Paradoks

Bu yazıda uzun zamandır içimi kemiren, iş görüşmeleriyle ilgili katiyen katılmadığım, karşı çıktığım bir unsurdan bahsetmek istiyorum.


İş görüşmelerinin bir kısmı normal, pek azı çok iyi geçerken bu görüşmelerde beni içten içe rahatsız eden bir unsur var. Bu unsuru düzgünce açıklayabilmeyi umuyorum, çünkü bahsedeceğim şey yüzeysel değil, derin bir mevzu.

Beni rahatsız eden mesele: kişilik. Birisi kendini üç kelime ile anlat dediğinde benim artık tabiri caizse midem bulanıyor. Şu kişilik kavramını iş hayatına, amiyane tabirle hangi düşük zekalı soktuysa, çok mükemmel bir iş başarmış. Daha ilk görüşte kişiye 'Neden donuksun?' sorusunu yöneltmeyi bir norm olarak kabul etmek, yeni mezun olmuş genç insanlara hayatla ilgili çok değerli bir tecrübe katıyor. Meğer bütün hayatım boyunca ben çok donukmuşum ama daha dışa dönük biri olma potansiyelim varmış. Bunu duymak rahatlattı içimi artık kafamı yastığa mutlu bi şekilde koyabilirim.

Katıldığım görüşmelerdeki direktörler, insan kaynaklarına göre ben buyum işte. Donuk, içine kapalı, çekingen, bir ofiste çalışma kapasitesi olmayan bir insan müsveddesi. Kendimi hatalı yaratılmış bir program gibi hissediyorum. Yaşamımda maruz kaldığım kötü deneyimlerden kalan içime kapanıklığım, insanlara güvenmeyeşim için çok özür dilerim. Yeni tanıştığım bir insana sırf onun hoşuna gitmek için ayran delisi gibi gülmediğim, saygı çerçevesinde, sakin bir şekilde kendi kişiliğimi koruyarak konuştuğum için de çok özür dilerim.

Bir kere öncelikle şu konuyu açıklığa kavuşturalım. Hiçbirimiz yüzde yüz dışa dönük ya da içe dönük değiliz. İnsan zihni bu kadar basit değil. Gün içinde binbir duygu yaşıyorken nasıl bir tane kişilik özelliğimiz olabilir ve neye göre bu tek özellik bizim bütün kiliğimiz olabiliyor? Kimse kusura bakmasın ama bütün kişiliğini yalnızca enerjik, neşeli biri olarak tanımlayanın veyahut bunun tam zıttını, kendini sadece utangaç olarak tanımlayan insanın bana göre kişiliği yoktur. Ben karakterimi bu şekilde kelimelere dökmem fakat iş görüşmelerinde kendimi istediğim gibi anlatamıyorum. Onların duymak istedikleri şeyleri söylemeye çalışıyorum. Bu da kimi zamanlar, hatta şu anda olduğu üzere benim kendi içimde bir çatışma yaşamama, kim olduğumu sorgulamama ve benliğimi yetersiz hissetmeye sürüklüyor. Sanki bu şekilde olarak iş hayatına tutunamayacağım yüzüme vuruluyor.

Ne yapacağım o halde? Yüreğim darlanıyor ve bu kimsenin umurunda değil. Öfkeliyim ama kime? Kendime mi, insan kaynaklarına mı, aileme mi? Ellerim titriyor,boğazım düğümleniyor bu cümleleri yazarken. Fazla derin düşünüyorsun diyebilirsiniz, haklısınız. Peki siz hiç bıkmıyor musunuz, bu derece yüzeysel olmaktan, oturduğunuz o yumuşacık koltuk kadar kendi kişiliğinizi düşüncesiz bir nesneye indirgemekten? Benim midemi bulandıran kavram, iş hayatının olduğumuz kişiyi yavaş yavaş yok edecek olması sanırım. Bu bir gerçek kesinlikle. Ben şu anda ofiste olduğumuz kişi ile evimizde olduğumuz kişinin bir olmadığını rahatlıkla söylüyorum. Öngördüğüm şey şu ki biz kendimiz olmamaya mahkumuz insanlık olarak. Mücadele ettiğimiz kötü canavar bu bence. Ben iş hayatına atıldığımda, zaman geçtikçe bambaşka bir karakter olacağım ve bu karakter sahiden dönüşmek istediğim bir kişi midir, emin değilim. Saygılı ve güler yüzlü olmak neden yetmiyor? Niçin ''bıcır bıcır olmak'' işe alımlarda bir kriter?Her müşteri ''bıcır bıcır'' bir insanı kaldırabilecek mentalite de olmayabilirken neden sakin bir kişilik kriter olamıyor? Sanıyor musunuz ki sırf dışa dönük, enerjik kişiliğiniz her insan tarafından seviliyor? Ah şu ezbere dayattığımız, olunması şart koşulan insan modeli... İnsanları gerçek anlamda dinleyip gözlemlemek varken bu yöntemler bana çok demode ve ucuz geliyor. En yenilikçiyim diyen biri bile çoğunluğun dayattığı insan modelini baz alıyor. Ardından da toplumca niye bu kadar robotlaştık diye dert yanıyoruz. Kimseyi olduğu gibi kabul etmediğimiz, ona bir şeyleri norm kisvesi altında sattığımız ve bu normun o kişinin benliğine ters geldiği zaman yavaş bir biçimde, onun bizzat içinde yarattığı yıkımı görmemeyi, umursamamayı tercih ettiğimiz için olabilir mi? Bu kadar insan antidepresanı niçin kullanıyor sanıyorsunuz? Ben kullanmıyorum, benim antidepresanım yazı yazmak. Bu yazıyı da insanları düşündürmek amacıyla değil kendi içimi rahatlatma niyetiyle yazıyorum. Sartre'ın Gizli Oturum eserinden de bir alıntıyla bu yazıyı bitirmek istiyorum: Ya siz, insanın kendi ilkelerine uygun bir biçimde yaşamasını hata olarak mı görüyorsunuz?

Ek not: Yazımın kapak görselinde de kullandığım sanatçı Olivier de Sagazan'ın The Angst of Sagazan adlı vücut performansı hissettiğim bütün duyguları son derece çarpıcı bir şekilde bedeniyle dışa vuruyor. Samsara belgeselinde bulunan bu sahne anlatmak istediklerim her şeyi yansıtıyor.