Bol Keseden Atıyorum
"Sözcüklerin ötesine geçerken, düşünceler bolca dağılıyor."
Hep böyledir. Merkezi kaçış gücü sizi, kullanılması muhtemel tarafın tam olarak yararlanma isteğidir. Savrulurken içinizde tatlı bir mayhoşluk da olur. Gittiğiniz yönde gönlünüz yoktur da sürekli bir ısıtılırsınız istediğiniz bire. Bu sıcaklıkla beraberliğe yönelirsiniz. Yöneldikçe fazla akım cereyandan izler, camlar paldır küldür çarpar. Bu hastayı gönderen havanın ödemelerini yapabilirsiniz. Oh oynuyorsun. Köşenize ayırın. özellikleriu şarja takarsınız. Hesaplarımı dondursam mı? kalıcı mı silsem? Elde, ağızdan, herhangi bir uzvunuzdan çıkanların arşivlerindeki saklananların öğrenilebilmesi için bunun da bir önemi kalır. Öylece yola devam etmeyen.
Mandalina Sevdalar
Hepimizin beklentileri kuyusuna düşerek bizi veresiye defterlerimiz itinayla doğal olarak dürülmüştür. Bunun ardından Seda Sayan'dan parçalar mırıldanarak hayata tutunmaya da çalıştı.
Kendimi Seviyorum.
Evreni Kucaklıyorum.
Yalan Söylüyorum Hepinizden Nefret Ediyorum.
Aslında bu sondaki olmayacaktı ama tüm duygular değişebilir. Olumlama olumsuzlamayı doğurur. Yani bir şeyi severken de birsiniz, nefret ederken de. Bir günün zamanında çok önerilen önünüzde tam olarak kalmadığı için geldi mi? Sevdiniz, nefrete dönüştünüz mü? Hepimizin çiçekleriz, halay çekelim ve mutlu çiçekler demeyeceğim. Daha sahici, daha rahatsız edici işlerin peşindeyim. Hepimizin başına gelen, bizi kuyulara atan hislerin. Sizi, büyüyen şiş-ciğer işlerinin.
Adım atmak, umud etmek. Evet en büyük bela. Ol hiss-i kalbe'l-vuku yoluyla derinize işlerin teslimine sonra altından bir de fosforlu kalemle geçersiniz. Yetmez bir de alarm kurarsınız. Böyle olduğunda sakınan göze çöpler batar. Daha sonra da kendinize batarsınız. Kılıç kalkanınızla yapılandırırsınız. Yorgunluktan bayılana kadar uğraşırsınız. Bunun altında ilgili dürtüsel olarak enerjinin akması gerekliliği kanunu yani akacak kan damarda durmaz yazılımı mevcuttur.
Kız daha ne yapsındı? Mandalinasını sosyalleşme süreci mi? Karşısındakinin bunun korkacağını ve saçmalayarak kendini yerle bir patlama sonra parça tesirli karanlık kuyuların, dayanıklı göğsüne göğsüne isabet edip, onu hayati tehlike sokacağını Nereden bilebilirdi? Yani kız da amma abartmıştı. Alt taraf soyulmuş bir mandalina! Dışarda kalsa dalga geçtiniz. Dönüp dünyaya bakmaz, hemen çöpe atarsınız. Bu kız fena gaza gelmişti, mandalinasını bir kere söylemişti. Geleceği varsa göreceği de vardı. Yani şimdi neme ihtiyacım vardı.
Meyve aleminde şunu unutuyoruz. Meyvelerin referansları sahtedir. Armutun frekansını çileğe yüklerseniz akraba evliliğinden doğan engelli çocuklarınız olabilir. Daha sonra bana kısıtlamaları uygularız lütfen! ( Dedi ve çok ağlamıştı. Eleştirdiği her şeyi çok şükür derinliğine kadar çalışmıştı. Bu cesareti vardı. Bari bu olsundu.)
