Birlikte ama yalnız, iki yabancı.
Kendine yabancı kalan kimseye tanıdık olamaz.
Bir kişinin kendisine yabancı olduğunun düşüncesi kişinin kendisi için fazlasıyla rahatsız edici olabilir.
Buradaki rahatsız edici olarak tanımlanan durum tıpkı tanıdık zannettiğimiz birisi ile aynı odayı paylaşırken tanıdık zannedilen kişinin birden bir yabancıya dönüşmesinin bizde yarattığı hissiyat gibidir.
Beklenmeyen ve ürküten bir farkındalık anı.
Farkında olduğumuz fakat değiştirmek için çaresiz kaldığımızı düşündüğümüz konularda sorunun kendisi oluşturan kaynağı keşfetmekten kaçınma eğilimi gösterebiliriz. Bizler kaçındıkça sorunun kendisini daha az hissettireceği yönünde bir algıyı benimseyebiliriz.
Kaçmak, ilk bakışta çaba gerektirmeyen bir yöntem gibi gözüksede tüm bir süreç boyunca peşimizi bırakmayacak olan sorun her seferinde ortaya çıkmak için sebeplerini bulacaktır.
Ertelediğim yüzleşmeler, en umulmadık anlarda ve alanlarda karşıma çıkarak tam olarak hangi noktada aslında şikayetçi olduğum benzer döngülerin içerisinde kaldığımı bana anlatmak isteyecektir.
Tanımadığım bir kişinin ağzından dökülenler, bir ilişkide yaşadığım terk edilme korkusu, bir patrondan beklediğim övgü sözcükleri, bir ortamda yaşadığım kabul görememe duyguları gibi örneklerini fazlalaştırabileceğimiz her bir işaret, beni esas sorunun kaynağına davet etmek için gelebilir.
Ve ben tüm gücümle birlikte kontrolün bende olduğunu düşünürken tek bir hamlede dengemi alt üst edebilir.
Peki bizler kendi hayatlarımızın ve seçimlerimizin kontrolünün tam olarak bize ait olduğunu düşünürken hangi çıkış noktasını gözden kaçırarak benlik algımızı bir başka bakışın yorumu üzerinden şekillendiriyoruz?
Kendimizi yerleştirdiğimizde rahatlamış hissedeceğimiz resimlerin içerisindeyken hangi görüşlerin yorumları altında ilerliyoruz?
Varacağımız yerde biz mi varız, yoksa bizden beklenenler mi?
Ya da kendimizi, bizden beklendiğine ikna ettiğimiz kök inançlarımız mı?
Tüm bu soruların cevabında kendime ne kadar yakın veya ne kadar uzak olduğumu tartıyorum.
Ne kadar fazlasını eklersek bir o kadar daha yeterli olacağımıza inandırılmış olduğumuz bir sistemin içerisindeyiz.
Günden güne hızlanan ve gelişen teknolojinin de etkisi ile birlikte, aslında bir günde dahi iyileşemeyecek yaralarımızı birkaç dakika ya da birkaç saat içerisinde kapatmaya çalışıyoruz. Ve en kusursuz bulduğumuz maskeli hâllerimiz ile birlikte toplumun içerisindeki yerimizi alıyoruz.
Ta ki, bu maskeleri çıkartmamız gereken durumlar ile karşılaşana dek.
Örneğin, yakın ilişkilerimiz gerçek dünyamızın en çarpıcı şekillerde sergilendiği arenalardır. Yaşanılan romantik temelli ilişkilerde bahsi geçen kişiler hakkında "En başta böyle biri değildi." yorumunu sıkça duymuşuzdur.
Kaybetmek ve beğenilmemek gibi ihtimaller söz konusu olmaktan çıktığı andan itibaren ilişkide olduğumuz kişilerin yanında tam anlamıyla kendimiz oluruz.
Eksik ve hatalı olarak toplum şartlarında kabul görmeyeceğini düşündüğümüz yönlerimizi en özelde kalan yaşam alanımızda yani ilişkilerde canlandırırız. Ve ilişkiler arenasında ortaya çıkan bu veçhemizin özünde geçmişin izlerini taşırız. Geçmişin üzerimizde kalmış tozlarını temizlemeden de sağlam bir geleceğe uzanamayız.
Nereden geldiğimin analizini yapmak gerçek anlamda ve saklama ihtiyacı duymadan kim olduğumu bana anlatacaktır.
Ve genelde kabulü en zor olan kısım şudur ki; en çok yabancı bulduğum kendime en yakında olandır. En rahatsız edici bulduğum özellikler kendimde en çok gizlemeye çalıştıklarım olabilir. En çok ötekileştirdiğim kişi en çok bana benzeyen olabilir.
Suç olarak görünenleri bir başkasının üzerine yıkmadan önce kendime dönüp bakacak olursam farklı bir davranışımın özünde aynı kaynağı bulabilirim. Aslında deli gibi korkuyorken fazlasıyla cesur görünmek adına sesimi yükselterek karşımdaki kişiyi ne kadar da korkaksın diyerek itham edebilirim. Aslında itham ettiğim kendimden başkası değildir. Ben o haykırışı kendi yüzüme doğru yapamadığımdan dolayı bana bunu anlatacak birini hayatıma seçmişimdir.
Dışarıdan her ne kadar istediğimin bu kişi olmadığı düşünsemde kendimi tanıyabilmek adına ihtiyacım olan kişi odur. Ve ben eğer kaçmayı seçersem ondan kaçtıkça kendimden kaçar, aynı senaryoyu başka insanlarla yaşar dururum.
Böylelikle de kendim sandığım bir yanılsamanın hayaleti ile birlikte beni mutlu edeceğine inandığım resimlerin içerisine girmeye çalışabilirim. Kendimi, aslında içerisinde benim olmadığım bir sahnenin içerisinde varmışım gibi yaşatırım.
Buradaki ilişki örneği hayatın sadece bir alanında olan kendine yabancı kalma durumunun nasıl yaşandığını anlatmak içindi. Şahsen ben hayatın önce kendini tanımak ile başladığını düşünüyorum. Ve günümüzde kendimizi tanımlamak için materyallere ve bazı tanımlara fazlaca kendimizi kaptırdığımızı gözlemliyorum. Bu durumun ise gerçeklik zannedilen bir ilüzyonu yarattığına inanıyorum.
Oysa ki, ben sadece ne isem oyum.