Benim Gözümden Akdeniz'in Mavi Yumruğu
Ligin sonuna demir atmış Adana Demirspor'un resmi olmayan tarihi ve futbolun popülerliğinin nedenleri üzerine.
Herkese selam! Bugüne kadar futbolla pek de ilgisi olmayan yeni bir Adana Demirsporlu olarak size beni bu yola iten ve futbolun insanların hayatındaki yerini anlamamı sağlayan sebeplerden bahsedeceğim.
Öncelikle, futbolu diğer sporlardan ayıran sebeplere kısaca değinmek istiyorum. Minimum ekipman gerektirdiği için her sınıftan insanın oynayabildiği, kenar mahallelerde yetişen çocukların da ulaşabildiği, sınıf farkını ortadan kaldıran bir spor dalı olması olarak özetleyebilirim. Daha sokaktan, daha bizden, elitistlikten uzak olması da sanırım bu durumu destekliyor. Aslında yazının ana konusu benim için bir Adanalı olarak Adana Demirspor'un geçmişi ve günümüzde sürüklendiği nokta ama bunun üzerinden tabii ki futbol fanatizminin arka planını da konuşacağız.
Türkiye'de kulübüne fanatizmle bağlı çok taraftar var ve futbol her zaman bu ülkenin vazgeçilmez gündemlerinden birisi oldu ama kulübüyle bu kadar duygusal bağ kuran bir taraftar grubuna nadir rastladım diyebilirim. Uğruna ölecek kadar, evet. Beni bu yazıyı yazmaya da özellikle bu itti sanırım. Aslında üç büyüklerin taraftarlarının daha fanatik olduğu sanılır ama küçük takımlara taraftarının bağlılığı benim hep daha çok dikkatimi çekmiştir çünkü onların hissettiği aidiyet duygusunu diğerleri anlayamaz.
Örneğin Kayra'nın Kardemir Karabükspor'ün 15 Mayıs 1994'te son dakika golü ile lig düştüğü tarih için yaptığı "Mucizeye Bir Hafta" albümü futbolla alakası olmayan biri olarak haftalarca kulaklığımda çalmıştır.
"Övgüler bütün bu Karabük'e. Bir görsen öyle kesiyorum ki gazeteden küpürler, bir bilsen öyle seviyorum ki sövseler gücenmem."
sözlerinin bana verdiği nostaljik, samimi hissiyat; özellikle bu maçın Kayra 9 yaşındayken oynandığını öğrendiğimde o çocukların gözünde bunun ne denli değerli olduğunu anlamama yardımcı oldu. Büyük İstanbul takımlarını başarı tandanslı güdülerle desteklemektense bunların her şeyden önce bir hikayesi, bir geçmişi, bir anlamı var gibi geliyor.
Konu Adana Demirspor'a gelecek olursa; sanırım yazıya kulübün borçları sebebiyle liglerden tamamen ihraç edilme tehlikesi altında olduğu yıllarda kulübün bütün borçlarını üstüne alıp mavi-lacivert bir iple intihar eden Bekir Çınar'la başlamak gerekir. Şu an kulübünün başarısızlığını dahi üstüne alıp istifa etmeye dahi yanaşmayan başkanların yanında böylesi bir adanmışlık anmaya değer bana kalırsa; ki taraftarlar da onu sık sık anıyorlar ve ona büyük bir saygı duyuyorlar. Çünkü kendileri de muhtemelen aynı koşullarda aynı şeyi yapardı.
Peki Adana Demrispor nasıl kuruldu? II.Dünya Savaşı zamanında asker olmayan gençleri dinç tutmak amacıyla spora yöneltmek adına Sivil Savunma Mükellefiyeti yasası çıkıyor. 500'den fazla kişinin çalıştığı kurum ve kuruluşların spor kulübü kurması mecburi tutuluyor. Bu doğrultuda Devlet Demir Yolları tarafından 1940 yılında Adana Demirspor kuruluyor.