Elinde avucunda ne var yok verme! Denge…
Hepimizin aldığı tad bir şekilde ortak dünya yazılımımıza bağlı. Bizi ortak paydada tutan şeylerin üzerine anlamlar yükleme işinin de temeli dinazorlara dayanıyor. Ne alaka demeyin? Bekleyin. Bazılarınız sırf beni alt etmek için okuyor çünkü. Niyetinize bakmıyorum ki ama ben. Şimdi birarada olmak ve gezegenler acıyı minimalize edebilmek için bize minik ilüzyonlar sunuyor. Buna aşk diyebilirsiniz. Ağrılı bir regl döneminde karnınıza koyduğunuz sıcak su torbasıdır hayat. İnsan robotu kendi birliğini koruma üzerine işler ya hayatını işte bunu diyorum. Bunu kimisi mandalina soyarak yapar. Kimi mandalina yiyerek. Soyan varsa yiyici de vardır. Sizin kafanıza takılan benim istediğim yesincilik. Size ne? Kim yiyorsa yesin! Kim vitaminden faydalanıyorsa faydalansın. Neden darlıyorsunuz kendinizi? Neden sınırlandırıyorsunuz? Hemen cevabını veriyorum. Bütününüzü korumak istiyorsunuz. Hemen o kesilen kol bacak mıknatıslı gibi birbirini buluyor. Sizi intihara sürüklemeyeceğim. Ne varsa sizde var da demiyorum. Ne varsa var. Bir parçası da sizde var. Elastik, uzayan kısalan parçalarınız var. Bunlar kimi zaman spor bağımlısı kişilerde biriken laksit asit gibi donakalır. Yani masaüstünüzü çökertir. Sistemi geri yükle yaparsınız, uygun hedef yer ve saati de bulursunuz da boyuna giden damarlarda %90'a varan tıkanma gerçekleşir. Yine de kıyamazsınız. Böyle bir korumacılık ki aman düşman başına. İşlevini yitiren parçalarınızı onarmayın. Cila vurmayın. Döşemeyi yenileyin. Yaşlı binaya janjanlı bir modifiye yapmanın bir manası yok. Tesisat patlıyor diyorum. Aslında yol yordam göstermek de kayak yaparken kar körü olmak gibi. Tehlikeli sakıncalı kaygan zeminler bunlar. Sadece salınabilmeli o yüzden.
Şimdi n'apsın bu kız? Mandalina soymasın mı? Soysun. Soysun da hobi olarak soysun. Merkezkaç kuvvetini unutmasın. Ya da unutursa unutsun, çünkü elbet hatırlatacaklar. Acı acı sirenler çalacak, yüzüne yüzüne gülecekler.
Eller Yukarı, Sezgiler Aşağıya!
Elinizin ayağınızın birbirine girdiği o tatlı anlar vardır. İnsan olduğunuzu dibine kadar hissettiğiniz anlar. Böğrünüz yansa da o anlar hep arşivinizdedir. Hissizliğe yakalandığınızda veri tabanınızı yoklar kendinizi yeniden başlatır ve koku duyularınızı harekete geçirerek hayata yeniden tutunmaya çalışırsınız. Sirkte attan düşüp kolu bacağı kırılan adım atamayan çocuğun yeniden kafa göz adrenaline dalması gibi bu durum pek şaşılası değildir. Sonuçta adım atmak için ayaklardan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Bağlantılar. Kablolar arası iletişim sağlam değilse çuvallarsınız. Çoğumuzun acı çekmesi de bu yüzden. Kablolarımızın bakımı yok ama kara kışta yola çıkıyoruz, bu ne yiğitliktir bre! Az paraya çok iş halletmeye çalışan, sizi ezenlerden ne farkınız kaldı, o zaman? Başa döndük. Eleştirdiklerinizin ta kendisi olduğunuzu ve bu nedele kızdığınızı kabule geçin. Ya da bana ne, aman sende, geçmezseniz de geçmeyin. Sonra canım çiçek istiyor, çikolata istiyor demeyin, bana. Tuz lambanızı yakarak dilek dileyin, belki tutar! Sizi cümlelerimle küçümsüyorum. Bunu yapma sebebim uyarılan bölgenin hassaslığını göstermek. Acısı iyice içinize söksün ki tortusunla bile işiniz kalmasın. Mideniz bulansın. Sigara bıraktırırken yaparlar bunu. Yelpazeyi genişletebilirsiniz. Günümüz yaşamlarının sorunu bağlantı. Makinelerinizle bağlantınız sonsuz. Bütündeki yeriniz eksilerde. Varlık içinde yokluk, bodrum katında küçük pencereli rutubetli evi tutmuş, fazla doğalgaz faturası gelmesin diye kışın soğukta oturup eklem romatizması olmuş, geçmişi pişmanlıklarla dolu ve terapiden terapiye, yogadan yogilere koşuşan bir grupsunuz. Her şeyiniz sadece yeni olana yönlendirilmekten. Buna hayır diyemiyorsunuz çünkü geçmişle bağlantılarınız da kopuk. Eve akşamdan akşama uğrayan evli çiftler vardır, haftasonları kadın beş kap yemeğini yapar koyar ki evlilik sağlıklı olarak sürsün. Kendi içindeki bakiye yetersizliğini vicdanına bölemez. İşlem tanımsızdır. Böyle arka arkaya fazla bombaladım gibi duruyor ama rüyalarda tepeye çıkar çıkar kendimizi boşluğa bırakır ferahlarız ya amaçladığım şey bu boşlukla rahatlama. Merak etmeyin boşluk beş saniye içinde kendi etrafında bir başka bir alan oluşturup kendini imha edebilecek türden. Hiç acımayacak diyemiyorum. Devrelerinizin biraz yanmasını bekliyorum.
