"Aydınlanma Diyalektiği" Frankfurt Okuluyla Kitle İletişim Araçları Ve Popüler Kültür
Kültür endüstrisinin metalaşmasını eleştiren Frankfurt Okulununun popüler kültüre bakışı
1923 yılında eleştirel sosyal teorinin kurucusu olarak kabul edilen “Frankfurt okulu” Almanya’ da Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü bünyesinde, entelektüel birikimine sahip bir grupla temellerini atar. Daha sonra Frankfurt okulu olarak adlandırılırlar. Frankfurt Okulu, eleştirel bir teori geliştirmek ve toplumun çelişkilerini sorgulayarak diyalektik öğrenme yöntemini yaygınlaştırmak için bilinen bir akademisyen grubuna atıfta bulunarak ve Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Erich Fromm ve Herbert Marcuse’un çalışmaları ile yakından ilişkilenir.
Bu, gerçek anlamda bir ‘okul’ değilse de Almanya’daki Frankfurt Üniversitesi’nin Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde araştırmalar yürüten akademisyenlerce yaratılan bir düşünsel yoldamdı. Frankfurt Okulu araştırmacılarının (özellikle Horkheimer, Adorno, Benjamin ve Marcuse’un) temel kaygılarından biri, başlangıçta Horkheimer ve Adorno’nun (Aydınlanma’nın Diyalektiği adlı eserde) “kitle kültürü” olarak adlandırdıkları bir anlayışın toplumsal alanda yükselişiydi.
Aydınlanma’nın Diyalektiği Frankfurt okulunun en keskin yayını olmuştur. II. Dünya savaşı esnasında yazılmış ve gizlice çoğaltılmıştır. 1947 de ise kitap haline getirilmiş, Hollanda da basılmıştır. Yazarlar önsözünde maksatlarını şöyle açıklarlar: “Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir duruma ulaşmak yerine neden yeni bir tür barbarlığa battığını anlamaktan fazlası değildi.” Lakin kitap bunun çok önüne geçmiştir. Aydınlanmanın asıl amacı insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir reşit olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu reşit olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. Oysa Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez.
Aydınlanma düşüncesini özetlersek; monarşiye karşı, akılcılığın önderliğidir.
Aydınlanma düşüncesini benimseyen, kültür iyimserliğinin olduğu, doğaya karşı bir dönüş sergileyen ve son olarak insan haklarını savunan bir düşünce sistemidir. Adorno ve Horkheimer’ın anlatmaya çalıştıkları en dikkat çekici ve bugün de güncelliğini koruyan olgu, aydınlanmanın bizzat karşısında durduğu batıl inanç sisteminin ya da mitlerin ta kendisine dönüşmesidir. Yazarların da söylediği gibi “Mit zaten aydınlanmadır ve Aydınlanma mitolojiye geri dönmektedir.” Aydınlanma batılın/mitlerin yerine mantığı ve bilgiyi koyan bir görüştür. Böylece yüzyıllar boyunca insanları korkutan ve esaret altına alan inanç sistemlerini sorgulayarak sahip olduğu bilgi gücüyle insana doğa karşında üstünlük bahşeden bir dönüm noktası olmuştur.
Adorno ve Horkheimer, ‘Aydınlanmanın Diyalektiği’nde söyledikleri üzere, aklın araçsallaşması ve bütünleyici olması bir zamanlar rasyonel düşünme ve çözümleme alışkanlığı kazandırmak için yola koyulmuş olan Aydınlanma’nın kendi kendini yok edişidir. Gerçekten, bir zamanlar mitlere karşı çıkan ve zihni mitlerden arındırarak özgürleştiren akıl giderek bir mit haline gelmiş, mitselliği geri getirmiş, araçsallaşmış ve yeni tahakküm biçimleri doğurmuştur.
Örnek vermek gerekirse sinema dünyası bu durumu destekler. Film sahnelerinin gerçek hayatta da devam edilmeye çalışılması, oyuncu bireyi taklit etme gibi durumların, bireylerin üzerinde “benzeyeceksin yoksa dışlanırsın” gibi algı yaratılmaya çalışılması söz konusudur. Reklamlardaki kurgularda aynı kapıya çıkar. Kısaca bireyler düşünmeyi, doğayı eski düzeni tamamen unutur hale gelmiştir. Herkes için uyum, bir diğerine benzeme, standartlaşma yaşamın temeli olmuştur.
Moda da bunun bir parçasıdır. Kadınlar için estetik ve güzelliğe karşı bakış açısının tüketimi arttırıcı yönde olduğu da görülmüştür. Kısaca popüler kültürün halkın pasifleşmesine yol açtığını söyler Aydınlanma Diyalektiği. Yani ekonomik şartlarımız ne kadar kötü olursa olsun popüler tüketim üzerinden kolaylıkla sağlanabilen hazla ve geçici mutlulukla insanların pasifleştirildiğini belirtir.