Bizi Koruyucularımızdan Kim Koruyacak?
Eski Roma'da ''Koruyuculardan Kim Koruyacak'' Anlamına Gelen Ünlü Söz Öbeği: Quis Custodiet İpsos Custodes
Bizi koruyucularımızdan kim koruyacak sorusu, Platon’un Devlet kitabında savunduğu ‘’Koruyucular yönetmeli’’ görüşüne karşı, Platon’a göre daha realist, demokrasinin ölçülebilen yanlarını Aristokrasinin de nitel kavramlarını birleştirdiği Politea yönetim biçimini savunan, öğrencisi Aristo’nun ‘’Bizi koruyucularımızdan kim koruyacak?’’ sorusuyla meydana gelmiştir. Bu soru üzerinden ‘’devletin sınırlanması’’ bağlamındaki tartışmalardan söz edeceğim.
Devlet iktidarını sınırlandırma düşüncesi, modern öncesi çağda da modern çağda da bulunur. İktidar kelime anlamı olarak devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi olarak adlandırılır. İktidarı modern yaklaşımlar üzerinden değerlendirebiliriz. Örneğin Marksist yaklaşım biçimi devletin sınıf ilişkilerinden bağımsız bir iktidar odağı olamadığını savunurken, davranışsalcı yaklaşım iktidarı, bireylerin kapasite ve eylemlerine yönelik ele alır.
İktidar ilişkisinde güçsüz olan tarafın sırf güçlü taraf istedi diye aşıladığı eylemi gerçekleştirmesi de iktidarın başkası üzerinde olan denetimine örnek gösterir. Bu yaklaşıma devlet kavramı üzerinden ilerleyebiliriz. Devletler rıza üzerinden hareket ederler. Devlet ve şiddet iki yönlüdür. Rıza yoluyla barışı ve düzeni sağlar. Buna vergilerimizi örnek gösterebiliriz. Ama rıza yoksa kurala uymayana baskı uygulanır. İktidar yasalar koyup uygulatabilir ve devleti yönetebilir. Yöneten iktidar koyduğu yasaları hangi amaçla yaptığını söylemesi şarttır. Halk iktidara rıza gösterirse yönetilen taraf olur. Kısacası halkın yöneten kişinin baskınlığını kabul etmesi ve onun koyduğu kurallara uyması iktidarı meydana getirir. Bu da eşitsizlik oluşturur. Rousseau’ya göre uygar toplum temelinde eşitsizlik oluşturduğu için uygarlık seviyemiz arttıkça eşitlik ve özgürlüğümüzün azalacağını dile getirir. Bu bağlamda devletten önce özgür olduğumuzu şimdi de bunun sağlanması gerektiğini savunur. Hobbes ise iktidar modelindeki eşitsizliğin temelini bireyin ihtiyaç duyduğunu güvenlik kuramına dayatır bu sebeple güvenlikçi kaygılarıyla mutlak monarşinin savunucusudur. Ben güvenlik konusunda Hobbes’e katılıyorum fakat mutlak olması gerektiğini düşünmüyorum. Çünkü insan her zaman sorumluluğunu başkasına bırakacak bir üstün model arar ancak o modelin bir sonu olmasını da diler. İktidar ülkedeki en büyük güç kabul edilse de bu sonsuza kadar sürecek mutlak bir güç değildir. Bu da devletin sınırlanmasına bir örnektir.
Devletin iktidar unsuru olarak egemenliğin sınırlanmayacağı söylense de aslında devletin egemen niteliğini tartışmayan ancak devlet sınırlanmasına olanak veren meşrutiyet koşullarını da ima ettiği söylenebilir. (Mustafa Bayram Mısır, Egemenlik,63)
İnsanlar topluluk halinde yaşarken suyun yakınında olmak isterler. Kaynakların sınırlı olup ihtiyaçların sonsuz olması özellikle su çatışmalarına yol açmıştır. Hem koruyup hem yetiştirmenin zor olması ve her işi kendileri yapamayacakları düşüncesi iş bölümünü, organizasyonu, doğurmuştur. Ve devlet böylece ortaya çıkmıştır.
Hobbes devletten öncesinin kaos olduğunu devletin kesinlikle gerekli olduğunu savunur. Modern devlette, devlet silahları elinde bulundurur kuralları belirler. Hobbes güvenlik kaygısıyla bu görüşü savunduğunu düşünüyorum.
