiha'nın 'benden memnun musun' sorusuyla karşılık bulur. Aslına baktığımızda bu modern kadın olarak çıkan karakter aile olma, evinin kadını olma arzusuyşa kendini erkeğinin bir adım gerisinde konumlandırmış, onun memnuniyetini her şeyin üstünde tutmuştur. Bir bakıma erkeğine tamamen teslim olmuştur. Sabiha'nın Halil ile ilgili kuşkuları artmaktadır ve evli olduğundan şüphelenir. Onun evli olduğu gerçeğiyle bile yüzleşemeyecek kadar seviyordur onu. Ama bu kuşku tutarsız davranışlara ve daha sonra Halil'in evli olduğunu öğrenmesiyle son bulacaktır. Evinden, manavından, ailesinden ayrılan Halil, geriye kendi evine döndüğünde bile evde bekleyen karısı ve çocukları onu sorgusuz sualsiz kabul eder. Evde çocuklarıyla her nereye giderse gitsin kocasını bekleyen bu kadın tiplemesi tamda görmeye aşina olduğumuz fataliter bir karakter olarak gözler önüne seriliyor. Halil'in ailesine geri dönmesiyle aile kurumunun tekrar yüceltildiğini ve devam ettiğini görürüz.


Bu aslında o dönemin de kaçınılmaz bir gerçcğidir. Erkek hovardalık yapabilir ama ne olursa olsun eşi onu evde bekler ve erkek yuvasına her zaman geri döner. Bu aşkın imkansızlığı hiçbir zaman Sabiha'nın konsomatrisliği veya toplum nezdinde 'düşmüş bir kadın' olmasıyla alakalı değil aksine Halil'in evli olması buradaki kırılmadır. Sabiha o bildik 'femme fatale' kadın karakterleri gibi görünse de aslında durum böyle değildir. Aşkı için uğraşır fakat Halil'in ailesinin olması onun için aşılamayacak bir engeldir. Her ne olursa olsun Halil için bir adım ileriye gittiğinde şu sözleri duyarız ' Başka bir kadın olsaydı kolaydı, baş ederdim ama aileyle baş edilmez...' Farklı iki tip kadın temsilinde de aslında nasıl da günlük hayatta aynı performansları sergilediklerini ve bu rollerin nasıl pekiştiğini görürüz. Lütfi Akad o dönemin gerçeklerini derinlemesine ve sanatsal bir üslupla gözler önüne serer. Her ne kadar konu Sabiha ve Halil'in aşkı olsa da melodramlar daha çok erkek egemen bakıştan erkeği yücelten bir anlatı yapısına sahiptir.