Phantom Thread
"öp beni sevgilim, kusmadan önce."
İzlemenizi muhakkak tavsiye ettiğim bir film olmakla birlikte özel hayatımdaki yeri de bambaşka filmlerden biridir. Yönetmen Paul Thomas Anderson hasta yatağında yatarken eşi onunla ilgilenirken eşinin ona uzun zamandır bakmadığı bir aşk ve şefkatle baktığını farkettiğinde bu filmin filizlerini atmıştır. Aynı zamanda Cristóbal Balenciaga'nın yaşamı da ilham kaynağı olmuştur.
'Reynold Woodcock' rolündeki Daniel Day-Lewis rolünün son kez hakkını vererek muhteşem bir iş çıkartmıştır. Kendisi bu filmdeki terzi rolü için dikiş dersleri almıştır. Üstelik yönetmen Anderson senaryo üzerinde çalışırken şaka ile söylediği "Reynold Woodcock" ismi Anderson tarafından öncelikli olarak çok komik bulunmuş ardından da beğeni ile karşılanıp ana karakterlerden birinin ismini böylece oluşturmuş oldular. Woodcock karakteri obsesif bozukluğu olan, asla katı kurallarından ödün vermeyen, kendisine ilham olan kadınlar ile birlikte olup sonraki süreçte ilham sona erince yollarını ayıran, narsist bir kişilik var karşımızda.
Üstelik anne figürünün ne kadar önem arz ettiğini annesinin saçından bir tutamı yanında taşımasından anlayabiliyoruz. Hasta yatağında yatarken annesinin hayali ile Alma'yı kafasında birlemesinden yola çıkarak Freudyen bir bakışla odipus kompleksinden de belki bahsedebiliriz. Yan karakterlerden olan kız kardeşi Cyril (Lesley Manville) ile ilişkisi de bu çerçeve de değerlendirilebilir mi bilinmez ama ablası olmaksızın çok nadir iş yaptığını bir yere gittiğini görürüz.
Diğer ana karakterimiz ise Alma, Vicky Krieps ile hayat bulmuştur. Alma karakteri,hırslı ve aşkı için nelere cüret edebilme cesaretine sahiptir. Kendisi bir yerde garsonluk yaparken Woodcock'un onu görüp yemeğe davet etmesiyle karşımıza çıkıyor ilkin. Woodcock malikanesindeki o kuralcı yaşamı başta kavraması zor oluyor. Ancak o da bu sürecin içinde kendine bir yer bulup o masan hiç kalkmak istemiyor. Haliyle olaylar bundan sonra cereyan ediyor. Şimdiden keyifli bir seyir diliyorum.