Birlikten Kadın Doğar! Netflix'in Yeni Gözdesi: Kadınlar Savaşta
Eski dönem dizilerini sevenlere müjde! Bitmesini hiç istemeyeceksiniz.
Başlıktan da anlaşılacağı üzere dizi serimiz kadınların gücü ve varlığı üzerine güzel bir görsel şölen sunuyor bizlere.
Netflix,ülkemizde var olmaya başladığından beri genç-yaşlı hemen hemen çoğu kitleyi bünyesine dahil ederek büyümeye devam ediyor. Son zamanlarda eskisi kadar birden çok popüler işleri biraraya artık getirememekle ve kesenin ağzını kapatmakla eleştirilse de (!) -bu kısmı başka bir yazının konusuna bırakarak- hâlâ daha güzel işleri bize sunmaya canla başla devam ediyor.
Naçizane ben daha izlediğim anda,"Bu diziyi bir de benim gözümden yorumlayarak izleyiciye sunmalıyım, izlemeyenlerin de gönlünü fethetmesini sağlamalıyım." dedim. Hadi bakalım o zaman bu sorumluluğu omuzlarıma yükleyerek başlıyorum.
Son zamanlarda artan kadın dayanışması hareketleriyle beraber dizilerde de kadın temalı işler yapmak bir hayli rövanşta. Kadının gücü, varlığı, sorunların çözümündeki liderliği ve vicdanı dizinin en çok vurguladığı önemli noktalardan.
Gelgelelim dizinin konusuna;
Senarist Alexandre Laurent,Cécile Lorne ve Camille Treiner bizi 20.yüzyıl Fransa'sına ışınlıyor. Yıl 1914 Belçika ve Fransa savaşta.. Yer gök inlemiş herkes canının derdine düşmüş. Halk korkmuş, askerler her geçen gün yenik düşmekten harap olmuş, devlet yöneticileri ise hep yanlış atı oynamaktan çaresiz. İşte tam da bu ümitsizliğin üstüne ortalığı aydınlatan bir ışık misali 4 kadın ortaya çıkıyor.
Bu dizi bize kadını,kadınların gücünü başka bir açıdan izleme fırsatı sunuyor. Asla pes etmeden ülkesi için savaşan 4 kadın. Bize savaşın sadece cephede değil, hastahanelerde, fabrikalarda, insanların güvendiği tek sığınağı olan evlerinde ve başkanlık merkezinde. Hatta fuhuş evlerinde bile olduğunu gösteriyor.
4 farklı kadın.
Ayrı maceralardan, ayrı dünyalardan gelmiş 4 kadın.
4 farklı hayat.
Hepsinin ayrı acıları,ayrı gayeleri,bu dünya ile ayrı savaşları var ama hayat hepsini bir şekilde biraraya,birbirine destek olmaya getiriyor.
Başrolde Audrey Fleurot (Marguerite De Lancastel) bir hayat kadınını,Camille Lou (Suzanne Faure) kaçak bir hemşire, Sofia Essaïdi (Caroline Dewitt) ise geçmişinin sır kalmasını isteyen bir burjuva ve son olarakta Julie de Bona'yı (Agnes) inancıyla sınanan bir rahibe olarak görüyoruz. Herkes onları kurtarıcı melek gibi görse de kimse içlerinde ne fırtınaların koptuğunu hayatlarında ne dolapların döndüğünü bilmiyor.
8 bölümlük mini bir dizi olmasına rağmen senaristlerin usta kalemiyle ve oyuncuların başarılı oyunculuklarıyla kendinizi orada sahnenin bir köşesinde buluyorsunuz. Herbir bölümde karakterlerin hikayesine daha yakından şahit olma imkanı sağlıyorsunuz.
Bölümler yaklaşık 1 saat olup bazı kişilere şimdiden 'offf' dedirtse de kendinizi çokça "sonraki bölüm" yazısına tıklarken buluyorsunuz.
Evet.
Biz daha -tam olarak böyle büyük ve yıkıcı- bir savaş görmedik fakat okuduklarımız,anlatılanlar ve burada da her detayı ince düşünülüp hazırlanarak seyircisine aktarılmış olan izlediklerimiz ile savaş sadece kaybeden için,yenilen taraf için bir kayıp değildir. Savaş genç-yaşlı,kadın-erkek ne olduğu, ne yaptığı fark etmeksizin yaralayan büyük bir felakettir. Savaşın galipleri de payına düşen o acıdan nasibini alır. Kazanırken de kayıplar verirsin..
Savaşı gören kimse -dizide de her anında göreceğiniz üzere- savaşmak istemez. 'Ölmek bile daha iyi,huzurlu bir çıkıştır onlar için' diyerek barışın,huzurun hayattaki güzelliklerin kıymetini,hayat bize belli dönemlerde acı da gelse bilmeliyiz diyorum ve sözlerimi Yaşar Kemal'den bir mısra ile noktalıyorum..
"Dağlar,insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa,şimdi en güzel şiir;barıştır."
Herkese iyi seyirler dilerim.
Mutlulukla kalın.