Bir Çilekeş Ananın Feryadı: Bebeğin Beşiği Çamdan

Bebeğin Beşiği Çamdan eserinin çıkış hikâyesini ve hikâyedeki ana karakterin bir anne ve bir kadın olarak yaşadıklarını inceliyoruz.

Sizlere bu yazımda sevdiğim bir türkünün çıkış hikayesinden bahsedip türküde bahsedilen kadın karakterin yaşadıklarının üstünde duracağım. Bahsetmek istediğim türkünün adı Bebeğin Beşiği Çamdan. Aslında ben türkü diyorum icrasından dolayı türkü olarak da anıldığı için ama sözlerine ilk bakışta nenni kelimesini ve bebekten bahsedildiğini görünce ninni olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bütün sözlere iyice bakınca da bu kesinlikle ağıttır deriz, bir kadının kaybettiği evladı için yaktığı ağıt.  Durum böyleyken bu yazıda da eser diye bahsedeyim.  Bu eserin aslında tek bir hikayesi yok. Adana, Malatya, Kahramanmaraş gibi çoğunlukla Toros dağlarının geçtiği şehirlere mâl edilen bu eserin ortaya çıkış hikayesinin benim bulabildiğim kadarıyla 19 farklı versiyonu var. Ben bu yazımda dört tanesine odaklanacağım.  

Bu hikayeler bir araya getirilince olay örgüsü şu şekilde ilerliyor: Uzun süredir bebek bekleyen bir çift var. Sonunda bebekleri doğuyor ve ardından bir göç oluyor. Göç yolunda deveyle taşınan bebeğin beşiği ağaca takılıyor ve bebek orada ölüyor. Bebeğin annesi ise bu ağıdı yakıyor. Hikayelerin temeli bu olsa da eserin sözlerindeki derin anlamlar hikayelerdeki detaylarda gizli.

Bayburt yöresinin hikayesinde karısı hamile olduğu vakit Şam’a askere giden bir delikanlı askerden döndükten sonra iç Anadolu’ya göçmüş olan ailesini de alıp Bayburt’a göç yoluna düşer. Kayınpeder önden, gelin ve deveye konulmuş bebekte arkadan yürümeye devam ederler. Bu esnada bebeğin beşiği ağaç dalına takılır. Örf ve adetlere göre gelinler kayınpederlerinin, büyüklerinin yanında konuşamazmış. Bu sebeple de gelin bunu görmesine rağmen hem saygısından hem korkusundan bir şey diyemez. Yolculuğa ara verildiği zaman kayınpeder bebeğe bakmak için devenin yanına gelir. Beşiği de bebeği de göremez. Gelin konuşamadığı için işaretle bebeğin ağaca takıldığını anlatır. Bebeği aramak için geri dönerler fakat bebeği bulamazlar. O zaman ana bu ağıdı yakar. Burada gördüğümüz kadın figürü örf ve adetlerden korkusuna bebeğinin ölümüne bile göz yummak zorunda kalmış.

Çukurova’ ya ait olan hikâye diğeriyle benzer ama önemli olan detaylar var. Bir bey oğluyla evlendikten sekiz yıl sonra çocuk sahibi olan kadın yaylaya göç zamanı gelince göç yoluna koyulur. Kocasının akrabalarıyla konuşması ayıp olduğundan ağaçlara takılan bebeğin beşiğini yine kimselere söyleyemez. Sonunda kocası bebeğin ağaçlara takıldığını öğrenince geri dönüp bebeği arar ve bebeği gözleri oyulmuş halde bulur. Bu hikâye sadece örf ve adetlerden dolayı susmak zorunda kalıp çocuğunun ölümünü gören bir kadının acısının yanı sıra bu kadının evlendiğinden bu yana baskı altında kalmış olabileceğini de düşündürüyor bence. Hem bir bey oğluyla evleniyor hem de sekiz yıl çocuk bekliyor.

Kıroba (İzmir) yöresine ait birkaç hikâye daha bulunuyor. Bunlardan iki tanesine bakalım istiyorum. Hikayelerin birinde Yanıkhan’dan Kıroba’ya gelin giden Fadime uzun süre çocuk sahibi olamaz. Zaten Kırobalı olmadığı için hor görülmüş olan Fadime, bu sebepten de hor görülür ama sonunda bebeğine kavuşur. Obanın göç zamanında devenin üstündeki bebek ağaca takılır ve ölü bulunur. Fakat bulan Fadime değildir. Bebeği arayanlar anasının yüreği dayanmaz diye bebeğin ölüsünü göstermeden bir taş altına gömerler. Fadime ormanın içlerinde bebeğini aramaya devam eder (…).

Diğer Kıroba hikayesinde Fadime bir oba kızı değil basit bir köylüdür. Kırobalılar gelin gelmesini istemez, obaya yakışmayacağını söylerler. Fakat yine de evlilik gerçekleşir, Yörük göçü çok büyük ve görkemli olduğundan bu sefer de Fadime için göçe dayanamaz denilir. Aşiretleri göç etmek zorundadır çünkü Yörükler yerleşik hayatı istemezler. Fadime çok zorluklarla da olsa Yörük hayatına alışıp tam bir Yörük olur. Bu sefer de çocuğu olmadığı için herkes arkasından konuşmaya başlar. Fadime’nin 7 yılın sonunda çocuğu olur, sonra da Elmalı’ ya göç başlar. Fadime göç sırasında bebeği öldükten sonra bir akşam vakti ormana giderek ortadan kaybolur. Bebeğinin ölüsünün bulunduğu ağacın yanından geçenler de yanık bir ağıt duymaya başlar.

Bu hikayelere baktığımızda bebeğini kaybeden anne, örf ve adetlerden dolayı susturulmuş, köylü olduğu için örselenmiş, bebeği olmadığı için arkasından konuşulmuş, hor görülmüş. Hatta bana öyle geliyor ki bu anne bebeği olmadan önce hiç var olmamış. Ancak bebeği olduğu zaman var hissetmiş belki de kendini. O yüzden de sadece evladını değil kendini de kaybetmiş, tekrar yok olmuş belki de.  En üzücüsü de aslında bunların hiçbirinin kurgu olmaması. Kim bilir kaç kadın bu şekilde hor görüldü, bebeğini toprağa verip ağıtlar döktü.

Türkülerin birçoğunda aslında böyle derin anlamlar gizlidir. Ben de sizlere bu kıymet verdiğim türküyü anlatayım istedim. Sizlere müziğin keyfini çıkarmayın demiyorum tabii ki ama türküleri dinlerken sözlerine mutlaka pür dikkat kulak vermenizi tavsiye ederim. Eseri dinlemek isteyenler için benim çok sevdiğim bir yorumu buraya bırakıyorum. Diğer hikayeleri detaylı incelemek isteyenler ikinci linke bakabilir.

https://www.youtube.com/watch?v=03cIpIC_B8g

https://www.turkudostlari.net/hikaye.asp?turku=19633