Ay Saçlı Büyücü IV

İkili seçtikleri yolda ilerliyorlar. Başlarına neler gelecek?

Tam içeri girmeden önce Luna durdu. Aniden durunca arkasındaki Max ona çarptı.


“Ne oluyor Luna?” diye sordu burnunu tutarken.


Luna bir süre içeriyi dinledi, ardından en yakın arkadaşına döndü. Buradan olabildiğince çabuk çıkmak ve rapor vermeleri gerekiyordu. Elbette hayatta kalmak istiyorlarsa. Bunun için de pek sık yapmadıkları bir şey yapmaları gerekiyordu. Plan yapmak. Buranın diğer yerlerden farklı olduğunu fark etmek için dahi olmaya lüzum yoktu. Onlar gibi tecrübeli büyücüler bile ölümden kurtulamayacak tehlikeli olaylara karıştıklarına göre akıllarını kullanmadan buradan çıkmaları mümkün değildi. Luna asasını kaldırıp önce kendisine ardından Max’e Aercalidum büyüsünü yaptı.


“Bu neydi şimdi?”


“Buradan sapasağlam çıksak bile üşütmek istemiyorum.”


Max kahkaha attı, sesi mağaranın derinliklerinde yankılandı.


“Sen ne zaman beri hasta oluyorsun?” diye sordu kahkahasının arasında.


Luna ona cevap vermeden ucu bucağı görünmeyen girişe baktı. Burada onun içini ürperten bir şeyler vardı. Hiçbir zaman görevleri sakin geçmezdi, ne de onun görevi gizemleri açığa çıkartmaktı ve gizemlerin en korkutucu yanı neyin seni karşılayacağını bilmemekti. Gizem dairesi bu denli heyecanlı kılan buydu. Bir avuç büyücünün buraya başvurmasının nedeni de buydu. Muggleların deyişiyle dedektif gibilerdi. En azından Max ve Luna öyleydi. Ancak şu anda belki de ilk kez bir gizeme direkt olarak girmekten çekiniyordu. Eğer geçip gitmek gibi bir seçeneği olsaydı gider miydi? Bunu düşünmekten kendini alamıyordu.


Max de Luna’da bir değişiklik olduğunu fark etmişti. Evet, mağara soğuk ve garip bir his veriyordu ama onları durduracak kadar değildi. Neden Luna’nın bu kadar tereddüt ettiğini bilmiyordu. Bilse de elinden bir şey geleceğini sanmıyordu gerçi.


“Luna!”


Gümüş saçlı büyücü kendisine seslenildiğini duyunca düşüncelerinden sıyrılıp seslenene baktı.


“Neler oluyor? Böylesine dalgın olmak senlik değil. Korkuyor musun yoksa?”


Yarı şakacı söylediği sözle Luna kendine geldi. O Luna White’dı. Ailesinin en kıymetli hazinesi, Gizem dairesinin en genç ve yetenekli büyücülerinden biriydi. Ne sorunla karşılaşırsa karşılaşsın halledebilirdi. Halletmeliydi.


“Sadece bu ölüm yuvasından nasıl çıkacağımızı düşünüyordum. Böyle bir şeyden korkacak değilim.”


Eski kendine güvenli konuşması geri gelmişti. Max memnun bir şekilde gülümsedi. Tanıdığı Luna, en yakın dostu buydu işte. Kendine güvenli, pervasız fakat zeki.


“Neymiş bu dahiyane çözümün peki?”


“Pek sevmeyeceksin, baştan söyleyeyim.”


Max onu sorarcasına baktı.


“Dikkatli olmalıyız.”


Max’in yüzünde silik bir gülümseme oluştu. Gerçekten plan kuracaklardı demek ki. Eğlenceyi biraz kaçırsa da eğer Luna’nın içi bu şekilde rahat edecekse ona ayak uydurmaya razıydı.

“Nasıl isterseniz, leydim.” dedi şakacı bir şekilde.


Beklediği cevabı alınca tebessüm edip önüne döndü. Ne yapacaklarını anlatmaya başladı.