Türkiye'yle ilgili en sevdiğim şeylerden biri olabilir bu… Tanzimat döneminde, Kurtuluş Savaşı zamanında ve ülkece yaşadığımız birçok zor dönemde, halkı içine itildiği durumdan uzaklaştırıp edebiyat ve sanatla eğitmek, vatandaşlık bilinci kazandırmak, topraklarını ve kültürünü korumak için hareketlendirmek adına yazılan, üretilen eserleri şu an da büyük bir zevk ve gururla okuyoruz. O zamanki insanların duygularına hitap etmek için yazılan eserler bu yüzyılda hala bize hitap ediyor ve vatan sevgimizi perçinliyor.
O dönem savaş sebebiyle kurulması zorunlu tutulan spor kulüplerinin hem ülke içinde hem de uluslararası başarılarıyla da aynı şekilde gurur duyuyoruz. Bu ülkenin çocukları sanata ve spora bile canını kurtarmak, ülkesini korumak için yöneltilirken bunun ardındaki yaşanmışlık ve toplumsal hafıza bence çoğu ülkenin edebiyatından, sanat ve spor tarihinden daha çok etkiliyor bizi. Saf yeteneklerini bu yaşanmışlıkla harmanlayarak elde ettikleri başarıların anlamı bizim için çok daha büyük. Adana Demirspor da bunlardan biri.
İstanbul, Ankara ve İzmir takımlarından sonra profesyonel ligde oynayan ilk takım olması bir yana, Sutopu'nda 17 yıl hiç yenilmemiş, 22 yılda da tek bir mağlubiyet ile toplamda 29 defa Türkiye şampiyonu olmuş ve Yenilmez Armada ünvanı verilmiş. Bu başarının ilginçliği ve tahmin edilemezliğinin de bir hikayesi var: Kısa bir araştırmayla ulaşabileceğimiz bilgilere göre Adana'daki nizami havuzun bir tane olması ve genellikle zenginler tarafından kullanılması sebebiyle takım Devlet Su İşleri'nin kanallarında çalışıyor. Evet, bildiğiniz su kanalında. Bu maddi imkansızlıklar ve yetersizliklere rağmen önce Çukurova Şampiyonluğu, sonra Türkiye finalleri. Finalde takımın kaptanı Muharrem Gülergin'in parmağı kırık.
7-6 galibiyet sonrası rakip takım bu durumu kendine yediremeyip kaptanın parmağı sargılı oynaması dahil olmak üzere birçok itirazda bulunuyorlar. Bunun üzerine Muharrem Gülergin sinirlenip elindeki sargıyı çıkararak tekrar oynamayı teklif ediyor. Sonuç da tarihe yazılmayacak gibi değil: 12-0.
Bahsetmek istediğim başka bir konu ise, işçi çocuklarının desteklediği, tarihinde daha çok sol tandanslı bir kitleye sahip olmuş Adana Demirspor'un taraftar grubunun ismi 1970'lerde "Demir Yumruk" imiş. Başarı için zengin bir çevreden gelip en iyi şartlarda çalışmanın şart olmadığını gösteren, aynı zamanda bir sınıf mücadelesiyle de taçlandırılan, kenar mahallede büyümüş o çocukların gururu olan bu zaferlerin devamı da var, ama yazıyı daha fazla uzatmayacağım.
Şu ana gelirsek kulübün geldiği son hal ise iç burkucu, kötü yönetim sonucu şu an yine borç batağında, ligde küme düşmüş olan bir Adana Demirspor var. Yine de taraftarı bir gün eski günlere dönüp bu romantik hikayeyi zirveye taşıyarak bu uğurda can verenlere olan borcunu ödemek istiyordur eminim. Ama sonuç kötüye de gitse, hiçkimse bu yoldan dönmeyecektir, orası kesin.
Bu insanlar doğup büyüdükleri, yaşadıkları yerle, memleketleriyle, kısacası ait oldukları yerle bağ kuruyor ve hiçbir bağları olmayan üç büyükler'dense ait hissettikleri, onlarla yaşayan ve büyüyen bir kulübü desteklemeyi tercih ediyorlar. Başarılı da olsa, ligden de düşse bizim olan bizimdir diyorlar. Herkes bir yere ya da bir şeye ait hissetmek ister, bu aidiyet hissini artık ben de anlayabiliyorum ve bağ kuruyorum.