ARGO
Bu yazıda 2012 yılında gösterime giren, toplamda 3 dalda Oscar’a layık görülen Ben Affleck imzalı ARGO isimli filmi inceliyorum.
Bu yazıda 2012 yılında gösterime giren, En İyi Film dahil toplamda 3 dalda Oscar’a layık görülen Ben Affleck imzalı ARGO isimli filmi inceliyorum.
Geçenlerde dijital platformlarda dolaşırken daha önce hiç izlemediğim nadir filmlerden birine denk geldim. Bu film başlıkta da gördüğünüz üzere 2012 yılında vizyona girmiş, gerçek olaylara dayanan dramatik gerilim filmi ARGO veya ülkemizdeki adıyla Operasyon: ARGO’ydu. İzlemeden önce sadece Ben Affleck’in başrolünü oynaması ve yönetmeni olmasıyla değil, aldığı üç farklı Oscar’la da ilgimi çekmeyi başarmış olan bu filmin konusu günümüzde de sıkça haberlerde seyrettiğimiz İran’la yakından alakalı. Zira bu film İran’da İslamcı devrimin ilk yaşandığı dönemde ABD ile İran arasında yaşanan ve 444 gün süren Rehine Krizi’ne odaklanırken, ABD Büyükelçiliği’nden son anda kaçıp Kanada Büyükelçiliği’ne sığınmayı başaran 6 diplomatın sahte bilim kurgu filmi sayesinde kurtarılmasının hikayesini anlatıyor. Film Ben Affleck’in oldukça başarılı bulduğum yönetmenliğiyle bu hikayeyi ziyadesiyle başarılı biçimde aktararak, biz seyircilere 2 saatlik harika bir deneyim sunuyor. Hikayeye konu olan sahte bilimkurgu ise filme adını veriyor: ARGO.
Ocak 1978’deki devrimin ardından ABD’nin İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’yi koruma altına almasına tepki olarak devrim yanlısı gurupların 4 Kasım 1979’da ABD Büyükelçiliği’ni basışıyla başlıyor bu harika film. Bu sahne dahil pek çok sahneyi filmin bire bir aktardığını söyleyebilirim. Zira, ufak bir araştırmanın sonunda internetten sizlerde film ile gerçekliğin inanılmaz benzerliklerini görebilirsiniz. Teknik anlamda bu filmde de Hollywood filmlerinin alışık olduğumuz kalite standartlarının rahatlıkla yakalandığını görüyoruz. Filmdeki oyuncu seçimleri, sahneler, kostümler vb. hemen her şey o dönemin gerçekliği ile başarılı bir biçimde örtüşmekle birlikte; özellikle son sahnelerde gerilimi artırmak amacıyla gerçekçilikten uzaklaşıldığını ve hatta bu sahneleri komik bulduğumu dahi söyleyebilirim. Yani, Allah aşkına, askeri jiple pist üzerindeki uçağı yakalamaya çalışmak nedir ya!
Filmi genel hatlarıyla beğenmekle birlikte, her ne kadar sinema bölümü mezunu olmasam da şunu net biçimde belirtmeliyim. Bana kalırsa bu filme verilen Oscar’lar büyük ölçüde balon. Değil 3, 1 Oscar’ı bile hak edip etmediği, Oscar’ların verilebileceği daha iyi filmlerin o yıl ödüllerde yarışıp yarışmadığı benim açımdan tartışmalı. Bu filmin büyük oranda işlediği konu sayesinde En İyi Film, Uyarlama Senaryo ve Film Kurgusu Oscar’larını kazandığını düşünüyorum. Konu gerçekten ilgi çekici ve gerçekten İran’daki rejimi biraz aklı ve vicdanı olan hiç kimsenin savunacağını düşünmüyorum. Bununla birlikte benzeri rejimlerin olduğu başta Körfez’dekiler olmak üzere, pek çok ülkeye Amerika Birleşik Devletleri’nin ve İsrail’in hiçbir eleştiri getirmediklerini biliyoruz. İran’da İslam Devrimi yaşanmasının ardından ABD’nin büyük, İsrail’in ise küçük şeytan ilan edildiğini hepimiz biliyoruz. Devrimden önceki Amerikancı Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin aynı isimli oğlu ise bugün hala batı himayesinde ve İran rejiminin yıkılıp yeniden başa geçeceği günü bekliyor. Tüm bu anlattıklarım bağlamında filmin rahatlıkla olayları büyük ölçüde tek taraflı anlattığını söyleyebilirim ama bu bir sürpriz olmasa gerek.
Sonuç olarak; bu filmin oyuncu olduğu filmlerden ziyade yönetmen veya senaristliğini üstlendiği yapımları daha çok beğendiğim Ben Affleck’in bir diğer kaliteli filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz. CIA’in filme konu olan kurtarma operasyonunun sahte bir bilim kurgu filmi oluşu ve filmin içinde film durumunu izlemek bir keyif, ülkemizden usta oyuncu Muhammed Cangören’i kısa rolüne rağmen Farsça konuşması ile izlemek ise ayrı bir keyifti benim için. Konu ilgi çekici, film sahte, operasyon ise gerçekti. E daha ne ister insan?