Biyopolitika ve Kürtaj

Bu yazıda, biyopolitikanın kürtaj üzerindeki etkilerini ve kürtaj politikalarının toplumsal yansımalarını inceliyoruz.

Nüfus artışı, doğum ve ölüm oranlarındaki değişim, ortalama yaşam süresi ve bunları etkileyen faktörlerin öneminde yaşanan artış, müdahale ve denetimin ortaya çıkışına sebeptir. Bu müdahale ve denetim, nüfusun biyopolitikası olarak adlandırılır. Biyopolitika düzenlemelerinde kürtaj; beden, nüfus ve cinsellik düzenlemeleri ile kadın bedeni ve yaşamı üzerinde işleyen iktidar tekniklerinin somutlaştırılması açısından öneme sahiptir. Kürtaj, iktidarın yaşatma ya da öldürme hakkını kullandığını bir alan olarak karşımıza çıkar.

Kürtaja tarihsel olarak bakıldığında kürtajın 18. Yüzyıla kadar kötü kanın atılması ve et beninin doğması olarak algılandığı görülür. Fakat 19. Yüzyıla gelindiğinde doktorlar gebelik üzerinde söz sahibi olmak istemiştir. Bazı milletlerin nüfusunun azalacağı korkusu ABD ve Batı Avrupa’da kürtajı yasadışı kabul eden yasaların çıkmasına sebep olmuştur. Nüfusun azalmasından endişe edilen asıl olay beyaz ve burjuva ırkının egemenliğini kaybetmesi korkusuydu. Bu sebeple üreme davranışları kontrol altına alınmak istenmiştir. 

Kürtaj politikaları ülkelere göre çeşitli biçimlerde uygulanır. 21. Yüzyılda bazı ülkelerde kürtaja erişim kısıtlanmakta ve kürtaj karşıtı ifadeler ön plana çıkarılmakta. Sınırlandırıcı kürtaj politikaları çoğunlukla muhafazakâr, otoriter, sağ partilerin siyaseti sonucu görülür. Kürtaj yasalarındaki özgürleşme eğilimleri çoğunlukla demokrat partiler tarafından dile getirilirken tam tersine muhafazakâr sağ partiler kürtaj karşıtı bir politika izlemektedir. 

Günümüzdeyse kürtaj neredeyse dünyanın yarısında yasaktır. Birçok ülkede cenin ve bebek kavramları üzerinden ahlak değerlendirmeleri yapılır. Ülkelerin başlıca siyasi partileri seçim döneminde programlarına kürtaj konusunu almakta ve bu konuya değinmektedir. Kadın örgütleri kadının doğurganlık hakkını ve kadının kendi vücuduyla alakalı seçim yapma hakkını savunur. Başka örgütler ise yaşam hakkına değinmektedir (Komut, 2011: 91). İstenmeyen gebelikleri engellemek amacıyla dünya genelinde gebeliği önleyici yöntemlerin kullanımında artış görülmüştür. Bu durum kürtaj düzeyinin azalmasını da sağlamıştır (Adalı vd., 2019: 363). 

Türkiye’de Kürtaj Politikaları

Türkiye özelinde bakıldığında kürtaj, Osmanlı’dan günümüze kadar derinleşerek uzanan bir biyopolitika meselesidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte fetüs önem kazanıyor ve iktidar söylemlerinde kendisine yer buluyor. Erken Cumhuriyet döneminde savaş kayıpları, kötü sağlık koşulları nedeniyle ölüm oranlarının artması ve işgücüne duyulan ihtiyaçtan ötürü pronatalist politikalar benimsenmiştir (Akın vd.’den akt Erkmen Güngören, 2019: 54). Erken Cumhuriyet döneminde Türk milleti vurgusu yapılmış ve kürtaj kriminalize edilmiştir. Kasıtlı olarak yapılıp yapılmadığına ya da gerekçesine göre ceza öngörülmüştür (Ertme’den akt. Erkmen Güngördü, 2019: 55). Bu dönemde kadınları doğuma sevk eden pek çok yasa çıkarılmıştır. Altı ya da daha fazla çocuğu olan kişilere para ve madalya ödülleri öngörülmüştür. Geleceğin annesi olacağı düşünülen kız çocuklarına okulda ev idaresi, çocuk psikolojisi, çocuk bakımı ve annelik gibi dersler eklenmiştir. Bu süreçte kürtaj ırk bütünlüğünü tehdit eden bir suç olarak kodlanmıştır. (Erkmen Güngördü, 2019: 55). Kürtajın yasak olması, istenmeyen gebeliklerde anneyi güvenli olmayan yollara itmektedir. Güvenli olmayan kürtaj, anne ölümlerindeki artışın önemli bir sebebidir (Adalı vd., 2019: 364). 

