Ben Bunu Dedeme Yazdım

Komiser Savaş. Ben bu yazıyı dedeme yazdım.

KOMİSER SAVAŞ

Uzun yollar. Yollar üzerine söylenebilecek pek çok şey var aslında. Bazılarını alıp götürür, bazılarını hep kaldığı yerde bırakır. Bazılarımız içinse yalnızca bir terapidir. Ama annem için öyle değildi. Uzun soluklu bir bekleyiş, umudun solan yaprakları.

 

İnsan kendini ne zaman kaybeder? Ne zaman soyutlanır bu dünyadan diye düşünür dururum. Sonra 16 Nisan günü Komiser Savaş’ı kaybedişimiz gelir aklıma, annem gelir. İnsan kendini başkasının içinde bulduğu zaman kendileşirmiş. Annem de kendini dedemin içinde buluyordu. Annem önce dedemi kaybetti. Sonra kendini.

 

Kapıyı çaldım. Annem açtı. Suratında acının umut dolu ifadesi vardı. Korkuyu bekliyordu. Gözleri denizdeki ender balığı ararcasına taşmıştı. Dedemin durumunun kötü olduğunu anlattı. Eşyalarını toplayıp yola koyuldu. Hava soğuktu. Rüzgar ılık ılık ensesini tırmalıyordu. Uzun zamandır yoldaydı. Kendi kafasında bütün sonları düşünmüş kendi sonuna bile yer vermişti. Ama buna rağmen yol bitmiyordu. Tıpkı babasız geçireceği kalan ömrü gibi. Vardığını hayal ederek uykuya daldı. Bundan sonrası uykusunda canlanıyordu. Arabadan indi, otopark kalabalıktı. Bi’ otopark yalnızca doğum veya ölümde bu kadar kalabalık olabilirdi. İlerledi, acıyı yavaş yavaş ciğerlerinde hissediyordu. Nefesi kesiliyor fakat hala umudun son kırıntılarına kucak açıyordu. Ne garipti umut etmek. İnsanlığın içinde gizlediği inançtı umut. Nefesti. Ruhun kalpte nefes almasıydı. Annemin kalbi acıyordu, çünkü artık nefes alamıyordu. Kapının önüne geldi, duraksadı. Onlarca ayakkabı vardı ve hepsi bir yoldan gelmişti buraya. Bizi getiren yollar olmasaydı belki de bizi bu dünyadan götüren yollar da olmayacaktı. Kapıyı çaldı, evin en büyük odasına ilerledi. Arkadan bir ses geldi ve annem kendini bulduğu babasını merdiven boşluğunda kaybettiğini öğrendi. Annem önce babasını kaybetti, sonra kendini.

 

Öfke, mutsuzluk, kaygı... Bir yüreğin çökmesine neden olacak ne varsa o gün yaşadı onları. Özlem duygusunun hayatının tam ortasında olacağını kimse haber vermemişti anneme.

 

Annem asla ulaşamayacağı birine duyuyordu bu özlemi. Dünyadaki tüm yolları gitse bile varamayacağı birine çıkıyordu bu yol. Bu yüzden annem artık yolculuk etmiyordu. Tüm yollara küsmüş sadece olduğu yerde durmuştu. Her şeye ilaç olan zaman en acı çektiğimiz anlarda unutturur bize kendini. Hiç kimseye acımaz. Hatta öyle nankördür ki zaman, zamansız acıtır ve ona alışmak zorunda kalırız. Annem de alıştı. Çünkü her şeye rağmen onun da tamamlaması gereken yolları vardı. Annem yolunda ilerlerken acısını gizlemeye çalışıyordu. Bence bi’ insanın en acınası hali acılar içindeyken canının yanmadığını kanıtlama arzusuna kapılmasıydı. Annem şanslıydı, acısını paylaşabileceği dört kardeşi vardı. Acı da mutluluk gibi paylaştıkça çoğalırdı. Bazen birlikte yaşanması gerektiği için bazense sadece acıyı hafiflettiği için.

 

Annemin babası, benim dedem öldü. Annem babasına son kez gittiği yolu benimle, dedemse hayatını çocukluğumla paylaştı. Artık acı ve şefkat beni alıp götürecek olan yolun şeritleriydi. Bu sefer rüzgar ılık ılık benim ensemi tırmalıyordu. Bir yola çıkmıştım, dedemin benden götürdüğü annemi bulmak için.