Bizimle Başladı Bizimle Bitti (It Ends With Us)

Bahsedildiği kadar iyi mi? (Ya da iyi mi?)


Son zamanlarda adını her yerde duyduğumuz bu kitap bir Coleen Hoover eseri. Orijinal ismi "It Ends With Us"olmasına rağmen Türkçe'ye "Bizimle Başladı Bizimle Bitti" şeklinde çevirilmesi tercih(!) edilmiş. İlki inanılmaz bir satış başarısı yakalayan bu kitaba "It Starts With Us" adında bir devam kitabı çıkacağını düşünememiş olmalılar. Türkçe çevirisinde doğal olarak bir uyumsuzluk mevcut bu yüzden.

Ama bu uyumsuzluktan çok daha büyük problemlere sahip bu kitap. Bunun başını da bana göre romantizm kitabı olarak pazarlanması çekiyor. Kitaplarla ilgilenen, yeni çıkan kitapları olabildiğince takip etmeye çalışan biri olarak bir yıl boyunca adını her yerde, herkeste gördüğüm bu kitapla gördüğüm her şey Lily ve Atlas adlı iki karakterin aşkını içeriyordu. Ve bu sadece Türkiye ile alakalı bir durum da değildi. Takip ettiğim yabancı booktuberlar bile kitabın pazarlanışının büyük bir yanılsama olduğundan bahsediyorlardı.

Hatta durum öyle bir hâl almıştı ve hem yazar hem de yayıncılar muhtemelen yaptıkları satış rakamlarından ve aldıkları etkileşimden öyle memnunlardı ki; bir çocuk boyama kitabı çıkarma projesine bile başlamışlardı. Neyse ki bu korkunç girişim aldıkları tepkilerden sonra iptal edildi.

Korkunç deme sebebim de kitabın aslında pazarlanışının aksine aile içi şiddeti ele alması. Kitabın içeriği buyken tamamen romantik olarak pazarlanmasının etik olarak yanlışlığı bir yana, her yerde sadece iki karakterin birbirine olan aşkından bahsedilerek anılan bu kitap; yanlış bir izlenim bıraktığı için çok küçük yaştaki insanları da almaya yöneltiyor. O yaşlarda insanlar nelerin problematik olduğunu göremeyebiliyor doğal olarak. 

Bunu kitap hakkında yapılan internet paylaşımlarından oldukça rahat bir şekilde gözlemleyebiliyoruz.

Ben yaşım gereği bu problemleri açık bir şekilde görebilmiş olsam dahi, bu pazarlama şekli yüzünden kitabı okurken doğal olarak beklediğim içerikle karşılaşmamak bile en basitinden benim için hayal kırıklığı oldu.

Konusuna gelirsek

Karakterimizin adı Lily Blossom Bloom (evet, ismi bu, bir de çiçekçi açıyor). Babası öldükten sonra bir binanın çatısına çıktığını okuyoruz kitabın başında. O çatıda da öfkesini sandalyeden çıkaran bir adamla karşılaşıyor: Ryle. Birbirlerini görüp tanışıyorlar ve birden ‘naked truth’ adı altında, süzgeçten geçirmedikleri düşüncelerini birbirlerine söylüyorlar.

Burada beni rahatsız eden şey, yazarın kitapta asıl noktaya gelmek için girişi çok hızlı işlemiş olması. Ryle daha çatıdaki tanışmalarının üzerinden geçen birkaç dakikanın ardından Lily ile yatmak istediğini söylüyor.

Zaten kitaba girdiği ilk sahneyle birlikte koca bir red flag bana göre. Öfkesini çatıda sandalye tekmeleyerek atan birini görsem ikinci kez düşünmeden kaçardım ben muhtemelen. Üstelik -devamını okuduğumuzda daha net anlıyoruz- Lily’de çocukluğu boyunca babasının annesine uyguladığı şiddete şahit olan biri. Benimki gibi bir tepki vermesi gereken yerde bunun üzerinde durmaması kitabın sonlarına geldiğimde dikkatimi çeken bir durum olmuştu.

