Bir Kalıp Sabun

Bir kalıp sabunla ölçülebilen bir aşk hikayesi...


''Doğu beni sinir ediyorsun, şu söylediklerine bir bak.''

''Ben mi seni sinir ediyorum Selin Hanım? Söylesene maçtan geç çıktım diye senin söylediklerin neydi?''

''Ya ben seninle tartışmayacağım artık,'' diyerek daha 10 dakika önce geldiği duraktan uzaklaştı.

''Gidersin tabii. Hemen seninle tartışmayacağım deyip kaçarsınız. Seni görmek için nerelerden kalkıp geliyorum gördüğüm tavırlara bak.'' Cümlenin sonuna doğru bağırarak söylemiştim arkasından, duysun diye. Şu an bana aşırı kızdığını biliyorum sırf bu yüzden bile.

Nedir bu kadınların aman sessiz konuş, yavaş konuş ısrarları. Kim duyarsa duysun. Resmen şehir değiştirir gibi ilçe değiştiriyorsun şu İstanbul’da. Neymiş maçtan geç çıkmışım da yanına geç gelmişim de. Ben ne yapayım son anda planı sarkıtan ben değildim, halı sahadakilerdi. Bizde çoğunluk ne derse o olur. Üstüne bir de şarjım da bitmişti ondan delirdi o. Allah'tan otobüs saatlerine bakmıştım.

''Kızın peşinden gitsene.''

Evren bugün beni sınıyor herhalde.

Kafamı sese doğru çevirdim baktım mahallenin delisi Ahmet. Selin’i eve ilk bırakırken sormuştum bu kim diye, bizim mahallenin evsizi demişti. Neymiş çok da kötü olmayan bir hayatı mı ne varmış, sonra bir şeyler olmuş da böyle olmuş. Selin de tam bilmiyordu yani ama iyi birisiymiş kimseye zararı yokmuş. Bir ay kadar önce daha yakından görmüştüm, leş gibi kokuyordu. Evsiz adamdan ne beklenir ki.

 ''Ne diyorsun dayı, bak işine.'' Bizim bu milletin şahit olup da içine damlamadığı bir olay yok.

''Oğlum kör müsün? Kızın peşimden gel dercesine gidişini görmüyor musun?''

''Ya dayı bir git, zaten otobüs cehennemin dibinden geliyor.'' Bir de seni mi çekeceğim.

İnsan böyleleriyle görülmek bile istemiyor. Her şeye atlayan, her şeye bir fikri olan ama yatacak bir yeri bile olmayan.

''Pişman olursun bak peşinden gitmedim diye, ben sana söyleyeyim.''

''Ahmet senin işin mi yok usta, haydi sinirimi senden çıkartırım.''

Selin köşeden çoktan dönmüştü, sinirden uçarak yürümüştür o şimdi. Peşinden gidip onu haklı çıkarmazdım, Ahmet oraları bir geçsin. Geç kaldıysak kaldık, bunları tartışıp olan vaktimizi mi yiyelim yani. Hep buralardan gol yiyoruz.           

''Gel sana bir hikaye anlatayım delikanlı, nasılsa vaktin var otobüsün cehennemden geliyor.''

Ciddi ciddi bir tane geçirecektim de salmayacak bu beni belli. Yakın başka durak da yok, şarjım da. Soğukta yürüyemezdim şimdi. En iyisi dinliyormuş gibi yapmaktı.

Selin ile kavga etmişiz, hava insanın içini üşütüyor, çok da meraklıydık ya hikayeye neyse. ''E anlat,'' dedim gönülsüzce.

Soruttuğu yerden geldi oturdu yanıma. En son ne zaman böyle heyecanlanmıştı acaba.

''Yıl 77, babam duymuş İstanbul’a tekstil işi için eleman arıyorlarmış, bizim Hüseyin abinin kıraathanesine birileri gelip söylemiş. Bir hayalim de yoktu ama küçüklüğümden beri tarla bağ bahçe ile uğraşmak istemiyordum. Babama dedim ben de gideyim üç beş kuruş fazla kazanayım size de faydam dokunsun. Bir hafta bile dolmadan geldim İstanbul’a. Zorlanmadık mı zorlandık. Yol bilmezsin, yordam bilmezsin. Mecbur alıştık, söyledikleri kadar da fazla vermediler zaten ama azimliydim, işimi iyi yapmaya çalışırdım. Elim makas, iğne tuttukça kendimi geliştirdim.''

''Pek geliştirememişsin galiba, haline baksana.''

