Sanatın İnsansızlaştırılması

Kalıplaşmış düşüncelerinden sıyrılmayan insan yeni akımlara da gözlerini kapayacaktır.

İnsanlar kendilerinin yansımasını gördükleri her cismi sanat olarak algılama yetisindedirler. Yoğun yaşamlarında duraklayıp bir nefes alma ihtiyacıyla karşı karşıya kaldıklarında herhangi bir sanat eserine-müzik, resim, dans, roman ya da şiir- kulak verdiklerinde bu ihtiyaçlarının karşılanacağının bilincindedirler. Şöyle ki sanatı bir özgürleşme alanı, yaşama anlam katan birer öge olarak görürler; Gasset’in de dediği gibi. Bu yüzden modern sanatın insansızlaştırılmasına tepki gösterirler çünkü her eserde görmek istedikleri kendi duyguları, düşünceleri, kendi yansımalarıdır. Romantizm akımının bu denli sevilip yıllar geçmesine rağmen hala romantik eserleri okuyor olmaları bu sebeptendir. Kübizm ya Dadaizm akımlarını benimsememeleri kendilerini eserlerde göremiyor yahut asıl gösterilmek isteneni göremiyor olmalarındandır. Kalıplaşmış düşüncelerinden sıyrılmayan insan yeni akımlara da gözlerini kapayacaktır.

Nereye yönelirse yönelsin kendi benliğinden bir parça gördüğü her nesneye bağlanan insan bu davranışını sanat eserlerine bakışında da sürdürür. Alışılmış davranışları bırakıp yeni düşünceleri hayatına yerleştirmeye çalışmak insanın istemeyeceği bir olgudur. Duygularının esaretinde kalan insanoğlu beğenisinde de duygularıyla hareket edecektir. Önce yeni olana şaşırıp anlamlandırmaya çalışacak sonrasında ise onu içselleştirip ve dahi ondan kopamayacak hale gelecektir. Öyle ki romanlar göz önüne alındığında ilk roman türlerinin çeşitliliği- konu çeşitliliği özellikle- olabildiğince çoktur. Gasset de eserinde bunu bir maden ocağındaki taşlara benzetir: yeraltına inen madenciler el değmemiş taşları yontarlar, çıkartıp alırlar ancak sonradan maden inen ocağına inen işçilere kalan tek şey minik taş parçalarıdır. Roman konuları da böyledir, roman türünün tür olarak kabul edildiği ilk dönemlerde sayısız el değmemiş, konu edinilmemiş konu vardı. Yıllar geçtikçe değinilen konular azaldı ve ele avuca kelimelerden başka kalan olmadı. İnsanlar bu ilk konulara önce şaşırdı sonra bu konulara alıştı ve sonunda içerikten etkilenmez hale geldi. Bu duruma insanlar alıştı ve tekdüzeliğinden de şikayetçi duruma gelmediler; içselleştirdiler çünkü. Her defasında romandaki karakterleri kendileri gibi algılayıp eğlendiler. Roman kahramanın okundukça ortaya çıkan özellikleri davranışlarındaki benzerlik insanların o romana bağlanmasını sağladı. Dostoyevski’nin betimlemeyle kurulmuş eserleri canlanıp insanların karşısına dikildi. İnsanlar varlığını hissettikleri kahramanların yazıldığı eserleri kendileriyle bağdaştırdılar. Soyut sanat insanın tenine işlemediği için kabul görmedi.

Kelimeleri karşısında dikilmiş onlara bakıyor halinde gören insanlar o kelimelere bağlanırlar. Kendilerini bir eserin içinde okuyorlarsa eğer o eser onlar için bir sanat olarak algılanır olur. Sanatın insansızlaştırılması çoğu okurun hoşuna gitmeyecek bir çabadır. Soyut düşünce yerine somut varlıklar insanlarca kabul edilenlerdir. İnsanlar romantizmden, gerçek yaşamdan, olası olaylardan beslenirler ve eserlerde bunu görmeyi yeğlerler. İçlerinde besledikleri o küçük ateşi, eserlerde karşılarına çıkan gerçeklikle harmanlayabilirler.