Devleti betimleyen iki figür vardır. Asa ve kılıç. Asa, rızanın nasıl üretildiğini ve dinsel yön gücünü kimden aldığını anlatırken, kılıç şiddeti betimler. Modern ve modern öncesi çağda şiddet ortakken, rıza ve egemenlik anlayışı farklıdır. Ve devlet organizasyonu gitgide karmaşıklaşır. Modern öncesi çağda halkla taşradaki yöneticiler arasında çatışmalar, vergi üzerinden çıkan isyanlar oldukça boldu. O dönemde devletin halk üzerindeki despotik tavırları vardı ve kadılar adaleti sağlardı. Sınırlar genişletilmeye çalışılır. Fakat imparatorluklarda ulustan söz edilmezdi. Modern devlete doğru sosyolojik ve siyasi yapıda ekonomik yapı değişti. Üretim arttı, yüksek üretim yapan fabrikalar kurulmasıyla burjuvaziler ortaya çıktı. Serfler işçiler şehirlerle tanıştı. Burjuvaziler ekonomik yapıyı modern çağ ile elde ettiler ama siyasi bir güç, söz sahibi elde edemediler. Bunun için bir hegemonya oluşturmalıdırlar. Bizim ülkemizde çoğunluk olanın yönetmesi gibi bir örnek verilebilir. Ya da işçi sınıfı da hakim olabilir. Locke’nin mülkiyet kavramında da bundan bahseder.
Modern devlet kapitalist sistemin ortaya çıktığı süreçte doğmuştur. Bu yüzden insanlar fabrikalarda çalışmak için ikna edilmiştir. Bu cümle egemenlik meselesi içine halkın da girdiğinin kanıtıdır. Ekonomik boyutun ön planda olduğu Reform devriminde Protestanlık ortaya çıkmıştır. Protestanlık çileci insan, çalışmayı erdem olarak gören insan olarak yorumlanır ve o dönemde fabrikadaki işçilere aşılanan akımdır. İdeoloji olarak Marksizmi savunan bu dönem üç farklı yaklaşımı da ele alır.
Bu dönemde imparatorluklar çok çeşitlidir, ulus devletle sınırlar belirler, maliye politikası, askerlik politikası uygulanması gerektiği dile getirirlerdi. Bunun rızasını oluştururken ‘’tutkal gibi bir kavram’’ ortaya çıktı. Ulus kavramı. Ulus bir inşadır, siyasal birim buna göre bir tarih yazımı ortaya çıkarır.
Modern devleti tanımlayan unsurlara gelecek olursam ilk maddeye din adına değil ulus adına yönetilmesi derim bu bağlamda devlet dinle değil ulus kavramıyla sınırlandırılmış olur. Bi şeyin yasal olması ile hukuki olmasındaki fark çizilmiştir. Örneğin, polisin suçluyu dövmesi gibi bi yasa çıkarırsak bu yaptığı yasal olur fakat hukuki olmaz. Yargının bağımsız olması, etki altında kalmaması -cüppenin düğmesiz olması- her türlü şeyin üst mahkemeye taşınması (adil yargılanma) cinayet yanlısının bile avukat tutabilmesi modern devleti tanımlar. Modern devletin ataerkil olduğu Eski Yunandan İstanbul Sözleşmesine kadar dayanır.
Locke: ‘’Yasa olmalı devlet yasayla sınırlandırılmalı.’’ demiştir. Locke’ ye tamamen katılıyorum çünkü toplulukların düzeni sürdürebilmesi için bütün yasal çerçevenin sınırlarını çizen metine ihtiyaç duyduklarını düşünüyorum. Örneğin bizim ülkemizde bu metinler madde madde sıralanıyor fakat İngiltere’de anayasada gelenekler kullanılıyor.
Bu kavramlar karşısında devleti sınırlandırmaz aksine özgürleştirir çünkü yargının üstünde bir baskı olmaz yorumunu yapmak isterdim fakat anayasanın var olması daha demokratik ve daha özgür anlamına gelmediğini, bir madde anayasada olsa dahi uygulanması anayasaya bağlı olduğunu öğrendim.
Koruyucularımızdan korunmak için her seferinde anayasal değişiklik yapıp düzeltiriz diyoruz ama önemli olan siyasal toplumu düzeltmektir. Türkiye’de sosyal ve hukuk devleti yazıyor ama içi dolu bir kavram olmadığı için bunu gerçekleştiremiyoruz.