Bilinmezlikler Diyarı

Herkesten Uzak Bir O Kadar Da Yakın.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bambaşkalar ülkesinde, kimsenin bilmediği ve ulaşamadığı bir yerde. Karanlık ancak öyle herkesin bildiği karanlıklardan değil. Işık hüzmelerinin sızıntılardan oldukça uzak ve kimsenin parlak güneş ışığıyla bile gidemeyeceği bilinmezlik tepesinde.

Herkesten uzak ama bir o kadar da yakın, görülüp görülebilecek en güzel çiçek yaşarmış. Bu çiçek diğer bütün çiçeklerden farklıymış ve bilinmezliklerle doluymuş. Öyle ki, yaşadığı yer bile, kimsenin onu göremeyeceği tepedeki, ıssız ve karanlık ormanmış. En azından çiçek böyle düşünürmüş. Kıpkırmızı taç yaprakları ve kocaman gövdesiyle onun bu güzelliği ve ihtişamı, herkesi kendine hayran bırakırmış.

Gelme zaman gitme zaman, bugüne kadar ki en soğuk ve sisli günde çiçek, uzaklardan gelen bir hışırtı duymuş. Bu ses, gitgide artarak soluğu çiçeğin gövdesinin hemen yanı başında almış. Çiçek, ne olduğunu anlamadan, oraya nasıl geldiği bilinmez adamın yere yığılması ile şaşkınlık ve panik içerisinde ne yapacağını bilmekten uzak, yalnızca bakakalmış yerdeki solgun ve bitkin yaratığa.

Gün ağarmaya başlarken hafif aydınlanan gökyüzü, parlaklığını çiçeğin yapraklarından yerde yatan adamın gözlerine doğru öyle yansıtmış ki adam, gözüne çarpanın bir ölüm ışığı olduğu düşüncesiyle korkarak, hareketsiz bir şekilde olduğu yerde kalakalmış. Bir sıçrayışta kendini birkaç adım öteye fırlatan adam yavaş yavaş gözlerini açarken kirpiklerinin arasından henüz ne olduğunu anlayamadığı fakat gözlerini açmaktan gide gide memnun olduğu bir görüntüyle karşılaşmış. Çiçeğin güzelliğine ve göz alıcılığına hayran kalan adam, ona ilk görüşte aşık olduğunu düşünmüş.

Çiçek hala adamın buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken adam çoktan çiçeğin dibinde bitmiş. Önce onu usul usul izlemiş daha sonra minik hareketler eşliğinde çiçeğe doğru parmaklarını uzatmaya çalışmış. Tam çiçeğe dokunduğu sırada birden elinde bir acı hissetmiş. Bu acının ne olduğunu anlamaya çalışırken gözlerini parmağına diktiğinde parmağının mosmor bir halde çürüdüğüne şahit olmuş. Korkudan ve acıdan ne yapacağını bilemeyen adam, tüm hızıyla ve var gücüyle ormanın derinliklerine karışarak gözlerden kaybolmuş.

Günlerden bir gün, çiçek yine yalnız başına sessizliğin tadını çıkarırken ateş böceklerine benzer, minik ışıltıların ona doğru geldiğini görmüş. Merak duygusu yerini, küçük mutlu heyecanlara bırakırken yaklaşanın ne olduğunu anlamadan gövdesinde bir sızı hissetmiş. Bakışlarını o tarafa çevirirken gördüğü şey karşısında kalakalmış. Bundan bir süre önce ziyaretine nereden ve nasıl geldiği bilinmez adamın, ucu sivri ve gümüş parlağı baltasıyla gövdesine ardı ardına darbeler vurduğunu görmüş. Tekrar baltasını çiçeğin gövdesine vurduğu sırada baltasının başı sopasından fırlayıp yerde taklalar atmış. Sopa ise elinde ikiye bölünerek parçalara ayrılmış. Hem çiçek ne olduğunu henüz anlamaya hem de adam baltasına bakarak şaşkınlığını diğerlerinden gizlemeye çalışırken; ateş böcekleri de ellerindeki meşaleleri çiçeğe doğru uzattığı an...

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, dünyalar güzeli bir çiçek yaşarmış. Her şeyden mümkün olduğunca uzak ve bilinmezliklerle dolu. Güzelliği karşısında hayran bırakacak bu çiçek, güzelliğinin farkında bile değilmiş. Güzelliğinin ona güç kattığını bile anlayamamış. Bu öyle bir güçmüş ki ona dokunan tüm canlıları yok edecek nitelikte. Kim ona dokunursa güzel gülün karşısında yavaş yavaş çürüyecekmiş. Öyle de olmuş. Çiçek gücünün ve güzelliğinin farkına bile varmak istememişse de yaşadığı yer herkesten uzak ama bir o kadar da yakınmış.