Bilgiyi Yaşayarak İnşa Etmek

Öğrenme, insanlık tarihi boyunca bilginin aktarılması ve kazanılması için kullanılan sayısız yöntemi barındırır. Ancak, son yıllarda klasik sınıf ortamlarının ve ezberci eğitim modellerinin ötesine geçen, bireyin aktif katılımını merkeze alan bir yaklaşım giderek daha fazla önem kazanmaktadır: Deneyimsel Öğrenme. Bu yaklaşım, sadece bilgiye sahip olmayı değil, aynı zamanda o bilgiyi yaşayarak, uygulayarak ve yansıtarak anlamlandırmayı hedefler. Temelde, bilginin soyut bir kavram olmaktan çıkıp, somut bir gerçekliğe dönüşme sürecini ifade eder.

Peki, deneyimsel öğrenme tam olarak nedir ve neden bu kadar kritik bir öneme sahiptir? 

Deneyimsel Öğrenmenin Tarihsel Kökleri: "Yaparak Öğrenme"nin Doğuşu

Deneyimsel öğrenme, günümüzün popüler bir eğitim metodolojisi gibi görünse de, aslında kökleri çok daha derinlere uzanan kadim bir felsefeyi temsil eder. İnsanlık, ateşi keşfetmekten tarım yapmaya, karmaşık sosyal yapıları inşa etmekten bilimsel keşiflere kadar her zaman yaparak, deneyerek ve hatalarından ders çıkararak öğrenmiştir. Antik filozoflar bile pratik bilginin önemini vurgulamışlardır; Konfüçyüs’ün "Bana söyle, unuturum; bana göster, hatırlarım; beni dahil et, öğrenirim" sözü, deneyimsel öğrenmenin özünü çarpıcı bir şekilde ifade eder.

Ancak, modern deneyimsel öğrenme teorisinin temelleri 20. yüzyılın başlarında atılmıştır. Bu alandaki etkili figürlerden birisi de  Amerikalı filozof ve eğitim reformcusu John Dewey'dir diyebiliriz. Dewey, eğitimi pasif bir bilgi aktarımı süreci olarak değil, bireyin çevreyle etkileşime girdiği ve sorunları çözmek için deneyimlerini kullandığı aktif bir süreç olarak görmüştür. Ona göre, gerçek öğrenme, bireyin aktif katılımıyla ve doğrudan deneyimlerle gerçekleşir. Dewey'in "eğitim, deneyimin sürekli yeniden yapılanmasıdır" ifadesi, onun pragmatist felsefesinin eğitim alanındaki yansımasıdır. Okulun, gerçek hayatın bir yansıması olması gerektiğini ve öğrencilerin sınıf dışında karşılaştıkları sorunlara benzer durumlarla yüzleşmeleri gerektiğini savunmuştur.

Dewey'in fikirleri, daha sonra psikanalitik ve bilişsel psikoloji alanlarından gelen önemli katkılar ile  zenginleşmiştir. Kurt Lewin ise bireylerin öğrendiklerini deneyimlemiş ve bu deneyimler üzerinde düşünerek içselleştirdiğini öne sürdüğü "eylem araştırması" ve "alan teorisi" gibi kavramların geliştirilmesine katkı sağlamıştır. Lewin'in çalışmaları, deneyimsel öğrenmenin sadece bilişsel değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal boyutlarını da vurgulamıştır. Öğrenmenin döngüsel bir süreç olduğunu ve bireylerin deneyimlerden yola çıkarak kendilerini ve çevrelerini anlamlandırdığını belirtmiştir.

Gelişim psikoloğu Jean Piaget ise çocukların bilişsel gelişimini inceleyerek, onların çevreleriyle etkileşimleri sonucunda zihinsel şemalarını nasıl inşa ettiklerini açıklamıştır. İsviçreli gelişim psikoloğu Piaget'e göre, çocuklar bilgiyi pasif alıcılar olarak değil, aktif olarak inşa eden küçük bilim insanlarıdır. Deneyimler aracılığıyla gözlem yapar, hipotezler kurar, dener ve sonuçlardan ders çıkarırlar. Bu süreç, "asimilasyon" (yeni bilgiyi mevcut şemalara dahil etme) ve "akomodasyon" (mevcut şemaları yeni bilgiye uyacak şekilde değiştirme) kavramları ile açıklanır. Piaget'in çalışmaları, deneyimin bilginin yapılandırılmasındaki merkezi rolünü pekiştirmiştir.

Tüm bu öncülerin çalışmaları, deneyimsel öğrenme teorisinin modern gelişimine zemin hazırlamıştır. Ancak, bu alandaki en kapsamlı ve etkili modellerden birini sunan kişi, Amerikalı eğitim teorisyeni David A. Kolb olmuştur. Eğitim teorisyeni David A. Kolb  Dewey, Lewin ve Piaget'in teorilerini sentezleyerek, bugün yaygın olarak kabul gören Deneyimsel Öğrenme Döngüsü'nü (Experiential Learning Cycle) geliştirmiştir.

