Bir Başkaldırı Denemesi: "Joker: Folie à Deux"
"Joker: İkili Delilik" filmine dair ilk izlenimlerimi spoiler içermeyecek şekilde açıklamak istedim.
Yönetmenliğini Todd Phillips’in yaptığı Joker: Folie à Deux, ilk filmin devamı niteliğinde olduğundan açılış sahnesi de bununla bağlantılı olarak bir koğuş rutiniyle başlıyor. Henüz davası görülmemiş olan Arthur Fleck’in (namıdiğer: Joker’in) avukatıyla yapacağı konuşma için hapishane içinde yer değiştirmesi üzerine, dağınık görünümlü sarışın bir kadını göz ucuyla fark etmesi, hikâyenin nasıl bir süreç içinde gelişeceğine dair ilk ipucunu veriyor. Bu serinin esas karakterlerine hâkim olanlar, bir müzik sınıfında karşımıza çıkan bu kadının (Lady Gaga’nın) Joker’in daimî partneri olan Harleen ‘Lee’ Quinzel rolünü üstlendiğini ve filmin gidişatında etkili bir rol sahibi olacağını anlıyor. Bir diğer ipucu, tanışma sürecinin yaşandığı âna kameralar çevrildiği zaman yakalanıyor. Bu sahne, olay örgüsünün müzikal bir ortamda gelişeceğinin göstergesi olarak ele alabileceğimiz "müzik sınıfı" dahilinde gerçekleşiyor: İkili birbiriyle konuşmak için bir adım atıyor ve bunu takiben Arthur’un zihninde kimi zaman orkestranın ve seyircinin kimi zaman ise farklı karakterlerin eşlik ettiği canlı gösteriler, danslar, şarkılar ve fanteziler şekillenmeye başlıyor. Film, teatral noktaları da genellikle hayal edilen bu görüntüler üzerinden sunuyor.
Oyuncuların yeteneklerini konuşturduğu, çok sesli ve renkli olarak tanımlayabileceğimiz performanslarıyla büyülendiğimiz gibi; eksik kaldığını hissettiğimiz diğer yanlarıyla film, ilkinde kaleme alınan dinamik anlatıma kıyasla izleyicilerin beklentisini karşılayamıyor. Harley Quinn karakterinin önceki serilerdeki çılgınlığını, ilk filmden aşinası olduğumuz taşkınlıkları ve aksiyon dolu sahneleri gözler ister istemez arıyor. Bununla birlikte filmin mekânsal anlatımı yarım kalmış, olay ve karakter örgüsü tamamlanamamış gibi hissettiriyor. Bu olayların temelde hapishane ve mahkeme salonunda gerçekleştiği, bu iki mekân arasında gidip gelen senaryonun göz alıcı bölümleri çoğunlukla Joker'in yargıç önünde sergilediği stand-up üzerinden betimlediği görülüyor. Bir yanda trajedinin hâkim olduğu realite, diğer yanda ise deliliği gözler önüne seren bir hayal dünyası çatışıp duruyor. Özgürlüğü her şeyden önce zihninde meydana getiren Arthur, bunu günümüzün salt gerçekliğine entegre etmek istediğinde ise şakalarıyla nam salmış Joker olarak anılıyor. Toplumda vandalizme ve baş kaldırıya yol açan bu yanı sebebiyle, belli bir kesim tarafından kendine genişçe bir hayran kitlesi ediniyor; bir diğer kesim ise onun azılı bir suçlu olduğunu ve en ağır cezaya çarptırılması gerektiğini savunuyor. Bu çatışma, özellikle mahkeme salonunda ve mahkumların vakit geçirdiği ortak alandaki televizyonda en canlı haliyle resmediliyor. Filmin asıl vurucu noktası final sahnesinde seyirciyle buluşuyor. Joker karakterine hayat veren Joaquin Phoenix'in, yer yer yükselen If You Go Away şarkısını seslendirmesinin ardından asıl hareketli dakikalar birbirinin üstüne devrilmeye başlıyor. Trajedi ve hayal kırıklığıyla dolu yaklaşık yirmi dakika boyunca süregelen epik bir manzara çiziliyor. İsyan bayrağını gururla taşıma cesaretini Harley Quinn'in varlığı ile yeniden sırtlanan ve içindeki deliliğe yoldaş bulduğunu hisseden Arthur, manifestosunu tam anlamıyla gerçekleştiremeden başkaldırısını sonlandırıyor.