''Dur be delikanlı, sana iğneyi anlatmıyorum burada, az sabret. Kendimi geliştirdiğim için beni dükkanın önüne aldılar. İnsanların gelip kıyafetlerini anlatıp kumaşını seçip sipariş verdiği yerdi orası. Ülkenin durum belli, ona rağmen az zam yaptı bizim patron tabii. Hiç unutmam günlerden 16 Nisan yıl 1978, dükkandan içeriye incecik belli, sırma saçlı, mavi gözlü biri girdi. Giyiminden de anlaşılıyordu, durumları iyiydi. Belki de kocası zengindir diye düşünmüştüm.

'Merhaba efendim. Ben 2 gün önce gelmesi gereken Valide Ayşe Hanım'ın kızı Aysel. Alabilir miyim onun siparişlerini?'

Sesinin bülbül gibi olmasına mı, bana efendim demesine mi heyecanlanayım bilemedim. İstanbul’a geldim geleli adam yerine konmayan ben, güzel bir kızdan güzel şeyler duyuyordum.''

''Dayı onu her dükkana girince söylüyorsun.'' Bana aldırış etmeden devam etti.

"Heyecandan dilim sürçtü ama vereyim hemen diyebildim. Tezgahın altından diktiğimiz örtüleri alıp ona verirken ellerimin titremesine engel olamadım. Heyecanlandığımı o da anladı tabii. Poşetleri alıp giderken bana gülümsedi. Kaç gece onun gülümsemesiyle uyudum uyandım.

Sanırım üçüncü mü neydi, Aysel’in siparişleri alıp gitmesinden sonra, patronun hanımı beni yanına çağırdı.

'Ahmet, her zaman Ayşe Hanımların siparişlerini çalışanları almaya gelirdi, noldu da kaçtır Aysel geliyor?'

Ağzımı arıyordu ama ona Aysel’i sevdiğimi nasıl söylerdim. Ya Aysel’in kulağına giderse. Ben onun için sadece çalışandım.

'Bilmiyorum hanımım.'

'Başka gözle bakma diye söylüyorum evladım, Aysel’i Fırat Beylerin oğluna vereceklermiş. Dükkan zor idare ediyor, işini kaybetmek istemezsin diye söylüyorum.'

Beynimden vurulmuşa döndüm. Nasıl bir şey yapmadan duracaktım. Onu iki kez görmem yetmişti mavi gözlerinde kaybolmaya."

''Dayı, sen şu anda da beyninden vurulmuş gibisin.'' Bir sabır çekip anlatmaya devam etti.

"Ben de dedim ulan Ahmet hayatında hiçbir amacın olmadı ama bu zamana kadar onu bulamamıştın da. Ayselsiz yaşayacağıma ölürüm daha iyi. Ben ona karşı boş olmadığımı biliyordum ama aşık olduğumu da hanımımla konuşurken anladım. Gün içinde öğrendim evlerinin yerini, saklanacak bir kuytu buldum, akşam olmasını bekledim. Aysel, Fırat Bey'in oğluyla elinde torbalarla eve geldi, oğlan sarılmaya çalıştı ama Aysel kendini geri çekti, içeri girdi. Gördüklerim de bana güç vermişti, bir yandan da biri görecek diye korkuyordum. Aysel girdikten sonra ikinci katta sol odanın ışığı yandı. Dedim kesin onun odası orası. Gözümü kararttım kesin konuşacaktım onunla bu gece. Uyku saatini biraz geçince, sıkmaktan elimi kestiğim küçük taşı cama doğru fırlattım. Zaman yavaşladı, kalbimin sesini daha çok duyuyordum artık. Camını açıp bülbül sesiyle bana:

'Ahmet Bey, senin ne işin var burda?' diye fısıldadı.

'Aysel Hanım, sessizce buraya gelmenizi rica ediyorum, sizinle konuşmam gerek.'

Gözlerinin parıltısıyla beş dakika dolmadan geldi. O gece her şeyi konuştuk, meğer o da beni beğenmiş ki dükkana bahaneler uydurup geliyormuş. O da benden çekiniyormuş, ailesi de zorla evlendirecekmiş, inanabiliyor musun delikanlı? Yıllar sonra hayallerim gerçek oldu, hem hayatımın amacını buldum hem hayatımın kadınını.''

''Ee sonra ne oldu?'' Meraklandığımı belli etmemeye çalışıyordum. Ne olmuştu da bu hallere gelmişti, Aysel neredeydi?