Erken Cumhuriyet döneminde izlenen pronatalist politikalar sonucunda hızlı bir nüfus artışı yaşanmıştır. Yaşanan bu nüfus artışına bir de kırdan kente göç eklenmiştir. Bunun sonucu olarak ekonomik kalkınma projelerini gerçekleştirmek için nüfus politikası uygulanılmasına gerek duyulmuştur. Bu dönemde illegal olarak yapılan kürtajlar sonucunda kadın ölümlerinde artış yaşanmıştır. 1960 yılında nüfus politikası oluşturulmaya başlanmıştır. Bu planda nüfus ve kalkınma beraber ele alınmıştır. Bu dönemde doğum kontrol yöntemlerinin ithalatı ve satışı serbest hale gelmiştir. Fakat kürtaj yasak olmaya devam etmiştir. Yalnızca annenin ve ceninin sağlığını tehdit eden durumlarda izin verilmiştir. Hem pronatalist hem de natalist politikada kadın politika malzemesi haline getirilmiştir. 1970’lerde kürtajın yasallaştırılması çalışmaları hız kazanmış ancak gelen kanun teklifleri 1980 darbesi öncesinde iktidarda olan muhafazakâr partiler tarafından reddedilmiştir. Darbe sonrasında ise kürtajın serbestleşmesi için Danışman Meclis ve Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu tarafından çalışmalar başlamıştır. Sunulan yasa tasarısında sağlıksız kürtaj sonucu gerçekleşen ölümlere ve mağduriyetlere vurgu yapılmıştır. Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu 10. haftaya kadar bir gerekçe belirtilmeden kürtaj yapılabileceğini rapor etmiştir. Kadının ve çocuğun hayatını tehdit eden durumlarda 10. haftadan sonra kürtaj yapılabileceği belirtilmiştir (Erkmen Güngördü, 2019: 56-62). 

Nüfus planlamasından hareketle yapılan kürtaj işlemlerinde kadın eğer evli ise eşinden izin alması yasal bir zorunluluktur. Bu yasal düzenlemenin kadınları eksik gördüğünü ve evlilik içi tecavüzü yok saydığını söylemek mümkündür (Komut, 2011: 93). 

Analiz ve Sonuç

Yıllar içinde doğurganlığın azalması ve doğum kontrol yöntemlerinin artması kürtajın azalmasına sebep olmuştur. Son dönemlerde siyasal söylemlerin de etkisiyle beraber devlet hastanelerindeki uygulamaların değişimi de kürtaj oranlarının azalmasında etkilidir. Hükümet yetkililerinin açık bir şekilde kürtaja karşı olduklarını söylemelerinden kaynaklı olarak özellikle son 10 yılda kamu hastanelerinde ve özel hastanelerde fiilen kürtaj yapılmamaktadır (Adalı vd., 2019: 374). 

Kürtaj karşıtı tavrın beslendiği en önemli kaynağın din olduğu gözlenmektedir. Bu konuda aslında din korkusu ve kaderciliğin iç içe geçmiş olduğu görülmüştür. Pek çok insan kadının kendi bedeni hakkında söz sahibi olduğunu ve bu sebepten ötürü kürtajın yasal olması gerektiğini savunmaktadır. Türkiye’de yapılan kürtaj tartışmalarında “Benim Bedenim Benim Kararım” sloganı ön plana çıkmıştır. Bu slogan beden özerkliğini savunmaktadır ve özellikle kürtaj karşıtı çalışmalarda kullanılmaktadır. Slogan dünya çapına yayılmış ve pek çok dile çevrilmiştir. Konuyu daha dikkatli ve detaylı inceleyen feministler, kadınların kürtaj kararının sadece kendi bedeninden ibaret olmadığını, cenine verebilecekleri muhtemel hayatı ve hayatlarında bulunan diğer kişilere karşı sorumlulukları da göz önünde bulundurmaları gerektiğini savunmaktadır (Keskin, 2015: 86).

Kadının kendi bedeni üzerinde hükmü yok sayılmıştır. Geleceğine dair kararları önce baba, sonra koca gibi hep bir erkeğin vermesi beklenmiştir. Kadının sözünün yok sayılması söz konusudur. Tecavüzü meşru kılacak söylemlerde ve eylemlerde bulunulmuştur. Kürtaj, şu an yasal sayılsa bile birçok kadının buna erişimi çok kısıtlıdır. Ayrıca kürtaja giden kadınlar yapılan araştırmalarda kendilerine kötü davranıldığını ifade etmiştir. Tüm bunlara karşın ilerleyen dönemlerde kadınların kendi bedenleri hakkında söz sahibi olmasıyla ve ataerkil zihniyetin siyasi ve sosyal alandan atılmasıyla bu ve benzeri sorunların çözümü mümkündür.


KAYNAKÇA

Adalı, T., Çavlin, A. (2019). Türkiye’de Kürtajın Yaygınlığı ve Kürtaj Kararını Etkileyen Faktörler. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi, 39 (2) ss. 363-374. 

Erkmen Güngördü, S. (2019). AKP Döneminde Türkiye’de Biyopolitik Yönelimler: Kürtaj Politikaları Üzerine Bir İnceleme. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Doktora Tezi. ss. 1-115.

Keskin, İ. (2015). Kürtaj Tartışmaları ve Feminizm. Fe Dergisi. 7 (1). ss 86.

Komut, S. (2011). “Türkiye’ de Kadın, Cinsellik ve Kürtaj” . Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 3 (1). ss. 91-93.