Yazar girişi her ne kadar hızlı işlediyse ilişkilerinin gelişmesi de bir o kadar hızlı oluyor yine. Ryle’ın sadece dış görünüşü ve scrubslarından bahsediliyor, aralarındaki romantizm asla hissedilmiyor. Bu ilişki, asıl konuya gelmek için oldu bittiye gelmiş gibi hissettiriyor. 

Okurken rahatsız eden diğer konu da yazarın tesadüf etmenini abartışı. Lily’nin açtığı çiçekçinin oradan tesadüfen geçen ve çok zengin olan bir kız sıkıntıdan, "ben senin çalışanın oluyorum" diye emrivaki yaparak kendini işe aldırıyor. Sonra bir bakıyoruz o da yine tesadüfen Ryle'ın kız kardeşi çıkıyor. Böyle basit tesadüfler kitabın gerçekçiliğini ve okunabilirliğini inanılmaz baltalıyor bana göre. Ayrıca Ryle'ın kız kardeşi, kitaba çok zorlama bir şekilde, Lily'ye mükemmel özelliklere sahip bir kız arkadaş olmak için getiriliyor.

Öve öve bitirilemeyen ve kitabın romantizm içeriğiyle pazarlanmasında en büyük etmene sahip Atlas karakteriyle de ilerleyen sayfalarda karşılaşıyoruz. Ryle ve Lily arasında gelişen ilişkinin yanında bir de Lily’nin günlüklerinden geçmiş hayatını ve ilk aşkı Atlas’ı okuyoruz. Zaten yine çok geçmeden, Lily onunla neredeyse on senedir görüşmedikten sonra Ryle ve annesiyle gittiği bir restoranda çalışıyor çıkıyor Atlas.

Tesadüf. Yeniden.

Lily ilk aşkıyla on sene sonraki karşılaşmasından sonra yine de Ryle ile sevgili oluyor ve kısa bir müddet bu cringe ilişkiyi okuduktan sonra kitapta işlerin renginin değiştiği noktaya geliyoruz. Çatıda sandalye tekmeleyen Ryle, bir noktada öfkeyle Lily’yi itiyor ve Lily dolaba çarpıyor. Babası da annesine sürekli şiddet uyguladığı için babasından nefret eden, kendisine çocukluğundan beri annem gibi olmayacağım diyen biri Lily. Yaşadığı hiç beklenmedik bu olayla sarsılıyor.

Ryle kendine gelir gelmez özürler diliyor. Bir daha yapmayacağını söylüyor. Lily, bir daha olursa onu terk edeceğini söylüyor. 

Ve bir daha oluyor. Ama bilin bakalım Lily ne yapmıyor? Bu sefer yersiz bir kıskançlık sebebiyle merdivenlerden itiyor Ryle onu ve defalarca kez ben itmedim, düştün diyor. Vücudunda yaralarla birlikte karşısında kızı düştüğüne dair, gözlerinin içine bakarak ikna etmeye çalışıyor başta. Bu artık kızın kaçmasını söyleyen kaçıncı işaretti bilmiyorum. Bunun sebebini Lily çok âşık olduğu için yapmıyor olarak göstermiş yazar ama ben kitabı okurken aralarındaki aşkı hissedemedim bile. Tanıştıklarından beri çocuğun onu her gördüğünde söylediği tek şey onunla yatmak istediği. Aralarındaki konuşma bu. Evine bile geliyor bunun için. Seni düşünmekten (cinsel olarak) işime odaklanamıyorum, işime engel oluyorsun diyor ve bunun sanırım romantik olması gerekiyor?

Ne yazık ki çoğu kitapta çokça karşılaştığımız gibi, kötü çocuğumuzun çocukluk travmasından bahsedilince başrolümüz yumuşuyor. Lily yine affediyor onu ve bunlar yangından mal kaçırır gibi bir anda evlenmeye karar verip apar topar Vegas’a gidiyorlar. 

Üçüncü şiddet, yine bir kıskançlık krizine giren Ryle’ın kendisine tecavüz edeceği bir boyuta ulaşınca Lily, Atlas’ı arıyor ve onu oradan götürmesini isteyerek Ryle'dan kaçıyor.

Yazdıklarım problemleri yeterince ortaya koyuyor gibi görünse de, ben yine de bunları maddelendirerek daha açıklayıcı bir konuma getireceğim.

