Bakış Açısı
Resmin bir büyüsü vardı ve bu büyüyü herkes görmeyecekti elbet.
Hayatın neresinde durup beklendiği kişinin görüş açısını belirler. İnsanların dünyaya bakma ve dünyayı anlama biçimleri o durulan yerin karşısında neyi gördüğüyle de ilgilidir. Yere bakan biri kendisini içine doğru çekip gözlerini şaşırtan bir toprağı görür; gökyüzüne bakan biri de uçsuz bucaksız maviliğin akıp gitmesini seyreder. İki türlü de bir hareket olduğu kaçınılmazdır ve bu hareket hali aslında insanın fikir dünyasında kendi kendisinin hangi hülyalara dalacağını da etkiler. Kişinin kendi kendisini keşfetmesi nerede durduğu ve nereye doğru baktığıyla da ilgilidir.
Bazı sanat eserlerine bakıldığında eserin insanı çekim gücüne kaptırdığı görülür. John Berger de Şeker Ahmet Paşa’nın eserine baktığında bir şeyin karşı konulmaz bir biçimde onu kendisine çektiğini hissetti. Resimde görülen ağaçlar, ormancı, odunlar bunlar değildi sadece onu etkileyen. Bu nesnelerde aslında Berger’in kendisini görmüştü. Tekniğin doğru bir şekilde kullanılması da etkilenme hızı artırıyordu. Uzaktaki ağacın gövdesinin aslında uzakta değil bilakis yakındaymış gibi görünmesi bir tesadüf değildi. Açılar, renkler de yardımcı olmaktan geri durmuyorlardı. Resmin bir büyüsü vardı ve bu büyüyü herkes görmeyecekti elbet. Yalnızca düşüncelerini açığa çıkarmakta zorlanan ya da kafası düşüncelerle dolu olan kişiler bu resimden etkileneceklerdi. Oduncunun işini bitirip dönüş yoluna girmesiydi belki fikirlerini artık açığa çıkarmak isteyenlerin ilgisini çeken. Belki de o yolun ormanın içinde kaybolmasıydı geri adım attıran. Ya da ağaçların yapraklarının arasından yer yer görünen güneşin parlaklığıydı insanı cezbeden. Ama asıl önemli olan hangi fikirlerle o resme bakmış olmasıydı insanın. Resme bakarken hissettiği görüneni değil kendisini de görmesiydi. Ormanda yol alan oduncunun düşündüklerini kendi düşünceleri saymışlardı, o yolda yürüyen aslında resme bakanlardı. Aslında onlar karşıdan kendilerine de bakıyorlardı sadece ağaçlara değil. Ufukta gördükleri şey kendi varlıklarıydı bu yüzden başından ayrılamıyorlardı. İşte sanat insana bunu yapmaktan hiç çekinmiyordu: kendini keşfedebilme. Uzaktan baktığı bir resimde o kadar yakın şeyler görüyordu ki insan, ormanın varlığı kendi varlığına dönüşüyordu böylece. Karşısında kendisini görmesini isteyen bir resim vardı. Hangi düşüncelerle nereye bakıldığı insanın kendisini tanımasını sağlıyordu.
Görmek. Düşünmek. Tekrar görebilmek. Bu hareket hali insanın etrafındakileri fark etmesine yardımcı oluyordu. Sadece etrafındakileri de değil kendi benliğinin eşyalardaki yansımasını da görmesine vesileydi. Bakış açısını değiştirmek görülenin biçiminin değişmesi demek değildir. Bakılan cismin değiştiği halini fark edebilmektir de. Bu kavrayış insanın fikirlerini ve yaptıklarını da görmesini düşündürtüyor; kendisini anlamasını sağlıyor. İnsan bir resimde kendisini görebilir mi? İnsan bir resimde değil bir taş parçasında bile kendisini görebilir. Yeter ki nasıl baktığını bilsin.