Basının Toplumsal Sorumlulukları

Tarihsel süreç içerisinde basın, gazetecilik ve demokrasi kavramlarına bir bakış.

Basın; gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınlarla haber ajansları ve bunların sahipleriyle çalışanlarının tümüne verilen addır. Tarihsel süreç içerisinde baktığımızda, toplumların aydınlanmasında, reaksiyon göstermesinde basının önemli bir rolü vardır. Bu reaksiyon gerek iktidara gerekse muhalif olanlara yönelebilir. Burada mühim olan basının büyük kitleler üzerindeki etkisidir.

İnsanlar doğası gereği, çevresinde ve dünyada yaşananları öğrenmek ve başkalarına duyurmak ihtiyacı hissederler. Bu sayede de bugün basın-yayın denilen ve toplumun dördüncü kuvveti olarak “basın müessesesi” doğmuştur. Gazetecilerin toplumsal rolünün tarihi on sekizinci yüzyıla kadar gitmektedir. Gazetecilerin gerçekleri irdeleyen, her daim bu gerçekler peşinde doğruları topluma aktarmaya çalışan profesyoneller mi yoksa halktan birileri mi olması gerektiği hep sorgulanmıştır. Bu sorgulamanın toplumsal ve siyasal nedenlerinin ne olduğunu, profesyonel bir gazeteci olmanın ve profesyonel gazeteciliğin ne anlama geldiğini, nelere dayandığını incelemek, gazetecilik etiğinin hangi temellere ve ideolojilere dayandığını görebilmek bu sorgulama aşamasında oldukça önemlidir.

1980 sonrasında basın ile alakalı tartışmalarda hesap verebilirlik, basının toplumsal sorumlulukları, etik kodlar gibi kavramlar daha çok karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme ile dünyayla olan iletişimimizi sağlayan basına da sorumluluklar düşmektedir. Basın, haber verdiği toplumun resmi kurum ve kuruluşlarına karşı kanuni olarak sorumlulukları bulunmaktadır. Bu basın sorumlulukları bazı toplumlarda devlet tarafından oluşturulup denetlenmektedir. Sonuç olarak devletin bir kolu da basındır ve genel olarak bakıldığında dünyanın neredeyse her yerinde basın bu konumdadır. Fakat ideal olan ise basına kendi özdenetimini yapma sorumluluğu verilmesidir. Özdenetim sayesinde iftira olmadan, özel hayatın gizliliğini ihmal etmeden saygı çerçevesi içinde sorumluluk taşınır.

Basının toplumun beklentilerine karşı da sorumlulukları vardır. Bunlar basının toplumda edindiği misyonu, görev anlayışını oluşturur. Sorumluluk tanımının ana fikri gazeteciliğin temel esaslarıdır. Bu esaslar okuyucuların ihtiyaçlarına, isteklerine dikkat edilerek tanımlanmalıdır.

Vatandaşın, devletin kurumlarını izleyecek gözlere ihtiyacı vardır bu nedenle yerine gözü, kulağı, dili olmak üzere gazeteciyi gönderir. Gazeteciler böylece haberleşme ve iletişim zincirinin hayati bir halkası haline gelmiştir.

Diğer yandan özgür toplumlarda halk formu olmalıdır ki düşünceler özgürce anlatılsın. Fikirler ve düşüncelerin doğru ya da tamamen yanlış olması sorun değildir. Fikirlerin her daim sunulması önemlidir çünkü fikirler sunuldukça insanlar bunlar üzerinde düşünürler ve farklılıkları görürler. Özgür toplumlarda düşünceler kısıtlanmadığı için düşünme ve tartışma ortamı bulmaları daha kolaydır. Düşünceler özgürce ifade edilmeli ve yanlışlıklar özgürce söylenebilmeli ki doğrular gözler önünde netleşsin. Bu görev yine basına düşmektedir.

Yasama, yürütme ve yargının yeterli olmadığı, belirli bir kesimin gücü elinde bulundurarak denetlemeleri gerektiği fikrinden, günümüzde ‘özgür basın’ olarak bildiğimiz ‘dördüncü kuvvet’ kavramı doğmuştur.

Yasama, yürütme, yargıdan sonra basının dördüncü güç olarak görülmesinin sebebi, devletin bu üç organının kamu adına denetlemesinden kaynaklanmaktadır. İskoç felsefeci, tarihçi ve ekonomist James Mill, demokrasi basının üstlendiği ‘bekçi köpeği’ işlevini kavramsallaştırırken, İngiliz devlet adamı Edmund Burke’ün parlamentoda gazetecileri göstererek, “İşte orada dördüncü kuvvet oturuyor, hepsinin en önemlisi” demesiyle de “dördüncü kuvvet” kavramı literatüre girmiş oldu.

Günümüzde liberal küreselleşmenin ivme kazanmasıyla birlikte, basın karşı-güç olma işlevini kaybetti. Dördüncü güç kavramıyla, basına, burjuva siyasal yapısının üç ana bölümü içinde kendi başına halkın gözü ve kulağı olan, doğruyu ve haklıyı temsil eden, siyasal gücü bir bakıma teftiş eden, gözetleyen bir nitelik vererek, toplumun üretim ilişkileri yapısı dışında, bu ilişkilerin belirleyiciliğinden bağımsız, ideal bir görevsellik verilir. Basın devlet organlarında yapılan işleri ve faaliyetleri halkın yerine denetler ve halka bilgi verir. Halk da verilen bu bilgiler sayesinde hem bilgi sahibi olur hem de devlet organlarında yapılan faaliyetleri öğrenir ve denetler.

