Being There
"Merhaba Dünya" filmine bir bakış.
Hiç çalışmadan, hayal dahi etmediği, bir şey için çabalamadığı fakat herkesin onu merakla izlediği, zeki bulduğu ve buna ek olarak, adı gibi şanslı bir figür olan Chance, ana kahramanımız.
Chance, bahçıvanlık dışında hayatı boyunca hiçbir iş yapmamış, evin mevcut konumu dışında katiyen bir yere gitmemiş; ömrü boyunca tıpkı robot bir bebek gibi yaşamış bir kişiliktir. Kaldığı evin sahibi ölünce, bakıcısı Louise ona bu haberi vermek için yanına gider fakat beklediği tepkiyi alamaz ne bir üzüntü ne de bir gözyaşı. Çünkü Chance hissizdir. Chance, radyodan sonra o dönemin en gözde eşyası olan televizyona tutulmuş; elinin altındaki kumanda ile dilediği gibi kanal değiştirebilmeyi alışkanlık edinmiştir. Tüketim çılgınlığının hat safhada olduğu bu zaman diliminde, reklam bile izlemeye sabrı olan, tepkisiz bir kişidir.
Ev sahibinin ölümü Chance için yepyeni bir dünyanın kapısını aralar. Louise onun yalnız başına bir şey yapamayacağını bildiği için yaşlı bir kadın tutmasını söyler, avukatlar ise dava açmaktan bahsederken Chance bunların olayların hepsinde bilinçdışıdır.
Dışarı adım atmasıyla birlikte, hayatın keşmekeşi ve gürültüsü onu deyimi yerindeyse parmağında oynatır. Evden çıkması ve biraz yürümesiyle karşımıza çıkan duvar yazısı aslında o zamanın veyahut içinde bulunduğumuz dünyanın bize bir yansıması, film boyunca aslında bilinçaltında yatan bir düşünce olarak karşımıza çıkar: “America aint nothing cause white men got a god complex.”
Yaşamındaki ilk tecrübelerini edinmeye başlar; bir basket maçına gözü takılır, bir polisle karşılaşır, evsiz insanlara aynen televizyonda izlediği gibi selam verir, bir grup siyahi çocuğa denk gelir ve hatta bu çocuklardan hoşlanmadığı için diğer bir yarısı olan uzaktan kumandasıyla, “kanalı” değiştirmeye çalışır.
Bütün bu olayların yanı sıra Chance’ın “şans” eseri Eve ile karşılaşması onun bütün hayatını değiştirir. Bacağını inciten Chance, Ben ve Eve ile tanışır.
Ben, hasta adam, Chance’ın bir iş adamı olduğunu düşünür çünkü bunun için bütün kriterlere sahiptir. Yaşlı, düzgün giyimli, beyaz bir erkek. Başka ne olabilir ki?
Zaman geçtikçe Chance ev içinde önem kazanmaya başlar, o ilgi çekicidir, sakin ve mülayimdir. Cahil değildir. Aksine o kadar bilgilidir ki onlar için başkanın yanına bile götürülür. Bahçe bilgisini kullanarak bütün sohbetleri yapabilen Chance, bütün bunların hepsini bir kenara atarsak, komik de sayılır. Bütün bu konuşmalar, fikirler ve düşünceler onu aklına dahi gelmeyecek bir duruma getirir. Chance, televizyona çıkar. Çünkü onun metaforları artık başkan tarafından kullanılmıştır, saygıdeğer biri haline gelmiştir. Cahilliğinin ve görmemişliğinin bir önemi yoktur. Görüntüsünün ve halkın, toplumun ürettiği spekülasyonların bir itibarı vardır. Hakkındaki dedikoduların ve televizyondaki karakter önemlidir, kendisi değil.
Onu televizyonda gören Louise, kafasında beyin yerine muhallebi bulunduğunu iddia ederek Amerika’da beyazsanız, her şeyi yapabilirsiniz, der.
Bu şöhretin arkasında Chance kimliğinin kim olduğunu araştıranlar arasındaki avukatlar, tanıştıkları bu adamın televizyona çıkıp halka seslenecek türde bir adam olmadığını bilirler. Özellikle kelimelerini ilkokul seviyesinde tuttuğunu düşünürler, "That's what they understand." Halkın cahil olduğunu ve ancak bu şekilde kandırılabileceğini vurgularlar.
Film aslında, 1970’lerin Amerikasına bir bakış sunmakla kalmıyor, beyaz adamın gücünü, ekonomik krizi ve kitle iletişim araçlarının güncel hayattaki etkilerini, en ufak arzularımızın örneğin cinsel arzularımızın bile önüne geçtiğini gözler önüne sererek topluma karşı harika bir hiciv örneği sergiliyor.
Filmin son sahnesinde Chance, fizik kurallarına meydan okuyarak suyun üstünde yürüyor ve akıllara tek bir soru geliyor: Chance toplumun yarattığı, ideal bir figür mü yoksa sadece cahilliğin mutluluğunu yaşayan biri mi?