Güzel konu, beklenti! Bekledikleriniz…
Bekliyoruz…
Otobüsü, eşi, dostu, sucuyu, pizzacıyı… Bir şekilde oltayı atıyoruz ve balık vurmasını bekliyoruz. Tek yapılan hata kafayı yakmak. Oltayı attın, bir geri çekilin hele bir su sıçrar bir şey bir şey oluverir bakarsın, reflekslerin sağlam olsun gene tamam, ama yakma balataları kötü kokutma buraları. Şimdi ne anlatırsam anlatayım aranızdan en sevdiklerim en takıntılı olanlarınız. İşim onlarla, bana ekmek yediren, bol malzemoslu soslu salçalı baharatlı beni susum susum susatanlar. Laf lafı açtı yazıyorum işte. Hücrelerini ozon basılmış kanla hibrid sisteme döndüremeyenleriniz sürekli tatsız tuzsuz tip 2 diyabet hastane yemeği yiyor gibisiniz. Keyfiniz yok. Doyumsuzluk değil. Bakın burda da bir yanlış var. Doyum yok ki doyumsuzluk olsun. Hayatlarında doymuş yağ doymamış yağ farkını bilenler ancak tam depo benzinle yola çıkabilir. Yoksa yola akıta akıta depo yine boş yine boş. Aradığınız önünüzdedir de göremezsiniz. Korkmayın kör değilsiniz. Sizin önünüzdeki kar beyazıyla imtihanınız!
Çakralarımızdan içimize içimize dolan referanslar hormonlarımızı, hormonlar da yazılımımızı oluşturuyor. Yani referans noktalarınızı değiştirebilirseniz sistem kendini günceller, atması gerekeni atar.
Nihai kontrol merci bütüncülleri, temizlenip yenilenebilmesi tüm arşivi oturtabilmesi sebebiyle kendini uykuya kapatır. Bunu bilmek hayat kurtarır. Sıfır noktasında battaniyeniz ve Siz. Beyaz tavana bakarak evreni yönetirken…
Boyutlararasıcılık!
Seni seviyorum diyemeyiz ama boyutlararası uçarız. Dalga geçmeyin bazen daha imkânsız gözüken daha kolaydır. Yani karşılaştırma yapmak yanıltıcı olabilir. Kendi arasında bağlantılı olsa da başlı başına ayrı bir pastırma kudreti vardır. Girdiği ortamı da değiştirir, imzasını atar ve ardından gıybet başlar.
Sürekli ileri bir seviyeye, gelişmeye, değişime, daha iyiye evrilmek için adımlarımız. Bundan şunu anlıyoruz; hiçlikten hepe ulaşma tüm derdimiz. Bu mümkün olabilir mi? Bunca tazzikli su da nereden geldi böyle? E tamam biz aslında kabul etmiştik birliği. Ayrıştıracağımız vakit damıtırdık da içerdik ve yoğun tadıyla dilimiz uyuşup şişer, midemiz bulanır tüm sarhoşluğumuzu kusardık lifli lifli.
Bandrol Al Ver – Ekonomiye Can Ver!