David A. Kolb'un Deneyimsel Öğrenme Döngüsü: Dört Aşamalı Bir Süreç

David Kolb'un deneyimsel öğrenme döngüsü, öğrenmeyi soyut bilgi edinimi yerine, sürekli bir dönüşüm ve gelişim süreci olarak tanımlar. Bu döngü, dört temel aşamadan oluşur ve her bir aşama bir sonrakini besleyerek sürekli bir öğrenme sarmalı oluşturur:

Somut Deneyim (Concrete Experience - CE)

Bu, öğrenme döngüsünün başlangıç noktasıdır. Bireyin doğrudan bir olayla, durumla veya aktiviteyle yüzleştiği andır. Bu aşamada önemli olan, pasif bir gözlemci olmaktan ziyade, deneyimin içine aktif olarak dahil olmaktır. Örneğin, bir stajda gerçek bir projede çalışmak, bir laboratuvarda deney yapmak, bir grup çalışmasında liderlik rolü üstlenmek veya bir simülasyonda karar vermek somut deneyimlere örnek teşkil eder. Bu aşama, öğrencinin kişisel katılımını ve duygusal olarak deneyime bağlanmasını sağlar. Bilginin ilk kez hissedildiği, yaşandığı ve toplandığı yerdir.

Yansıtıcı Gözlem (Reflective Observation - RO)

Somut deneyim yaşandıktan sonra, birey bu deneyim üzerine düşünmeye başlar. Bu aşamada, deneyimi farklı açılardan değerlendirme, ne olduğunu, nasıl olduğunu, neden olduğunu sorgulama ve anlamlandırma söz konusudur. Öğrenciler, deneyiminden elde ettiği verileri analiz etmekte farklı bakış açılarını değerlendirmekte ve alternatif yaklaşımları düşünmektedir. Böyle durumlarda günlük tutmak, akranlar ile tartışmak, mentörden geri bildirim almak, bir olayın videosunu izleyip analiz etmek bu aşamada önemlidir. Yansıtıcı gözlem, deneyimden anlam çıkarmanın ve onu kişisel bilgiye dönüştürmenin anahtarıdır. Bu aşama, duygusal tepkileri ve gözlemleri eleştirel bir mercekten geçirmeyi içerir.


Soyut Kavramsallaştırma (Abstract Conceptualization - AC)

 Yansıtıcı gözlemden sonra, birey deneyimlerinden elde ettiği çıkarımları soyut kavramlara ve teorilere dönüştürmeye çalışır. Bu aşamada, gözlemlerden genellemeler yapılmakta, prensipler oluşturulmakta ve teorik modeller ile ilişki kurulmaktadır. Öğrenci, "Peki bundan ne öğrendim? Bunu başka nerelerde uygulayabilirim?" gibi sorular sorar. Örneğin, bir projedeki başarısızlığı analiz ettikten sonra, ekip çalışmasının önemi veya iletişim stratejilerinin geliştirilmesi gibi genel prensipler çıkarılabilir. Mevcut teorik bilgilerle yeni deneyimi birleştirmek, kavram haritaları oluşturmak, yeni modeller geliştirmek bu aşamanın tipik aktiviteleridir. Bu, bilgiyi daha genel, uygulanabilir bir biçimde formüle etme aşamasıdır.


Aktif Deneyleme (Active Experimentation - AE)

Öğrenme döngüsünün son aşaması, soyut kavramsallaştırmalar sonucunda elde edilen yeni bilgileri ve prensipleri gerçek dünya durumlarında denemektir. Bu, "Peki şimdi ne yapacağım?" sorusuna bir yanıt bulma aşamasıdır. Öğrenci, yeni edindiği anlayışları ve becerileri kullanarak yeni durumlarla başa çıkmaya, sorunları çözmeye veya farklı yaklaşımlar denemeye çalışır. Örneğin, ekip çalışması konusunda öğrendiklerini yeni bir projede uygulamak, yeni bir iletişim stratejisi denemek veya bir simülasyonda farklı bir karar vermek aktif deneyleme örnekleridir. Bu aşama, öğrenilenlerin pratik değerini test eder ve bireye yeni somut deneyimler kazandırarak döngüyü yeniden başlatır.


Kolb'un döngüsü, öğrenmenin doğrusal bir süreç olmaktan ziyade, sürekli tekrarlayan ve her tekrarla birlikte daha derinleşen sarmal bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Her bir aşama, diğerini destekler ve anlamlı bir öğrenme için döngünün tamamlanması esastır. Bu model, bireylerin kendi öğrenme stillerini (Deneyimleme, Yansıtma, Kavramsallaştırma, Deneyleme eğilimlerine göre) anlamalarına da yardımcı olur ve öğrenme ortamlarının nasıl tasarlanması gerektiği konusunda önemli ipuçları sunar.