Öncelikle, bu ikisinin bu kadar çabuk bir ilişki yaşayıp hemen evlenmesi bile her şeyi havada kalmış gibi hissettiriyor. İkisinin de bahsettiği aşırı âşık olma durumu geçmiyor.

İkincisi, kitapta bazı mihenk taşlarına gelebilmek için çok boş ve sıkıcı şeyler yazılmış olması. Kitap bu yüzden içerisindeki problemli davranışlar olmasa bile okuma zevki vermedi bana.

Üçüncüsü, Ryle artık son darbeyi de indirdikten sonra Lily’nin asla polisi aramaması. O anın üzerinden zaman geçtikten sonra bile herhangi bir aşamada polis olaya hiçbir şekilde dahil edilmedi. Ryle’ın çektiği tek ceza ‘çok sevdiği’ karısını kaybetmek oldu. Lily'nin sözlerine göre.

Kendisi bile çocukken babasını şikayet etmek için defalarca polisi aramak isterken bunu yapmaması kitapta en mantıksız ve rahatsız edici bulduğum şey oldu. Yazar bu kitabın sonuyla iyi bir mesaj verdiğini düşünmesi de kesinlikle karşı çıktığım bir düşüncesi.

Dördüncüsü, Ryle’ın 6 yaşından beri terapi görmesi ama hiçbir şeyin düzelmemesi. Her şiddet uygulayışında bunu herkesten saklıyor ama kitapta buna değinilmiyor bile. Bunca şey yaşanırken Lily de asla terapiye gitmiyor. 

Beşincisi, evlenirken ettikleri yeminler arasında asla vegan olmama, oy verdiği sürece kime verdiği önemli olmama gibi sözler içeren cümlelerin rahatsız ediciliği. Yorum bile yapamayacağım bu konu üzerine. 

Altıncısı, Ryle’ın gerçek bir ceza almamış olması. Lily tarafından bile. Mesafeli olmasına rağmen, ki ilk başta yine öpüştü, sonrasında gayet iyi davrandı. Sadece ayrıldılar ve yine görüşmeye devam ettiler. Ryle’ın karısına şiddet gösteren ama kızına elini sürmeyecek bir baba olduğuna karar verildi.

Yedincisi, kitapta sürekli Ryle’ın scrubslarından bahsedilmesi. Şiddet uyguladıktan bir süre sonra bile Lily'nin dikkat ettiği şeylerden biriydi bu. Hastaneden çıkarken asla günlük kıyafetlerini giymediğini de onu her gördüğümüzde bundan bahsedilmesinden anlıyoruz.

Kitabın sonlarında sayfalarca Ryle’la babasını, iyi haliyle kötü halini karşılaştırıp duruyor. Birkaç örnekle anlatılmak istenen -her ne kadar bu da problemli de olsa- zaten anlaşılıyor. Ama artık ne zaman ikisinin konusu geçse bu karşılaştırmadan paragraflarca bahsedilmesi sıkıcı bir tekrardan başka bir şey değildi. Kitabın büyük bir çoğunluğu da bu gibi sebeplerden benim için boştu. 

Yazar bu kitabın sonunda Lily'nin, annesinin aksine kendisine şiddet uygulayan eşinden ayrılabilmesiyle döngünün kırıldığını ve iyi bir mesaj verdiğini düşünüyor.

Şiddet uygulayan ve gelecekte de hayatına girecek kişiye uygulaması kuvvetle muhtemel olan bir adamın herhangi bir ceza ve tedavi almaması iyi bir mesaj değil. Gerçek hayatta evet, kadınlar ne yazık ki dünyanın kendilerini sıkıştırdığı kalıplardan, belli başlı korkulardan, adalete güvenlerinin olmamasından ya da belki de vicdanlarından şikayette bulunmayabiliyor ama iyi bir mesaj verildiği iddia edilen bir kitap ortaya konuluyorsa; Ryle şikayet edilmeliydi.

Bunun yanında bir de çevirinin kötü olduğundan yakınılıyor. Kitabın İngilizce halini okumuş biri olarak orijinal dilinin de farklı olduğunu söyleyemeyeceğim.

Son olarak kitabı asla tavsiye etmiyor ve vakit kaybı olduğunu düşünüyorum.