Hayatlarımızın üzerlerindeki bandroller. Vergiye tabiler. Birer birer yanar söner alingirli ışıkları. Çipleri pek canlar yakar. Akar şıpır şıpır ağızlarının kenarından suları. Ürün detay bilgisi yakalarından okunan, ense ve alınlarına uzanan, bir yıkamayla çipi bozulabilecek insanlarız biz. Biz balkoncuyuz. Biz yemeğimizi yiyip hemen parka inmek için elenden geleni ardına koymayan haylazlarız. Seksi Şefika Ablalarla dolu mahallemizde beş çaylarımız, tereyağ sürüşlerimiz meşhurdur. Her derde deva tereyağ! Tüccar Cemile Hanım, Kahveci Aysun, eli her yana uzanan ve akrabalık ilişkilerini henüz çözemediğim Sema, günlerini bilgisayar üzerinden adam öldürerek geçiren Kayserili Tüccar oğlu Ali Baran, et delisi Melik, kıçıyla dağları deviren akıl topağı Elif, milli felaket Aras, sakin Murat, çaykolik Ömer, patenci kızlar, bisikletçi oğlanlara karşı! Savulun! İnsan hayatı bandrolünde yüklü görevler listesi ile geçerse ne olur? Tabii ki bunun sonu fibromiyalji, bir nevi algoloji. Ritüellerimizi yerine getirmek de bir nevi rehabilitasyon. Anne çişim geldiciler, anne meme istiyorumcular, anne karnım acıktıcılar, anne yanında 1tl var mı'cılar, canlı severler, yanındakine yapışmadan duramayasıcılar, meyveciler, sürekli atıştırmacılar, salıncakçılar, kaydırakçılar, markete hele bir gidelim de kafamdakini nasıl olsa aldırtırımcılar, anne lütfen 5 dakika daha bak söz sonra eve gidelimciler, salça ekmek severler, gelişigüzel yemek yiyenler, evde çorapsız gezmeyi sevenler, çirkeflerle kavga yerine arkalarından saçlarını seçmek isteyenler, kedilerine tekme atıldı diye sitenin temeline dinamit koymaya gidenler. Burası karnıyarıkların dünyası. Burada her şey ombreli. Uçlarına doğru soluk ve nefessiz, ince ama kırıksız kalplerle dolu çünkü otomatik pilotta yolculuk yapıyoruz. Kelebek etkisiyle yapılan bahçedeki doğum günü partileri, ucuz işçiliklere verilen çocuksu paralar ve gülünen şaklabanlıklarla günün sonunda terazide dengeyi bozan hediyeler. Onu nerden aldıncılar. Bir kere de sorma. Yırtılıyor hemen mübarek. Bazı insanların enerjileri içlerinde gibi gelir ama dışlarına da çoktan bulaşmıştır ya işte o an içler acısıdır. Halka mal olan şarkıcı Müzeyyen Teyze ile Abdullah Efendi udlarını ellerine aldıkları gibi hunharca acımadan sıkı dalarlar damarlar patlayana dek emerler, emilirler. Emdiklerinden her zaman daha fazla emildikleri su götürmez bir gerçek. Çünkü Abdullah Efendi prostat=( Müzeyyen Teyzede de hem basur hem de menapoz var. Şimdi bu bağrı yanıklığın adana kebaptan gelmediğini biliyorsunuz. Mangalzedelerle doluyuz, ramazanları. Dükkânlarımız açık, yüreklerimiz kapalı. Bu nedenle kokusunu alamıyoruz yangınların. Randevu sisteminden randevu aldık mı kendimizi şanslı hisseden naif tipleriz. Tipi tipiz. Kedilere verdiğim sütü kıskanan ey sütü bozuklar! Hiç mi çökelek yemediniz hayatınızda? Bu ne caniliktir. 37 euroya hiç mi ortaya karışık mantar yemediniz? Hiç mi gördüklerinizden hoşnut kalmayıp portakal suyu içmek zorunda kalmadınız? Paranız çıkışmayınca içemediğiniz İtalyan sularını unutmayın. O şişeler var ya o şişeler, ringo ringo ring hattı gibi Şile Yolu'na dizilmişler. Silâhlar ve beyzboluz biz. Mangal Etli Pizzayız. Komşusu halay çekerken rahatsız etmeyen bir güruhuz. Halı yıkarız. Gece lazanya yapar ikram edebiliriz. İstersek elimizi verir, bacağımızı çekeriz. Siyasilerden birinin kızı evlenecekti. O kadar çok araba şimdi nereye mi park edecek? Yıkın çocuğum şuraları, hemen bir cila, boya, çizgi ne var ne yoksa. İnci gibi dizeriz, Bey'im, sen merak etme. Bu iş evelallah bizde. Düğünün arkasından saha hazineye geri dönmüştü. Bir akşam aynı arsada beyzbol oynayan o çılgınları görmüştüm. Aslında şaşırmak da ırkçılıktı. Ne yani tutunamayanlar beyzbol oynayamaz mıydı? Gayet de güzel iştahlı oynuyorlardı. İşini iyi yapana saygı duyacaksındı. Aidiyet ve kimliklerininin bütünlüklerini koruyabilmiş, işaret bırakırmış gibi topraklara terlerini, terliklerini, kıllarını, tutukluluklarını bırakmaya ant içmişlerdi. Aman aman, bu ne yerellik, haka dansı ve İslâmiyetten önce bilardo doktora tezli dünyada büyük ses getirmiş bir kadın taşınmıştı. Bu kadın yürürse yollar aydınlanırdı. Ağlarsa gökyüzü kapanırdı. Bu da neydi şimdi? İşler kusursuz büyüselliğe doğru kayınca aklım hinlik kuyusundan çıkamaz orda kalıverirdi.
Bilgi bombardımanına tutulmuş bir hayat!