Gözleri dolu dolu bir halde ''Değiştik,'' diyebildi. Yutkundu ve devam etti:

''Kaçtık birlikte, başka bir semte gittik Galata’nın arkalarına doğru. Ben işsiz, o ailesiz kalmıştı. O saatten sonra artık ailesi bendim. İlk aylarımız çok güzeldi, aslında onunla her zaman güzeldi, sadece değiştik. Benimle kaçtığına pişman olduğunu zannetmiyorum ama bocaladığı doğruydu. Bir hanımefendinin kızı, evleneceği adam belli, gireceği yatağın karyolasına kadar her şey... Hiçbir zaman özgür olamamış, bu ona ağır gelmişti belki. Onunla kaçmakla ona kötülük mü yaptım diye düşünmeden edemiyorum. Gel zaman git zaman, Galata’ya da çok uzak olmayan bir dükkan gördüm. Küçük ama sade, insan çekecek türden, ayak altında. Aysel de olur dedi, ben de yardım ederim sana dedi. Biz ufak ufak başladık, az ama sürekli gelenlerimiz vardı. Biraz sırtımızı doğrulttuyduk, Aysel çocuk demeye başladı. Ben istemez miydim sevdiğim kadından çocuğum olsun, tabii ki isterdim. O buna çok kafayı takmıştı. Benimle kaçmış, dükkanı oturtmuş, benim istediklerim olmuş ama onunkiler niye olmuyormuş. Halbuki öyle değildi ki, öbür iş yerinde eleman olabilirim ama dükkan işletmenin nasıl bir şey olduğunu, ne kadar zor olduğunu da öğrenmiştim. Sırt doğrulttuk diye zengin değildik ya. Zaten biz böyle kavga ede ede 80 yılına girdik. Hatta o yılbaşında da kavga etmiştik Aysel’le. Neden bizim köydekiler bize geliyor diye. Ailem de heves ettiydi tabii o yıl, oğlan evlendi de bir gidemedik diye. Ne yapsaydım, sevdiğim kadınla bir yeni yıla daha girerken ailem de olsun istemiştim. Keşke kafam kırılaydı da onu kırmasaydım. İlk o zaman bağırdım ona, hâlâ unutamıyorum o içli içli ağlayışını. Sonraları zaten her şeye hevesini kaybetmişti. Ben dükkanı ayakta tutmaya odaklanmıştım. Çocuk da arada kaynamıştı. Biliyor musun ama ben şu ülkenin içindeki durumdan çıkalım da baba olayım diye can atıyordum. Sadece sizin zamanınızda yok yani delikanlı, önünü göremeyen herkes korkar. Ben Aysel’den gizli gizli oğlan kıyafetleri dikiyordum biliyor musun? Oğlumuz olsun istiyordu, bana benzeyecekmiş, hep öyle derdi. Kıyafetleri görecek diye ödüm kopuyordu başlarda. Biz iyice uzaklaştığımız için kıyafetleri ona göstermeye karar vermiştim en son. O gün. O gün işim uzadı diye eve geç gitmiştim. Baktım Aysel mutfakta, dedim ,'Aysel sabunlar nerede?' Aysel de 'Ne sabunu?' dedi. 'Aysel sana dediydim ya geçen gün, bugün sabunları sen al benim işim yoğun, sen de tamam dedin, nerede o sabunlar? Ben yarın nasıl çizeceğim kumaşları sabunsuz, söyle. Kumaşı çizemezsem nasıl keseceğim, kesemezsem nasıl dikeceğim?' Kızmıştım delikanlı, bir an işleri yetiştiremezsem nasıl evi geçindireceğim diye korkmuştum. Niyetim onu üzmek hiç değildi ama insanoğlu hatalar yapıyor, sonra düzeltirim diye diye.

'Tamam Ahmet. Giderim şimdi Veysel Usta'nın yanına alırım sabunlarını. Çizersin kumaşını, kesersin de.'

'Nereye bu saatte Aysel, gel şuraya!'

Bıraktı muftaktaki işini, çıktı beni dinlemeden. Sinirden hızlı hızlı gittiydi aynı senin kız gibi. Ben de alsın gelsin de konuşalım diye bekleye bekleye saatler geçti. Bir şeyler olduğunu hissetmiştim ama. Çıktım tuttum Veysel Usta'nın yolunu, ellerim de nasıl titriyor ama. Kesin beni cezalandırmak istiyor, ondan böyle yapıyor dedim. Dükkanın yoluna girdiydim, her yer kıyamet. Millet çığlıklar atıyor, etrafta nereye koşacağını bilemeyenler, torbalarından eriklerini düşürüp kaçanlar. Hemen gördüm orada onu. Yerde. Kanlar içinde. Sabunlara da kollarını sımsıkı dolamış. Sabunlar kırmızıya boyanmış. Milletin tersine koşmaya başladım, koştukça varamıyordum sanki.

