Rota oluşturuldu: Yol Filmleri

''Gitmek zorunda olanlara adanmıştır. Yolda görüşürüz.''

Yol filmleri, kahramanların yolculuklarını anlatır. Bir noktadan diğerine giderken yolda karşılaştıkları zorlukları, mücadeleleri izleriz. Kahramanın radyosundaki şarkıya, penceresindeki manzara eşlik ederiz. Her zaman sorunların çözüme kavuşması da gerekmez, bazen başlangıçtaki sorun bir durakta bambaşka bir şeye evrilir. Değişmeyen tek şeyse, hissedilen özgürlük hissidir. Sizi bir duraktan alır, nereye gideceğini söylemeden yola devam eder.

Yol filmleri denilince akla ilk gelenin Abbas Kiyarüstemi olması kaçınılmazdır. Kendinizi bazen bir arabanın yan koltuğunda bazen tozlu bir yolda bulursunuz. Gündelik hayatın olağan dramı felsefik bir konuşmayla başlayarak sohbete davet eder sizi. Zamansal olarak çok da başı sonu belli olmayan bir arayışın içine düşmek kaçınılmaz hale gelir. Önemli olanın sonuç değil, arayış-yolculuk olduğunu öğretir size.

Hayatın kendisiyle son derece benzer olan, karakterlerin kendilerinin bir yolculuk haline geldiği 4 film önereceğim.

1- NOMADLAND (2020)

93. Akademi Ödülleri’nin en iyi filmi, Chloé Zhao’nun Jessica Bruder’ın kitabından uyarlayarak kurgu ve belgeseli harmanladığı bir baş yapıt. Nomadland, Fern adında orta yaşlı bir kadının yolculuğunu anlatıyor. Verilen bir kaybın ardından yola çıkıyor Fern, tek bir kayıp da değil bu. Açılış cümlesiyle maddi ve manevi olarak verilen kayıpların, ülkenin ekonomik durumuna da vurgu yapılıyor.

Fern’ün yolculuğunda asıl odaklanılan konular ev ve aidiyet sorunu. Başlangıçta evsiz olarak gördüğümüz karakter daha sonra bizzat kendi ağzından böyle olmadığını vurguluyor. Eve atanan tanımı sorgular hale geliyoruz. Fern’ün kendini ait hissetmediği yerlerde biz de eğreti duruyoruz.  

Fern’ün içinde bulunduğu mekanlardaki, çalıştığı işlerdeki geçiciliği, güvencesizliği hep hissediyoruz. Sürekli değişen, dönüşen bu göçebe hayatı romantikleştirmeden gözler önüne seren Zhao, Fern’e şevkatle yaklaşıp, onun içsel yolculuğunun da bir parçası olmamızı istiyor.

Fern’ün yolculuğuna katılırsanız eğer, ‘’Yolda görüşürüz.’’

2-  WENDY AND LUCY (2008)

Alaska’da iş bulma umuduyla köpeği Lucy ile yola çıkan Wendy, Oregon’a geldiğinde arabası bozuluyor. Wendy, cebindeki azıcık parasıyla, harcadığı her kuruşun hesabıyla yolunda ilerleyen, yolda bulduğu boş tenekeleri satarak üç-beş kuruş kazanmaya çalışan bir karakter. Doğru düzgün karnını doyurduğunu bile görmüyoruz. Asıl kötü şeylerin başlaması da yemek meselesiyle ortaya çıkıyor. Lucy için yemek almaya çalıştığı sahne kötü şeylerin başlangıcı oluyor. 

Kelly Reichardt sinemasının, yavaş sinema anlayışının en iyi örneklerini verdiğine değinmemiz gerekiyor bu film için. Sakin sakin derdini anlatıyor, acele etmeden izliyoruz karakteri ve gündelik sorunları oldukça realist bir bakışta eritiyoruz. Reichardt’ın üçüncü uzun metrajı olan bu filmde, İtalyan Yeni Gerçekçiliği'nin de esintilerini görmeniz muhtemel. Hatta Umberto D. (1952) ile bitiş-başlangıç sahnelerinin benzerliği kristal bir an yaratıyor.