Büyük bir Ev.
Yüzünde bir ıslaklık.
Büyük şok.
Ne abarttın? Farklıyım, farklısın, farklılar, tapıyoruz, tapınıyoruzcuklar, mini miniler. Siz hiç koçala yediniz mi? Koçella değil! KO ÇA LA… Ha ben oynayayım sen hele bir çala. Bıçak eller tadında deşmeyin birbirinizi. Üzmeyin. Yiyin. Bir etobur gibi parçalayın yüreklerinizi. Dillerinizin ucunda toplanan kan sivilceye ordan da sivrisineklere dönüşsün. Oluşumunuz kablolar arası taşınıp sizi istila etsin. Yönetiminizi ele geçirsin. Şayet öyle bir gücünüz varsa? Eminönü'nde iyot kokusuyla doya doya balık ekmek yeme, Mısır Çarşı'sındaki esnafın Roman Abramoviççilik havası. Hepinizi yerim ben. Aman da aman para kazanmak için para basan çömçekler Sizi gidi Sizi.
İşte şimdi başlıyoruz!
Masallar ve Teog Sınavı!
1.gün
Evimizin yakınında arkadaşlarımın gittiği bir Dershaneye bile gidemiyorum. Neden? Çünkü çok kontrollü, başarı sterilli annem, kaytarmamı istemiyor. Arkadaşlarımla takılabilirmişim. Zaten okuldan okula…en mükemmelini bulmayı ararken yoruldum. Bazen içimdeki fırtınalar dışımda da kopuyor ama tam anlatamıyorum. Hep susuyorum. Büyükler, hep bizim iyiliğimizi istiyor. O zaman neden bilgisayarla sonsuza dek oynamamıza izin vermiyorlar? Gerçekten anlamıyorum. Sonra konuşunca olay oluyor. Susuyorum.
2. gün
Okulu sevemedim. Sevemiyorum. Büyük bir ihtimalle de sevemeyeceğim. Aslında yaşıtlarımla olmak güzel. Değişik türden insanlarla birarada gırla eğlence. Bazen oldukça zor. Kendimi onlarla kıyaslayınca daha güçlü ve daha duygusal olduğumu düşünüyorum. Sürekli kavga edenler, mızmızlar, aşktan aşka koşanlar, ellerinden telefon düşmeyenler, son dakika kopya isteyenler…liste uzar gider. Sırf okul puanım yüksek gelsin diye nelere katlanıyorum bir bilseniz! Bence hepsi sadece abartıyor.
3. gün
Bazı öğretmenler sanki dünyaya öğretmek için değil de zulüm için gelmiş gibiler. Annemle babam ben böyle diyince hep kızıyorlar. Ama farkındayım bana hak veriyorlar. Sadece ben yüz bulmayayım diye hafiften bir göz korkutuyorlar o kadar. Herkes sanki dünyanın son gününe hazırlanıyormuş gibi sınavdan önceki son yaz tatilimizde adeta düz duvara tırmandı, koltuk tepelerinden inmedi. Bilgisayarlar kapanmadı. Bazen halime gerçekten üzülüyorum. Daha şimdiden yapabileceğim çok şey varken her şey elimden boşu boşuna kayıp gidiyor gibi bir hisle yaşamaya başladım.
4. gün
Günler hep sınava göre ayarlı. Her yerde bir hatırlatma. Bonbardıman. Adeta kendimi, ne olduğumu unutturuyor bütün bunlar. Bu imkânlar bizde olsa…ile başlayan cümleler ve tonla kafa ütüleyen tavsiye. Hayır, anlayamazsınız. Çünkü, bu başarı baskının at yarışından daha illet ve de nalet olduğunu ancak ve ancak geceleri uykusunda bu girdaptan boğuluyormuş gibi hissedenler bilir.
5. gün
Evin her köşesinde Kutsal Teog Kitapları. Onlar atılamaz, yırtılamaz, çözümsüz bırakılamazdı. Ev, evlikten çıkmıştı. O, poğaça, kek kokan sıcak ev, yeni alınmış test kitabı kokmaya başlamıştı. Üstelik bu dünya o kadar garipti ki, sanki daha çıkmamış test kitaplarını alan gizemli ajan hissine kapılıyordum. Ne kadar da zavallıydım. Norveç'teki okullar, haberi ile de yıkılıyordum. Bu dünyada gerçek bir adaletsizlik vardı. Birileri önden koşuyor, önce pastayı kapıyordu. Düşünüyorum da çoğu arkadaşım annesi, sırf çocuğuyla uğraşmamak için okula yolluyordu. 5tl para. Bir simit, bir açma. Gerçek hayat, olması gerekenden başkaydı. Yaşıma göre belki gereksiz şeyler düşünüyordum ama buna izin vermiyorlardı. Ben de düşünmeye zorunda kalıyordum.
