Gerçek Zenginlik

Sahipliğini talep ettiklerimizin fakiriyiz.

Neden milyonlarca insan ile aynı zevklere ve benzer stillere sahip olmak istiyoruz?

Bu birbirine kopya olan zevk ve stillerin bizleri daha zengin kıldığına mı inanıyoruz acaba?

Kafamda dönen bu sorular bana gerçek zenginliğin ne olduğunu sorgulatıyor.

Fazlaca talep gören midir gerçekten kişiyi zengin gösteren yoksa kişinin taşıdığı ve bazen farkında dahi olamadığı özünün cevheri mi?


Geçen akşamlardan birinde yaptığım bir okumada bahsetmeye çalıştığım konuya dair farklı bir bakış açısı kazanmama yardımcı olan, Schopenhaure’un 'Okumak, Yazmak ve Yaşamak' adlı eserininin dizelerinden bir örnekle yazıya devam edeceğim.

Schopenhaure, gerçek zenginlikten şu şekilde bahsediyordu.

Dikkatinizi tekrardan çekmek isterim ki burada zenginlikten bahsediyoruz. Fakat bu bahsedilen zenginliğin içerisinde günümüz ‘zengin’ tanımlarına pek de uymayan ve insanı değerlerini sorgulamaya iten bir atıf var.

Buradaki zenginliğin içerisinde bir matbaada basılan kağıtlar ve ellerden ellere geçerken çıngırdayan bir şeyler yok, gösterişli eşyalardan ve son moda süslü kıyafetlerden de bahsetmiyor. Sadece insandan ve zamandan dem vuruyor zenginliğe dair.

Peki bizler ne zaman vazgeçtik gerçek zenginliğimizden?

Bu sefer de bu soru kurcalıyor kafamı.

Kimler ikna etti bizleri gerçek zenginliğin daha fazlasına ya da en iyilerine sahip olmanın olduğuna? Ya da biz neyden ötürü uyduk bu türden bir zenginlik düşüncesinin akımına?

Bu soruları kendimize sorduğumuzda eminim ki cevabı da kendimizden gelecektir. Çünkü zihnimiz sorularımızı yanıtlamak için harikulade bir donanıma sahiptir. Bu cevapları duymak için gereken en önemli meziyet ise doğruları duymaya hazır olmaktır.

Doğruları duymak her zaman hoşumuza giden bir şey olmasa da bizi gerçeğin kendisi ile buluşturur. Ve ancak gerçek ile tekrar karşılaştığımızda kendimize biraz daha yakından bakabiliriz.

Neyi, neden ve ne için yaptığını anlamaya başlar. Hayatını hangi motivasyonlar eşliğinde sürdürdüğünü çözümlemeye ve seçimlerinin ne kadarının kendisine ait ne kadarının bir başkası tarafından şekillendirildiğine vakıf olur.

Eğer bir kişi yukarıda bahsettiğimiz çözümlemeleri yapma fırsatını kendinde yaratamazsa, bir diğer kişinin ya da toplumun çoğunluğunun sürdüregeldiği davranışsal eğilimleri, kaynağı sorgulanmadan kabul edilmiş düşünce değerlerini kendi seçimleriymiş gibi benimser.

Bu benimseme hâli kişileri ve toplumu kendi istediği doğrultuda yönlendirebilecek kurum ve kuruluşlar için oldukça yararlıdır. Fakat yönlendirilen birey için aynı şeyi söylemek pek de doğru sayılmaz.

Yönlendirilen birey özünde kendine ait olmayan istekleri gerçekleştirmeye ve kaynağını kendinde bulmadan alışageldiği düşünce kalıplarını tekrar etmeye devam ettikçe boşluk hissiyatı çoğalır. Ve bu boşluk hissiyatını doldurmak adına yine ve yine kendini yönlendiren o gücün himayesinde kalarak hayatını sürdürmeye devam eder. Burada bahsi geçen yönlendiriciler, kapitalist ya da emperyalist bir yönetim tarzı olabildiği gibi bireysel boyuta indiğimizde kişinin zihninde yer etmiş, farkındalıksız arzu tatmini ihtiyaçlarını da kapsayabilir.

Aslında pek bir kıymetli olan insan hayatının kendini hapsettiği bir çember hâlindedir bu kısır döngü.

Ve en başta Schopenhaure dizeleri ile bahsettiğimiz gerçek zenginliğe ulaşma hâli ancak bu kısır döngüden çıkmayı talep edene sunulur. Yani bütünleşmeyi arzuladığımız popüler olanların yoğunluğundan kendimizi ayrıştırarak.

Çünkü bir insan ancak kendi ile başbaşa kaldığında hangi seslerin kimlerden ve nelerden kaynaklı olduğunu fark edebilir.

Bu süreç hemencecik gerçekleşen bir haftada 5 kilo kaybedin diyetleri gibi de değildir.

Fazlaca zaman, dürüst bir gözlem ve süreli yalnızlıklar gerekebilir. Ben şahsen bu gerekenlerin hepsinin bulacağımız kıymete az bile olduğunu düşünürüm. Ve fakat;

Günümüz toplumunda bizden istenilen şey, kendimize ayırmamız gereken bu sürecin içinde neden var olduğumuzu düşünmemektir çünkü kendimiz ile ilgili fazlaca düşünürsek çarkın içinde dönecek kimseler kalmayacaktır.

Elbette tüm bu konuştuklarımız üzerine son karar, her zaman olduğu gibi kişilere aittir.

Bize verilen en güzel yeteneklerden biri olan düşünceyi kullanmak veya kullanmayı pekte tercih etmeden bizim için düşünenlerin hesaplarında bir kalem olmak.

Seçim bizim.