Film, geçmişini doğru düzgün bilmediğimiz, yolda karşılaşıp Oregon’daki durağında yaşanmışlıklarına şahitlik ettiğimiz bir karakter üzerinden, Amerika’nın ekonomi/politik durumu üzerine de söylem üretmekten geri kalmıyor. Amerikan sisteminin vatandaşlarını yüz üstü bırakışı, köksüzlük, aidiyetsizlik ve yoksulluk üzerine sakin gözlemci bir kamerayla baş başa kalacaksınız. 

Wendy’nin kendisinin bir yolculuğa dönüşmesi üzerine olan bu hikâyede, her şeyini kaybetse de yolundan dönmeyen açık ve kararlı bir son bekliyor sizi.

3- TASTE OF CHERRY (1997)

Yönetmeni, senaristi ve yapımcısı kendisi olan Abbas Kiyarüstemi filmi. 1997 yılında Altın Palmiye ödülü alan, umutla umutsuzluk arasında bir film. Tozlu Tahran sokaklarında arabasıyla dolaşan Badii Bey’in düşüncelerinde kaybolduğumuz bir film. İntihar etmeyi düşünen bu adam, kendisine bir yardımcı arıyor. Yolda otostop çeken insanları arabasına alıp, sohbete başlıyor ve para karşılığı üzerine toprak atacak birisini arıyor. Arabasına binen insanları ikna etmeye çalışırken filmin en can alıcı cümleleri ortaya çıkıyor.

Son olarak arabasına, çocuğu hasta bir adam olan Bagheri Bey biniyor. Buradan sonrası filmin umut ve umutsuzluğunun çarpıştığı, sinematografinin iki farklı karakterin özellikleriyle yoğurulduğu sahneler. Bagheri Bey’in yol boyunca bitmek tükenmek bilmeyen konuşma istediğiyle, Badii Bey’i vazgeçirmek için anlattığı dut hikayesi yolculuğun sonunun nasıl geldiğini anlamamızı engelliyor.

Filmin adı Kirazın Tadı olsa da, aslında anlatılan hikaye dut hakkında.

Filmin sonunu izleyicisine bırakan Kiyarüstemi, bir kez daha dutun tadını almak için ölümle yaşam arasında seçim yapmanızı istiyor adeta. 

4- HIT THE ROAD (2021)

2021’de Cannes Film Festivalinde yarışan, bu yıl 41. İstanbul Film Festivali’nin Genç Ustalar kategorisinde de olan Panah Panahi’nin ilk uzun metrajlı filmi. İran sinemasının geleneklerinden beslenen, oldukça tanıdık olsa da izlediği yolda kendi üslubunu bulan bir yol filmi. 

Başlangıcıyla, babası Jafar Panahi’nin filmlerini ve Abbas Kiyarüstemi’nin filmlerini hatırlatıyor olsa da film ilerledikçe Panah Panahi’nin kendi sesini, üslubunu duymaya başlıyoruz. 4 kişi ve bir de köpek var karşımızda. Ayağı alçıda bir baba, hüzünlü bir anne, arabayı süren sessiz abi ve yol boyunca parti devam etmeli diyen bir çocuk, hasta bir köpek. Filmin ilk yarısı boyunca sürekli şarkı söyleyip dans eden küçük çocuk, zorunlu bir göç öyküsünün size ulaşması gereken hüznünü engelliyor ama ikinci yarıda puslu son kaçınılmaz oluyor. 

2001: A Space Odyssey esintileriyle bir kırılma anı yaşayıp, hüzünlü bir son yapan Hit the Road, 3 Haziran’da vizyona girecek. Yer yer eksiklerini hissetsek de Panah Panahi’nin bu ilk uzun metrajı buruk bir gülümseme bırakacak cinsten.