6. gün
Öğretmenlerimiz eşliğinde geziler bu düzlükteki son eğlenceli şeylerdi. Bunun farkında olduğumuz için yapmadığımız yaramazlık kalmamıştı ve elbette almadığımız disiplin cezaları. Okul Müdürümüz bizim robot olduğumuzu düşünürdü. Haftaiçi yetmezdi, bu köleliğe haftasonları da devam etmeliydik. Denemeleri çok ciddiye almalı, öğretmenlerimizi iyi dinlemeli, okuldan kaçmamalıydık. Aklıma çoğu kez de takılırdı hani yalan söyleyemem. Sanal Sınıflar zamanına keşke yetişseydim. Tam benlik. Belki de bunu geliştirenlerden birisi olurum ilerde, kim bilir?!
7. gün
Aslında yaşadığımız zorlukları faydaya çevirebilirdik, biliyordum. Söylemiştim, yaşımdan daha olgun olduğumu. Zorlukları fırsata dönüştürmek. Rehberlik Öğretmenimiz aşk acısı çekiyordu. Çok belliydi. İkisi de aynı okulda olunca gerilimi hissedebiliyordunuz. Komik olan şuydu ki kendi hayatına rehberlik edemezken bize yardımcı olmaya çabalıyordu. Bu da takdire şayandı. Ben onun yerinde olsaydım istifamı basar, bunca yıllık tazminatımı alır ve uygun, küçük, şirin bir kasabaya yerleşir ve internet kafe işletirdim. İşte her şey bu kadar kolaydı. Bu büyüklerin en iyi yaptıkları şey de buydu: Çok kolay olan bir şeyi aşırı zor hale dönüştürmek. Sanırım içindeki çocuğu öldürme dedikleri şey bu olsa gerek.
8. gün
Tadımız tuzumuz kaçmaya başladı bile. Annemden ilk fırçamı yedim. Neden etüte kalmamışım? Paramız çöpe gidiyormuş. Peki ya benim çöpe giden ruhuma ne olacak? Sustum ve uyuyormuş numarası yaptım.
9. gün
Bugün waffle yemek istiyorum. Hareket etmediğim için çok kilo aldım. Üstüne de sınav stresi yedikçe yiyesim geliyor zaten. Bir yandan öğretmen, bir yandan diyetisyen beni yontuyorlar. İçim, kalbim oyuluyor.
10. gün
Sokakta bağıra çağıra yağmurun altında sonsuza dek bisiklet sürmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum? Sadece çocukluğumu yaşamak istiyorum.
11. gün
Yemek yok, bilgisayar yok ama ders var. Boş durmak yok, çöz çöz çöz çöz…Sonsuza dek çöz.
12. gün
Her gün bir diğerinin aynısı olmaya başladı bile. Her gelen öğretmen robotlar ödev veriyor. 150 soru türkçe, 150 soru matematik… Daha çok soru daha da çok…
13. gün
Evdeki gerilim birbirimize yansımaya başladı. Teog üstümüzden geçiyor.
14. gün
Artık konuşamıyorum. Konuşacak bir şey bulamıyorum. Bu senem sanki çöp gibi hiç yaşanmamış. Oysa neler yapabilirdim neler! Kahrolsun bazı şeyler!
15. gün
Alışkanlıklar 21 günde oluşurmuş. Direnç göstermeyi bıraktım. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Benden 1 yaş küçük kardeşime örnek olmam gerekirmiş. Aslında biliyorum nasıl örnek olmam gerektiğini ama bırakmıyorlar beni=)
16. gün
Herkesi uyutup, dolaptaki çikolata kremasını kaşıklamak bugünkü en çılgın, en maceraperest planım. Ve başardım. Yakalanmamak için suç aletlerini yıkamalıyım.
17. gün
Konu üstüne konu. Bitmiyor.
Sabah açılış: 06:00
Akşam kapanış: 23:00
Ağır çocuk işçi gibi bedavaya çalışıyorum. Geleceğin için demeyin. Artık ezberledim.
18. gün
Lisanslı futbolcular kan ağlıyor. Hepsi tıpış tıpış sporu bıraktı. Etüt merkezlerinde ter atıyorlar. Bu günleri de mi görecektik!
19. gün
Bir ay olmak üzere ve ben daha şimdiden tatili bekliyorum. Gerçi o da ayrı bir ızdırap. Okul seçiminden yarı kalacak bir tatil.
20. gün
Robot serbest stile devam.
