Beauty in the Breakdown

Bir şeyi yıkmak için önce özenle inşa etmeli, ardından çöküşteki zarafeti keşfederek küllerinden yeni bir güzellik yaratmalısınız.

Elinizi uzatsanız cennete ulaşacakmışsınız hissini veren zirvelerden, yeraltı tanrılarının bile titreyerek geçtiği dip çukurlara kadar her inişi ve çıkışıyla kısır döngü merdivenidir hayat. İnsanlığa sunduğu kadar almasını da bilen ve özellikle alırken acımasız olduğu düşülen bu zaman ve olay silsilesi, insanoğlunun fıtratından ötürü genelde dönüp bakılınca cennet bahçelerini değil dipsiz kuyuları sunar insan zihnine. İnsanlık, şanslı bahtsızlık gibi ikilemlere gebe olan hayata karşı hem Ariadne’nin ipliğini takip edermişçesine bağlı hem de cezaevinden yeni çıkmış mahkum kadar bağımsızdır. İnsanlık, hem kuşlar kadar özgür hem de kuşlar kadar gökyüzüyle sınırlıdır.

Fakat bu kısır döngü insanlığa sundukları kadar cani, gaddar veyahut vurdumduymaz olamadı asla. Hep bir bildiği veya bilemeyip telafi ettiği şeyler olmuştur hayatın. Hayatın ağlarken güldüren trajikomedi sahnesinden tek farkı, oyuncularının sonsuzluğudur. Oyuncularına sunduğu her oyunda onları yıktığı kadar dünden daha güçlü kaldırmayı becerebilen hayat, ayaklarını sağlam zemine basana kadar her oyuncusunun karşısına yeni bir sahne ile gelir. Her sahnede farklı bir trajikomedi oyununun perdesini indiren hayat, insanlığın damarlarında, zihninin kıvrımlarında ve kalbinin her atışında sadece trajedi sunmaz. Her yıkılan, yere çakılan var oluşların çatlaklarında yeni ve daha güçlü ışık huzmelerini oyuncuların tepesinden sunuverir hayat sahnesi. 

İşte tam olarak bu yüzden her geriye dönüp bakınca arkada kalanlara değil, kat ettiği yollara bakmalı insan. Hayatın maratonunda, trajikomedi sahnesinde yer almasının bile her şeye değer olduğunu anlamalıdır. "Her şeye rağmen" olanlar ve yaşananlar ise, ölüm çukurunda bir nefes için çırpınırken insanın taze etini delip geçen kızgın demirin yaralarını taşır elbette. Fakat yara almadan iyileşemez insan, cehennemi görmeden cenneti arzulayamaz.

İngiliz müzik grubu Frou Frou'nun "Let Go" şarkısında da bu anlatılmak isteniyor aslına bakarsak. Deneyim edilen acıların, alınan derin yaraların veya hayatın sillesinin üstünü kapatmak ve halının altına süpürmek bir çare olmamalı, çünkü bütün bu görmezden gelmeler yaşananları silinir hale getirmiyor demeye çalışmışlar şarkıda. İnsan beyni her ne kadar kötüyü unutmaya yatkın olsa da, unutmak ve bunun için çabalamaya çalışmak üstesinden gelme ve başa çıkma yolu olarak tercih edilmemeli. Çünkü her ne kadar ona sahip olunsa da beyin insanlara değil, insanlar beyne itaat etmeye ve onun işleyişi sonucunda elde kalanlara tabidir. Beynin ve bilinçaltının acımasız gerçekliğinden kaçamayacak durumda olan insan, en büyük rahatlamayı yüzleşmekte bulmalıdır.

Zira hayat ve zaman kavramı, bir nehir gibi akar; arkadakiler ilerlemek adına öndekiler kadar mühim olsa da ulaşılmak istenen su birikintisi ufukta beklenmektedir. Akış için ileriye odaklanılan bir yaşam düşüncesi, en akıcı ve sıkışık olmayan haliyle, zamanı bir nehrin ritminde amirane bir şekilde yönlendirir. Bu düşünce, insanın her adımını geleceğin muğlak ufkuna doğru nazikçe sürüklerken, yaşamın doğal akışını ve zarif esnekliğini korur. Böylece insan, hayatın derin ve sonsuz denizinde, huzurun ve sürekli yenilenmenin büyülü armonisinde özgürce süzülür, her anını da bir şiirin zarif dizeleri gibi yaşar.

Bu yüzdendir ki hayatın büyülü gizemlerini, içinden mutluluğun çıkacağı umulan o esrarengiz hayat sandığının peşine düşmeli insan. Her açılan sandığın içinin dolu olduğunu umarak maceraya atılan insan, maceraya sarıldığı kadar hayal kırıklığına da sarılmalı. Hayal kırıklığına sarıldığı kadar deneyimlere ve umutlara da kollarını açmalıdır. Çünkü her çöküşte bir güzellik vardır. Bulunması için aranması gereken güzellikler.


"Let Go"