Gölgenin Gölgesinde

Saklanması imkânsız olan tek kişi ben iken.

Popüler isimlerle yapılan bir takım röportajlar üzerinden gerçek gölgenin nasıl çalıştığına dair bir örnek sunarak başlamak istiyorum. Yapılan bu röportajlarda kişilerin gösterişli tavırlarının altında kalan noktalara değinerek kendilerine dair pek de hoşlanmadıkları özelliklerini anlatmaları beklenirdi. 

Kişilere yöneltilen sorular kendine dair en sevmediği özelliğini öğrenmek amacını taşırken aldığımız cevaplar genellikle şu şekillerde oluyordu. 

En sevmediğim yanım çok merhametli oluşum. Çok iyi niyetli bir insanım, bu yönümden dolayı çok zarar görüyorum. Herkesin iyiliğini düşünüyorum, bu durum beni çok yoruyor. Ve benzerleri.

Kimsenin ağzından çok kıskanç birisiyim ya da istediğim bir şey olmadığında öfkeme hâkim olmakta zorlanıyorum gibi cümleleri kolay kolay duyamayız.

Ya da bana kötülük yaptığı için onun da çaresiz bir durumda kaldığını görmek bana zevk veriyor diyen birisiyle pek de kolay karşılaşmayız.

Aslına bakacak olursak bir başkasında bulduğumuz fakat kendimizde hiçbir yönden barınmadığını düşündüğümüz pek çok karanlık duyguya sahibiz. 

Sevgi dolu olan birisinin nefretin ne demek olduğunu bilmediğini iddia edemeyiz. Çünkü sevgi ve nefret beraber olarak duygu tanımı içerisinde yer alır. Her ikisi de çıktığı yer kaynaklı olarak duygudur. 

Bir ilişki örneği üzerinden duruma bakış sunacak olursak; arkadaşım bana çok istediğim bir hediyeyi aldığında onu daha çok sevebilirim. Fakat arkadaşım benim hayatım için çok önemli olan bir durumu görmezden geldiğinde ve benim elimden değer verdiğim bir şeyleri aldığında ondan nefret edebilirim. 

Bir insan için kendimi ortadan silercesine bir takım fedakârlıklar yapabilirim fakat bu fedakarlıkların sonucunda o insandan almayı beklediğim takdire bağımlı olarak yaşamımı sürdürmeye karşı bir takıntı geliştirebilirim.

Anlatmayı amaçladığım süreç şudur ki; Toplumsal yargılarda iyi niyetli olarak tanımlanan bir kavram benim hayatımda gölgemi besleyen bir davranış modeli olarak yaşanıyor olabilir. 

İnsanlar ne kadar yardımsever biri olduğumdan bahsederken aslında ben yardımı amaç noktasında tutmadan kendimden bahsedilmesinden hoşlandığım için yardım etmeye eğilim gösteriyor olabilirim. 

Arabasını park yerime çeken bir komşunun düşüncesizliği beni deli ederken kendi ailemdeki insanların ruh hâllerini umursamadan duygusal fırtınalarım ile birlikte onların hayatlarını zehir edebilirim ve sırf komşumun yaptığı gibi arabamı başka insanların park alanına çekmediğim için düşünceli bir insan olduğuma kendimi ikna edebilirim.

Köklerinde var olan duyguyu görmezden gelerek gerçekleştirdiğim 'olması gereken' olarak tanımlanmış davranışlar her zaman için gerçek kimliğimi ortaya çıkartmazlar. Bazılarını gerçekten benimseyerek hayatıma dahil etsem de birçoğunu öyle olması gerektiğine ikna olduğum için sergilemeye eğilim gösterebilirim.

Tüm bu sebeplerle beraber olması gerekeni sergilemeye değil de aslında ne olduğuna odaklanmanın kişinin kendisi ile kurduğu iletişimde önemli bir rol oynadığını düşünmekteyim. Kendimize karşı ne kadar dürüst olabilirsek bir diğerinde aradığımız dürüstlüğün de o denli açığa çıkacağına ve adaleti sağlayan denge unsurlarını oluşturacağına inanıyorum.