Apolonia Apolonia
"Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!"
Aynaya bakmayı sevmeyen birini görseydim, onunla biraz konuşmak isterdim. Belki de bir yabancı olurdu bu kişi, sevmediğim bir şehirde karşılaşmış olurduk belki. Ya da belki yıllardır tanıdığım birinin gecikmiş bir itirafı olurdu, bu kendine bakmaktan hoşlanmama durumu. Ona ne kadar bakılası bir yüzü olduğunu anlatmazdım ama. Kendini sevmesi için onu sevmezdim. Suçlamazdım onu, dinlerdim. Sadece dinlerdim. Kendini anlatmasına izin verirdim. Belki anlayamazdım, belki sıkılırdım. Belki kimseler anlayamazdı bu kadar güzel insanların neden aynalara kızgın olduğunu. Ya da belki hiçbirimiz dinlemezdik, nihayetinde günün sonunda herhangi birer insan olduğumuz için.
Saçını biraz çiğ bir renge boyamış olabilir bu kişi yanlışlıkla, belki kahkül kesmiştir. Yakışmamıştır elbette, hangimize ikinci gün uyandığımızda yakıştı ki kahkül? Belki sevmediği bir yeri vardır kimsenin umurunda bile olmayan ancak onu kendinden uzaklaştıran. Aynaya bakmayı seven biri için bu insanı anlamak zor olabilir. Ama bir şekilde ve bir nedenle görmek istemiyorsa insan kendini, kim ne yapabilir ki? Aynalarda anıları varsa da, canı yanıyordur belki. Olamaz mı, olabilir.
Peki ya hayatını bir kameranın önünde yaşayan biri için işler nasıldır? Kendi gözlerinden kaçmak bir yana dursun başka birinin gözlerinin içine bakarak olduğun kişi olabilmek mesela, nasıldır? Yalanı kaldırımlara tüküren insanların ortasında böylesi olmak oldukça cesurca bir duruş sanırım. Aynaya bakmak, bakmamak, kalabalık bir yerde rezil olmak, yanlış kararlar vermek, belki de doğru kararların sıkıcılığında hayatı kaçırmak. Hepsini bir lensin önünde yaşamak cesurcadan öte aptallık da olabilir. Yani kimileri böyle de düşünebilir elbette. Ancak ben oldukça düşündüm bu konu üzerine ve nihai kararım; herkes böylesi özgür olabilseydi belki daha çok kuş konardı yollarımıza.
Film boyunca gözlerimizin içine baktığı için mi yoksa tüm hayatını bizimle paylaştığı için mi bilemiyorum ama, Apolonia bir şekilde usulca dizlerini dizlerimize değdiriyor gibi. Hani bağdaş kurup sohbet edilen zamanlar olur ya, hangi saat olursa olsun güneş doğar sonunda. Ya da romantik bir buluşma için gidilen butik mekânın küçücük beyaz tahtalı masasında dizler sessizce kavuşmuştur çoktan burunlar hafif kızarmışken. Öylesi bir duygu uyandırıyor Apolonia.
Pek de modaya uygun sayılmayan kıyafetlerini, sevdiği marjinal ve belki de tekinsiz insanları, yaşadığı derme çatma tiyatroyu, tabiri caizse süründüğü yılları izlemekten fazlası oluyor perdede. Kendinde kusur saymadıklarını görüyoruz, belki aynalara bakamayanların bile aklına gelmeyecek eksikliklerini görüyoruz hiçbiri umrumuzda olmadan. Başta şaşırıyoruz ancak sonradan alışıyoruz, kendine dokunmasından çok bize dokunmasına izin veriyoruz. Özgürlük oluveriyor ayıp sandıklarımız, dokunuşlarımız ve sandıklarımızdan anlayamadıklarımız.
Ve bir insanı sevebilmeyi hatırlıyoruz mesela tüm bunlar olurken. Her parçayı uygun yere koymanın anlamsızlığından bunalıp sadece her şeye, herkese daha yakından bakabilmeyi istiyoruz. Oldurmaktan öte olanı görebilmeyi, sığdırabilmeyi değil de içimize taşanları sevmeyi önceliğe alıyoruz. Mükemmel olanı aramanın anlamsızlığını sorguluyoruz. Bazen masum bir bakışın hissettirdiği Ankara kokusu, bazen yalnızca iki kişinin duyabildiği müzikteki bir vals, bazen yağmur yağarken sığınılan sıcak bir yer. Bunların gösterişli olan herkesten, her şeyden çok daha kıymetli olduğunu hissedebiliyoruz. Anlam aramayı bıraktığımız yerde bazı parçalarımızla karşılaşıyoruz doğru yeri bulmaya çalışırken yıpranan ve bir daha hiçbir yere uymayan. Ne hâlde olduklarını sormuyoruz, bir hatıra gibi davranmıyoruz. Kabulleniyoruz yalnızca ve dokunmaktan korkmuyoruz, Apolonia'dan öğrendiğimiz gibi dokunuyoruz kendimize.
Hataların, kusurların, yanlışların engel olduğunu sandığımız mutluluğu inşa etmesine şaşırıyoruz izlediğimiz bu 116 dakika boyunca. Kendimize dönüyoruz ve içten içe seviyoruz bile o an. Hatta bir rüya görseydik eğer Apolonia olurduk belki de yalnızca bir gece için. İzin verirdik belki yolumuza kuşlar konmasına. Öyle güzel olurduk ki kuş koysunlar yollarımıza.