Yirminci yüzyıl ile yaşanan bu teknolojik yenilik ve gelişim sonucunda basın insanlar üzerinde nasıl etki oluşturduğunu anlamak için basın, devletlerin şirketlerine girmeye başlamıştır. Halkın üzerinde egemenlik ve hakimiyet kurmaya çalışan iktidar basını bir aracı ve güç olarak görüp kendilerini basın yoluyla ifade etmeyi seçmişlerdir. Özellikle Hitler döneminde basın çok güçlü bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Dördüncü gücün siyasal ekonomik gerçeğine baktığımızda, bu gücün birbiriyle bütün olduğunu görürüz. Bunlar da ekonomik ve bilinç ticaretidir. Dördüncü gücün diğer üç güçle ilişkisinde aradığı, bu ticarette serbestliktir. Bu "özgürlük" Amerikan medya sisteminde "devlet kontrolünden bağımsız serbest basın" olarak biçimlenmiştir; Avrupa ve Türkiye gibi ülkelerde ise "yasal veya anayasal korunmayla biçimlendirilmiş, özerk ve tarafsız" kamu yayın kurumları ve özel teşebbüs basın sistemleridir.

Kitle iletişiminin dördüncü güç olması, halkın gözü ve kulağı olması, faaliyetlerindeki nesnellik ve objektiflik ideolojisidir.

Kapitalist devletlerin kurulmasıyla basın devletin sansürüne ve kısıtlamalarına karşı özgürlüğü ve savunulmasını temsil eden mücadeleci güç gibi görünmeye devam etti. Basının devlet kurumlarındaki kişilerin yaptıkları uygunsuzlukları ve yolsuzlukları bildirmeleri ve bu bildirmeyle ortaya çıkan tartışmaları, kapitalist düzenin demokratik karakterde olduğu görünümünü verir. Bu doğrultuda baktığımızda basının dördüncü güç olduğunu keşfedip fark eden iktidar ve siyasetçiler kendi düşüncelerini, ideolojilerini topluma, halka benimsetme amacı ile basını ele geçirme çabası içindedir. Yasama ve yürütme gücünü elinde bulunduran iktidar denetleme mekanizması olan basını da ele geçirip yaptığı faaliyetleri meşru kılacak bir zemin oluşturma isteği içerisinde bulunmaktadır. Ayrıca iş adamları ve iktidar özelleşmeye başlayan çoğu şirketten sonra basını büyük holdinglerin ticari çıkarları doğrultusunda da kullanılmaya başladığını söylemek de mümkündür. Bu durum holdinglerin iktidar ile anlaşma sağlayarak basın kuruluşlarını bünyelerinde bulundurup istekleri doğrultusunda kullandıkları için tarafsız ve objektif haber alma imkânı da ortadan kalkmış bulunmaktadır. Tüm bu olumsuz durumlara karşın basının asıl görevi olan kamu yayıncılığı sebebiyle dördüncü güç olarak görülmesinin asıl sebebi olarak, medyanın halk adına devletin organlarını denetlemesi ve halka bilgi vermesi olarak söyleyebiliriz. Demokratik olarak gelişmiş ülkelerde de medya tamamen iktidar mekanizmalarından uzak, bağımsız, objektif yayın yapan kurumlar olarak faaliyet göstermektedir.

Sonuç olarak basın tamamıyla özgür değildir. Toplumun haber alma özgürlüğü bu durumda kısıtlanmaktadır. Haber alma gereksinimini göz önünde bulundurduğumuz takdirde yapılan bu tarafsız olmayan haberler toplumun yanlış ve eksik bilgilendirmesine neden olur. Bu durumda da en başta belirtildiği gibi vatandaşın, devletin kurumlarını izleyecek göz olarak gazeteciyi göndermesi ve bu durumda bile haber alma gereksiniminin doğru bir şekilde karşılanmaması basın sorumluluğu açısından doğru değildir. Vatandaşlar, yaşadıkları ülkede neler yaşandığını, hangi faaliyetlerin sürdürüldüğünü doğru bir biçimde öğrenemezler ise kullandıkları oyun bir anlamı olmaz.

Son zamanlarda Türkiye’de içinde bulunduğumuz durumu göz önüne aldığımızda özgür bir basından söz edemeyiz. Basın tarafından özgür bilgiye ulaştırılamayan vatandaşın yine basın tarafından edindiği ve öğrendiği bilgiler doğrultusunda bildiğini sandığı fikir ve görüşler aslında başkasına ait veya yanlış olabilir. Demokrasinin olduğu bir ülkede vatandaş özgür haber alma kaynaklarına sahip olmalıdır. Demokrasi, ülkesinde ve devlet organlarında olan bitenden haberdar olan vatandaşların rejimidir.

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: “Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz.’’













KAYNAKÇA