Atalarını Karşılaştırmak Millete Ne Katar?

Kutuplaşmanın millet arasında hakim olduğu bu dönemde bunun ne kadar gereksiz oluşunu anlatan yazı.

Türk milleti, maalesef ki tarihi bu kadar geniş, bu kadar zengin, köklü, şerefli, dünyanın neredeyse her köşesine uzanan bir milli tarihe sahip olmasına rağmen bununla ters orantılı olarak da o kadar tarihini araştırmayan, daha doğrusu araştırmayı bilmeyen, araştırıp tarihini ve kendisini yüceltmek için uğraşmayan bir millettir. Bu insanlık tarihinin en büyük tezatlarından biridir, bir milli ayıptır.

Türk milleti, girizgah bölümünde de bahsettiğim gibi köklü, büyük, geniş bir tarihe sahip olan, her daim medeniyet sahnesinin en şerefli ve en güçlü milleti olmuş bir topluluktur. Ünlü bir sözde de bahsedildiği gibi: “Tarihte 250 yıl geriye giderseniz Amerikalı, 900 yıl geriye giderseniz Rus, 1200 yıl geriye giderseniz İngiliz, 1700 yıl geriye giderseniz Fransız, 2000 yıl geriye giderseniz Alman bulamazsınız. Ancak tarihte ne kadar geriye giderseniz gidin Türk’e rastlarsınız. Tarihten Türkleri silerseniz tarih diye bir şey kalmaz.”

Bu söz benim hayatım boyunca övünç duyduğum ve bütün hissiyatımla katıldığım bir sözdür. Altay Dağlarından Tuna’ya, Hazar’dan Viyana’ya, Kanije’den Toroslar’a, Bağdat’tan Habeşistan’a ve daha buraya adlarını sığdıramayacağım nice coğrafyalara giderseniz gidin orada insanlık tarihinin belirli dönemlerinde yaşamış Türklerin izlerine rastlamak mümkündür. Türklük her insanoğlunun ulaşamayacağı şerefli bir müessesedir ve onu koruyabilmek, onu yaşayıp yaşatabilmek her Türk evladının birinci vazifesidir.

Her Türk evladı, Türklüğünün bilincinde olmalı ve tarihini en iyi şekilde bilmelidir. Örneğin atalarının Malazgirt’te bozguna uğrattığı ve Alp Arslan’ın ordusundan katbekat daha güçlü olan Bizans ordusunu darmaduman ettiğini; Haçova’da, Varna’da, Konstantinopolis’te cedlerinin düşmanlarını bariz üstünlüklerine rağmen nasıl mağlup ettiğini, Çanakkale’de yedi düvelin birleşmiş kara ordusu ve donanmasına nasıl karşı koyduğunu, Medine’de kutsal emanetleri bırakmamak için çekirge ile beslenen şehitlerini ve isimlerini ne kadar burada dillendirsek şükranlarımızı bitiremeyeceğimiz, bizlerin bugün bu vatanda refah içinde yaşamamızı sağlayan ve bugünlerin bedelini o günlerde ödeyen şehitlerimizin, gazilerimizin, atalarımızın nasıl mücadeleler verdiğini unutmamalı, onları yaşatmalı ve hiçbir şekilde atalarını birbirinden ayırmadan hepsiyle gurur duymalıdır.

Bugün birçok mecrada örneklerini rahatlıkla görebileceğimiz gibi bir kısım Atatürk’ü sevmeyip ona hakaret etmekte, onu İngiliz veya Yahudi ajanı olmakla suçlamakta ve diktatörlük yaftası vurmaktadır. Bir kısım ise Atatürk’ü put seviyesine getirip ilahlaştırarak Abdülhamid başta olmak üzere diğer padişahlarımızı kötülemektedir. Bu iki kısımdan da memlekete, millete hayır gelmez. İki kısmın da öne sürdükleri fikirler, düşünceler safsatadan öteye gidemez. Bu bahsettiğimiz insanlar tarih bilmez ve dolayısıyla milli tarihin inkişafına da engel olur. Bu gibi insanların tarih okuma ve araştırma gibi hevesleri de yoktur, büyüklerinden, hacı hocalarından öğrendikleri yalan yanlış bilgileri doğru kabul ederler ve satmaya çalışırlar. İlber Ortaylı’nın bahsettiği gibi bu gibi bilgilerin döndüğü yerler kahvehanelerdir ve bu gibi ayrımcılık yapanlar kahvehane tarihçileridir. Kitap yüzü görmeyen insanlar, atalarını ayırır. Birini daha çok severken öbürünü gömmekten, yerin bin kat dibine sokmaktan haz ve şevk duyarlar.

Oysa doğru olması gereken, hem Abdülhamid’i hem de Atatürk’ü beraber saygıyla anabilmektir. Bu atalarımız birer etten kemikten oluşan insanlardır ve hayatlarının her yerinde olduğu gibi siyasi hayatlarında da tabii ki hataları olmuş olabilir. Her birini kendi hatalarını saygı kuralları içerisinde eleştirmekte her Türk vatandaşı özgürdür. Ancak olay hakaret ve ata ayrımı raddesine gelirse bu cehalete girmeye başlar. Bu durum sadece Abdülhamid-Atatürk arasında kalmamaktadır. Fatih’i sevip Timur’u sevmeyen, Kanuni’nin sürekli hatalarından bahseden ve gömen ancak Enver Paşa’nın yanlışlarını görmezden gelip ölesiye onu seven bireyler de halkımızın içinde bulunmaktadır.

Bir Türk evladı, bütün atalarını, kendi milletini geçmişte yönetmiş tüm hükümdarları saygıyla anabilmelidir. Kimisi çok başarılıdır, kimisinin siyasi hükümranlık süreci başarısızlıklardan ibarettir. Ancak neticede o bir Türktür ve Türk hükümdarıdır. Saygıyı hak eder. Bilinçli nesiller yetiştirebilmek için önce tarihi -özellikle bizim kendi milli tarihimizi- tarafsız, objektif ancak bu objektifliğin içerisinde milli duyguları yitirmeden anlatabilmeli ve anlattıklarımız aşılayabilmeliyiz. Aksi takdirde bugün olduğu gibi atalarının ayrımını yapan, birini fazla sevip öbürünü hiç sevmeyen, birinin hatalarını görmeyip aşırı seviciliğini yapıp öbürüne hakaretler ve iftiralar savuran “cahiller” yetiştiririz.

Sonuç olarak ata ayrımı yapmak bir millete zarardan başka bir şey katmaz. Bir padişahı çok sevip öbür paşaya hakaret savurmak da kimseyi bilgili bir tarihçi yapmaz. Aksine milleti kutuplara ayıran ve fitne fesat çıkaran meczuplar haline çevirir.