“Max sen bana ışık tutacaksın. Yanımda ayrılma ve benim basmadığım hiçbir yere basma. Ben önden gideceğim.”


“Ben çocuk değilim Luna.” diye söylendi.


Söylenmesine karşı Lumos Maxima diyerek etrafı aydınlattı. Ardında önde Luna, arkada Max yürümeye başladı. Daha bir adım atmışlardı ki Luna durdu. Max neden durduğunu merak ederken duvarlara çarptı gözü. Fosiller, iskelet kalıntıları görünce nedenini anladı. Bunların büyücülere ait olup olmadığını merak ediyor olmalıydı. Ne de olsa Luna mugglelara karşı ne kadar umursamazsa büyücülere karşı o kadar sevgi doluydu. Gerçi onun sevgisi de Luna’nın özelleştiği gibi lanetten ibaretti.


“Protego!” diyerek hem kendini hem de Max’i korumaya alıp yürümeye devam etti.


“Bunu kim yapmışsa bedelini ödeteceğim.” diye sessizce yemin etti Luna.


Bu sözleri duyan Max’in tüyleri diken diken oldu. Luna’nın sesi hiç olmadığı kadar nefret ve öfke doluydu. Kısık sesi ölümün fısıltısını andırıyordu. Usta büyücülerin bile bu genç büyücüyü karşına almamak için her dediğine kibar bir şekilde neden yaklaştığını anlamıştı. Ayın yansıması gibi parlak ve göz alıcı olmasının yanında karanlık bir yanı da vardı. Bunu yıllar içinde pek çok kez görmüş olsa da yine de tüylerinin diken diken olmasına mani olamıyordu. Luna’yı öfkelendirmemesi gerektiğini aklının bir kenarına not etmişti.


Luna, her adımına dikkat ediyordu. Zaten zehrin tamamı yok edilmediği için yavaş yürüdüğü için pek güç değildi bunu yapmak. İskeletleri takip ederek büyücülere ulaşabileceğini düşünüyordu. Bakışları yolun tamamında geziyor, en ufak bir hata yapmamak için hayatında hiç olmadığı kadar temkinli davranıyordu.


“Çıkışı görebiliyor musun?”


Arkada kaldığı için yalnızca Luna’ya güvenmek zorunda kalan Max’ın sesi yorgun çıkıyordu. Luna, Max’in bu kadar çabuk yorulacağına ihtimal vermiyordu. Birlikte pek çok yolculuğa çıkmışlar, kilometrelerce yürümüşlerdi ancak bir kez olsun yorulduğunu görmemişti. Bir şey yanlış olmalıydı. Durup arkasına döndüğünde bir an ışık gözünü aldı. Max asasını biraz aşağı indirdi. Luna dostunun yüzünü görünce bir şeyin ters olduğunu kolayca anladı. Yüzü bembeyaz kesilmişti.


“Max, ne oluyor?”


“Bugünün popüler sorusu bu herhalde.” diye alay etse de iyi durumda olmadığı aşikardı.


Koluna girip yürümesine yardımcı olmak istese de yol bunun için çok dardı. Luna, Max’i iyice inceledi. Bacaklarında bir sorun olduğunu düşününce eğildi. Max ona bir şeyin olmadığını söyleyip durdurmaya çalışsa da bunu başarabilecek kadar gücü yoktu. Luna partnerinin bacağını açtı. Şişmiş, yer yer kızarmış olduğunu görünce aklına gelen tek şeyi yaptı. Ne de olsa şifacı değildi, teşhis koyamazdı ancak onu biraz olsun iyileştirebilirdi. En azından öyle umuyordu. Asasını bacağını doğrulttuğunda bile Max onu durdurmaya çalışıyordu.


“Kıpırdanmayı kes yoksa başımıza bir şey gelecek. Sen bana yardım ettin, bırak da ben de sana edeyim.”


Bunu duyunca genç büyücü kıpırdanmayı kesip kendisini Luna’nın eline bıraktı. Ne yapacağını bilmek güç değildi, artık yapmaktan bıktıkları büyüyü yapacaktı.


“Vulnera Sanentur!” dedi.