Nilgün Marmara ve Ölüm Üzerine “Sahneden çekilirken yaşamıma karışmış herkesi selamlıyorum.”
Edebiyatımızın biricik şairlerinden Nilgün Marmara'nın bakış açısıyla birlikte; depresyon, intihar, ölüm arzusu ve yalnızlık üzerine...
1948’de İstanbul’da doğmuş olan Nilgün Marmara, kendi yaşam oyununu kendisi noktalamış ve 13 Ekim 1987’de selamını vererek sahneden ayrılmıştı. Bu vedanın sebebini açıkladığı intihar mektubunaysa, “Her gün kötücül bir düşü kurmak ve onu taşımak artık kılgıyı gerektiriyor.” Diyerek başlamıştı.
Bu düşü zor zamanlarında bir çoğumuz kursa da bunun her güne bir kanser gibi yayılması, sonunda kaçınılmaz bir ölümü getirebiliyor. Depresyon oranlarının gittikçe arttığı ve hala yeterince ciddiye alınmadığı zamanımızda da bu kılgıya ittiğimiz birçok insan olduğu su götürmez bir gerçek gibi görünüyor.
Peki bu gitme arzusunun, bu ölme hayalinin sebebi neydi? En azından Nilgün Marmara adına konuşacak olursak; varoluş sancısının bu arzuda büyük bir rol oynadığını söylemek yanlış olmaz. Şiirlerinde de sıkça karşılaştığımız karamsar atmosfer; ölüm arzusu, yalnızlık, acılar, var olmaktan duyulan hüsran bizi bunu düşünmeye yönlendiriyor. İntihar mektubunda da bu düşüncemizi onaylayacak satırlarıyla karşılaşıyoruz:
“Her anın niye’sini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu! Çocukluğun kendini saf bir akışına bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte! Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanamaz, bu nedenle tüm sevdiklerime elveda diyorum.”
Burada intihar sebebi; ne intikam, ne travma, ne istismardır. Ölümü bir kurtuluş yolu olarak çıkartır Marmara karşımıza. Bu da önemli bir soru doğurur: İntihar sahiden bir çıkış yolu olabilir mi? Bu soruyu evet veya hayır diyerek kestirip atmak pek mümkün değil. Ancak “Kesinlikle evet” demek ne kadar zarar vermeye açık bir cevapsa “Kesinlikle hayır” demenin de öyle olduğu kanaatindeyim. Şayet büyük bir acıyla baş etmeye çalışırken bundan kurtulmak için canını feda edecek kadar ileriye gitmiş bir insana “Bu işin kolay yoludur, yaptığın yanlış, bu mu derdin” gibi empati çabasından dahi yoksun cümlelerle gitmek, o kişilere kendini daha da yetersiz, kötü veya yalnız hissettirebilir. Ölmüş birinden bahsediliyorsa da çektiği acıyı küçümsemek, saygısızlık etmektir. Bundan çıkaracağımız sonuç, evet cevabını vermek değil, yalnızca yardım edilmeye çalışılan kişileri anlamak yerine kalıp cümlelerle yardım etmeye kalkmanın bazen ne kadar “ölümcül” sonuçları olabileceğinin altını çizmektir. Ki şu an bahsettiğimiz yazarımız Nilgün Marmara’nın da şiirlerinde sıkça gözümüze çarpan temalardan biri yalnızlıktı. Marmara bunu fizikselden ziyade, zihinsel bir yalnızlık olarak kullanıyor sanki. Küçük İskender’in
“Neden bu kadar yalnızım?” diye sordum Tanrıya, “Senin ağacından orman olmaz.” Diye yanıtladı. dediğinde hissettiği yalnızlıktan, kalabalıktaki yalnızlıktan, anlaşılamamanın yalnızlığından...
Empatiden yoksun cümleler ve onların sonuçları konusu da tam olarak bu yalnızlığa parmak basıyor işte. Acı çeken, anlaşılmadığı için yalnızlık hissediyor olabilecek birine “Kesinlikle hayır!” demenin ve bunu, anlamaya dahi çalışmadan, ezberlenmiş cümlelerle yapmanın onun acısını azaltmasını nasıl bekleyebiliriz ki?
“Yabancıların en yakınıydın sen.” (Nilgün Marmara – Eşi Kağan’a ithafen)
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun olmuş olan yazarın bitirme tezi de önemli noktalardan biri. Çünkü, “Sylvia Plath’in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” adlı tezinde konu edindiği yabancı yazar Plath’in Marmara üzerindeki etkisini, yayınlanmış şiirlerinde, hayata dair görüşlerinde, hatta ve hatta ölümünde tekrar görürüz.
İki yazarımızda da sıkça karşılaştığımız kavramlar arasında: Ölüm, yalnızlık, sıkıntılar, acılar, varoluşsal sorgulamalar ve toplumsal sorunlar vardır. Ancak burada karamsar olan şey ölüm kavramı sanılmasın. Yazarlarımızın burada karamsarca işlediği ölümden ziyade yaşamdır. Tıpkı Sylvia’nın Ölüm şiirinde yaptığı gibi; Marmara’nın da ölümü şiirlerinde bir korkuyla değil, huzurla bağdaştırdığını görürüz. “Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!” der, var olmanın acısı ve yok olmanın özlemiyle. Kimsenin, kimseye yakıştıramadığı ölümü kendi yüreğine pek yakıştırır “Nasıl da biçilmiş kaftan ölüm, bu solgun yürek için.” sözleriyle.
Evinin penceresinden atlayarak intihar eden şair ardında bıraktığı mektupla da sevdiklerine veda ederek hiçbirinin suçlu olmadığını ve böyle hissetmemelerini temenni eder. Var olmaktan kurtulmak adına kendini yok etmiş olan şairimiz ölü bedeninin varlığı düşüncesinden bile haz edememiş olacak ki, cenaze istememiş ve cesedinin yakılmasını istemiştir. Ama bu istekleri yerine getirildi mi diye soracak olursanız, bu sorunuzu Karacaahmet Mezarlığına gidip kendiniz cevaplayabilirsiniz…
Kuş dolu yollarınız olması dilekleriyle,
Zeynep Canik