'Veysel Ustaaaa! Neredesin? Ayseeelll! Aysel aç gözlerini, lütfen aç. Veysel Ustaa ne oldu burada? Biri ambulansı arasın! Aysel gözünü seveyim bırakma beni Aysel. Aysel daha oğlumuz olmadı Aysel. Ne olur bırakma beni, ben sensiz ne yaparım Aysel!' diye bağırıyordum etrafta"

Ahmet ağlamaya başlamıştı, tekrar o anları yaşıyordu. Ona üzülmeye başladım. Yaşadığı acı çok büyüktü. Gözyaşlarını silse de ağlayarak devam etti.

''O gün 80’li yılların bitmeyen kavgasının arasında kalmış Aysel. Sağcı grupla solcu grup arasında çatışma çıkmış. Aysel de sabunları alıp oradan kaçarım düşüncesiyle atlamış sokağa. Ona oğlumuzun kıyafetlerini gösteremeden öldü. Son günlerinde onu güldüremedim. Son cümlem sabun oldu delikanlı, onu ne kadar sevdiğim değil. O gün bu gündür elime sabun sürmedim. O yüzden herkes benden kaçar, kokuyorum, pisim diye.''

Ağlaması asla kesilmedi, tıpkı acısı gibi.

''Ben Aysel’imi sabun yüzünden kaybettim. Ben sabunu sürsem ne olacak üstümü temizleyecek, ruhumu değil. Aysel’imi geri getirmeyecek. Ben de onun beni son gördüğü halimle kaldım. Üstü pis, dili pis, ruhu pis.''

Ahmet’e ilk defa empati duyduğumu hissettim. İnsanları konuşunca anlıyorsun, ne hikayeler barındırıyor içlerinde.

''Yok Ahmet abi, sen dedin insan hata yapar diye, sen nereden bilecektin böyle olacağını. Hem bilsen Aysel’i göndermezdin ki.''

''Tabii ki göndermezdim ama bilseydim. O yüzden delikanlı her anını son anın gibi, sevdiklerinle son gününmüş gibi yaşa. Hadi git sevdiğinin peşinden, geç kalma. Bak ben kaldım, ben onsuz kaldım. Ben yapayalnız kaldım.''

Hıçkıra hıçkıra ağlayan Ahmet abiye ne desem susmayacaktı. Bıraktım ağlasın, acısı dinmiyor bari gözyaşları dinsin.

''Gidiyorum Ahmet abi. Selin’e gidiyorum.''

Sevindi onun yaptığı hatayı başkasına yaptırmadı diye. Ceketinin içinden bir şey çıkartıyordu, onun aksine temiz, güzel kokulu bir şey.

''Tek buna hak ettiği değeri verdim delikanlı. Aysel’le oğlumuzun kıyafeti. Diğer kıyafetleri annesinin yanı başına bıraktım. Her gün gidip temizliyorum onları. Al bunu, al, al, çekinme temiz. Aysel’in en sevdiği koku var üstünde, lavanta.''

''Hep seni bununla hatırlayacağım Ahmet abi ama şimdi gidiyorum Selin’imin yanına.''

Son bir baktı, onayladı gözleriyle.

Onu son görüşüm oldu, son karşılaşışım. Selin ile aramı düzeltmiştim, sorunlarımızı çözmüştük. Sonraki oraya gidişimde öğrendim ki Ahmet abi ölmüş. Üzüldüm ama sevindim de Aysel ile kavuşacaklar diye. Ahmet abiyi nereye gömdüklerini mahalleliye sordum, son vazifemi yerine getirebilmek için. Ertesi gün yanına gittiğimde gördüm Aysel’inin yanına gömmüşler. Aysel’den sonra kalan tüm parasıyla burayı almış. Gitmemiş köyüne Aysel burada diye. Önce duamı ettim ikisi için sonra Ahmet abinin yanına giderek:

''Ben geldim Ahmet abi. O gün adımı bile söyleyememiştim sana Doğu ben. Vedalaşmaya geldim. Aysel’e de, bebeğe de kavuştun artık huzurla uyuyabilirsin.''

Bir kalıp lavantalı sabun bıraktım başucuna.

''Artık ruhunu temizleyebilirsin.''