21. gün
Bugün alışmam lazım. Uyku sorunu çekmeye başladım.
22. gün
Duygu olarak sadece öfkeyi hissedebiliyorum.
23. gün
Tatilsiz, molasız daha ne kadar dayanabilirim? Bilemiyorum!
24. gün
Etrafımdaki tuzu kurulara göre her şey çok basit. O zaman neden benim üstüme geliyorsunuz.
25. gün
Evrenden anladığım beni ben olarak kabul etmediği ve bana şekil vermek istediği. Ve bu hiç de hoş değil.
26. gün
Bugün bedava dağıtılıp çöpe atılan kitaplara üzüldüm.
27. gün
Kopya çekmememe rağmen yine azar işittim.
28. gün
Annem istediğim sanat okuluna beni yazdırmıyor. Hobi olarak ilerde yaparmışım.
29. gün
Tek bir alana odaklanmaktansa her şeyin tadına bakmak istiyorum. Dedemden kalma kayserili tüccar yeteneğim de bunun içinde.
30. gün
Bugün okulda bir kız 99 aldığı için sinir krizi geçirdi. Annesi öğretmenle kavga etti.
31. gün
Yavaş yavaş gözlem yeteneğimin geliştiğini düşünüyorum. Kafamda hikâyeler canlanıyor. Onları sıkıcı çok sıkıcı gecelerde her şeye inat görebiliyorum.
32. gün
Olağanüstü hal senesi olduğundan minimum aktivite çok iş.
33. gün
Aziz Kedi'nin bir konuşması vardı. Çok dokundu. Salondaki herkes neden güldü?
34. gün
Sınavlar ve denemeler tırpan gibi. Köklerimizden koparıyor. Hiç büyüyemiyeceğimiz bir yere bizi taşıyordu.
35. gün
Özgürlük alanım yoktu. Ev artık benim kaçış noktam olmaktan çıkmıştı. Her yer kural kural kural.
36. gün
Daha 1. sınavlar bitmeden herkesi bir mezuniyet telaşı sardı. Sanırım sıkıldık. Kendimize eğlence arıyoruz.
37. gün
Aziz Kedi'nin dediği gibi sanırım insanın en başarılı olduğu seneler gerçekten anaokulu zamanları. En ufak bir şeyde bile kahramansın gibi alkışlanırdık. Şimdi ise ağzımızla kuş tutsak işe yaramıyor gibi. Daha şimdiden böyleyse ilerleyen yaşlarımı tahmin dahi edemiyorum.
38. gün
Anaokulu günlerimi hatırladım. Aslında ne garip. Koşma terleyip üşütürsün diyen öğretmenimiz vardı. Bir öğretmenin öğrenmeyi istemeyi, bunu çocuktaki merakı tetikleyerek yapması beklenmez miydi? Gerçekten çok garipti. Okulun reklamında "yaratıcı çocuklar" vurgusu yapılmaktaydı ama adı üstünde bu sadece reklamdı. Kapıdan içeriye adımınızı attığınızda burda da tuzla buz olurdunuz. Küçük kurallar bütünü hemen etrafınızı çevrelerdi. Sizi yokederdi. Boyama yapmak isteyen çocuklar zorla ingilizce sayı sayardı. Hem de defalarca. Minik ruhunuz bunların nedenini anlamazdı.
39. gün
Hatırlıyorum da daha başından kanım ısınmamıştı bütün bunlara. Daha adımımı atar atmaz içimde bir bulantı hissi oluşmuştu. Sabah kahvaltı etmediğim için olduğunu düşünmüştüm. Sır perdesi yavaş yavaş aralanıyordu. Kendimi buraya ait hissedemiyordum. Bankadan kredi çekip dünyayı gezen ananemin yanında olmak istiyordum. Onun hayata dair masallarını dinlemek ve dondurma yemek. Hem de kar yağarken.
40. gün
Bugün hava oldukça soğuk. İçim de soğuk. Elbette okul da soğuk!
41. gün
41 kere maşallah diyemiyorum. Umarım ailem çok istediğim karikatür atölyesine beni yazdırır.
333. gün
Test çözmekten yazmaya, çizmeye, karalamaya epey uzak kaldım. Atölye işi yattı. Bütün enerjim emilmiş gibi. Artık pek dışarı da çıkmıyorum.
350. gün
Okula gitmiyorum. Son 15 gün! Sürekli deneme çözüyorum. Rüyamda en son Kim Robert Koleji'ne Gitmek İster? konseptli bir yarışmadaydım ve son sorunda elendim. Ben de zaten şans olsa!
