Popüler Kültürün Gemisine Binmeyenler

Popüler kültürün gemisine binmeden kendi takasının kaptanı olanlar

Her yıl belirli zaman dilimlerinde bazı projeler fazlasıyla ses getirir, dünyada yankı uyandırır. Bu bir film olabilir, bir dizi olabilir veyahut da bir oyun olabilir. O kadar çok duymaya başlarsınız ki adını artık evinizin bir üyesi haline gelmeye bile başlar, hatta öyle ki soldaki tekli berjerde yeri hazırdır artık.

Ben bazen bu furyayı yakalayabiliyorum ama bazense iki adım geriden gelip treni kaçırıyorum. İkinci sezonu hakkında şimdiden konuşulmaya başlanmış Wednesday'i hâlâ izleyemedim mesela, insanlar bu diziyi bitirip bir roman uyarlaması olan Sıcak Kafa'yı bölüm bölüm konuşup analiz etti bense fragmanına bile girip bakmadım. Zamanım olmadığı için de değil üstelik, sadece izlemekten, etrafımda görmekten ya da arkadaşlarımla konuşmaktan kaçtım. Oysaki Addams Ailesinin bu yeni hikayesini projenin açıklandığı günden beri merakla bekliyordum. Peki neden bilinçli olarak bazen popüler olandan kaçarız?


Popüler olandan nefret etmek, ısınamamak aslında günümüzde fazlasıyla yaşanan bir durum. Sosyal medyanın kullanımının artmasıyla birlikte bilgiye hızlı ulaşabilme, bilgiyi hızlı ulaştırabilme insanlara düşüncelerinin aslında önemsiz olmadığını hatırlattı ve her konuda fikir sahibi olan insanların işine geldi bu. Dunning-Kruger etkisi denilen bu durum - halk arasında cahil cesareti olarak da bilinir- insanları bir nevi popüler olandan soğuttu. Belirli kitlelerin sırf herkes konuşuyor diye peşinden gitmesi bazılarını popüler olandan köşe bucak kaçmaya itti.

Dışarıdan bir görüş olarak kendimi neden bu hızlı tüketim çağına kaptıramadığıma bakıyorum ve şunu görüyorum. Şimdi oturup sırf insanlar izliyor onlardan geri kalmamalıyım diye bir filmi izlesem belki de anlamayacağım, o dünyanın içine giremeyeceğim. Bu nedenle zamanını bekliyor ve herkes konuştuğu için oluşan yüksek beklentimi de körükleyebiliyorum. Bu beni ne daha geride yapıyor ne de diğerlerinden daha farklı.

İşte bende zamanında Küçük Prens kitabını çok konuşulduğu için gidip hemen almıştım bir kitapçıdan. İlk on beş sayfa sonrası -hani şu bir fil yutmuş boa yılanının anlatıldığı kısım- kitaptan hiçbir şey anlamayarak kapatmıştım. Sonraları lise ikiye geçtiğim yaz bir kere daha şans vermiştim kitaba ve ağlayarak okumuştum çiçeğin hikayesini. O yüzden derim işte bazı taşlar ancak zamanı geldiğinde yerine oturabiliyor diye. İşte bu nedendendir ki ben popüler kültürün gemisine binmeden kendi takasının kaptanı olmayı tercih edenlerdenimdir.