363. gün
Telefonla arayan arayana. Yedi el akraba haberlerin de verdiği gazla Teog mağduru yavrularını arıyor. Eyüp Sultan'a gitmişler, dua etmişler. 4444 kere bu dua okunursa hayırlısıyla bu iş olur diyorlar. Şöyle bir bakıyorum da bir taşın denizde yaydığı titreşim gibi. Teog ortaya bir fikir atıyor, kırk akıllı işin içinden çıkamıyor. Kurbanlar, adaklar…
364. gün
Kendimi odama kapadım.
Sınav Günleri sona erdi. Şimdi sıra güzel güneşli zamanları gerginlikle geçirmekte ama öncesinde biraz eğlenelim. Yaşasın 14 saat oyun oynamak! Okulla aramı tam düzeltemediğim için mezuniyete de katılmadım. Ailem için kepli bir fotoğrafım çekildi ve salonda baş köşeye konuldu. Peki yıllar sonra bu fotoğraflara ne olacak?
Okul Tercihi
Kaçınılmaz son. Dikkatsizlikten sıradan bir Anadolu Lisesi'ne gidecek kadar puan. Yüz bin milyonlarca her kafadan bir ses. Evde benden başka herkes fikir beyan ediyor. Bana sorsalar açıktan okurum. Çok gitmek istediğim yazılım üzerine bir kurs var ona giderim. Bir yerde de iş bulur çalışırım. Ama kural neydi? Yetişkin dünyası çözüm bulmaz, işleri daha da çığrından çıkartacak hale getirirdi. Sonra da tüm suçu üstüne atar işin içinden sıyrılırdı. Bunun adı da hayatın dersi olurdu. Sizin heveslerinizin, yapacaklarınızın, renklerinizin bunun yanında hiçbir önemi yoktu.
Kitaplar
Hatırlıyorum. Özellikle annem kişisel gerilim kitaplarını çok sever. Ben daha küçükken bana nasıl davranacağı ile ilgili kitaplar okurdu. Bu kitapların içinde koyver gitsin türünde öğütler vardı. Hem kontrollü olun ama çok da sıkmayın! Aslında hepimizin derdi aynı iken buna neden bir türlü çözüm bulamadığımızı anlayabilmiş değildim. Sanki insanlık bu dertlere muhtaçtı, bu dertler olmazsa zamanını geçiremezdi. Bu insanlık amma da ahmaktı diye düşündüm. Çünkü dünyada o kadar seçenek varken kendine bir dert bulup onu çözmeye çalışmak ancak ruhları fakir olanların yapacağı türden bir şey olması gerekti.
Lise
Tabii ki isteğim olmadı ve sıradan eve yakın bir liseye başladım. Kafamdaki planlar tıkırında gitmezdi ama yine de giderse diye yanımda birkaç tane bulunduruyordum. Dışardan ordan burdan kendimi yazılıma verecektim. Okulu da bir şekilde hallederdim. Nasılsa eğitim sistemimiz kalacak öğrenciyi bir kayıp olarak değil de sırtında bir kambur olarak görüyordu. Aradan bir şekilde sıvışırım diye düşünmüştüm. Kimler kimler bitirmişti ben mi bitiremeyecektim? Hıh-tı.
Yıllar bir şekilde geçti. Aşk meşkle ilgim pek olmadı. İlgimi çeken birileri olmadı. Çünkü çoğu kafaca sığdı. Zaten bir sınıfta olup olabilecek bütün gruplar var gibiydi. Çılgın Kızlar; bunların derdi modaydı ancak bunu bile beceremezlerdi. Bazen içimden geçirirdim madem bu kadar paran var neden burdasın? İşte zevkti! En büyük çılgınlıkları nasıl öpüştüklerini paylaşmaktı. Kitap Kurtları; iyi anlaşmaya çalıştıklarımdandı. Bunlardaki sorun da iletişim kuramamalarıydı. Gözlerinize bir garip bakarlardı. Sanki aptalmışsınız gibi. Kendinizi böcek gibi hissederdiniz. Ama yine de en azından donanımlı olmaları onları çekilebilir kılardı. Robotlar; bunlar dünyaya sadece not tutmak için gelenlerdi. Hocanın neredeyse ses tonlamalarını bile not ederlerdi. Bakıp bakıp anca gülerdim. Bazı öğretmenler bu öğrencileri kıstas alıp örnek gösterirdi. İşte o zaman dünya düzenini çözmüştüm. Çoğunluğun arasına karışmak istesem de hep bir şeyler beni geri plana itiyordu. Kendi çemberimde salınmak daha güvenilir geliyordu. Kabadayılar; bunlar yürüyen test*osteronlardı. Sanki dünyayı bizi test etmek için gelmiş canlılardı. Onların sınavından geçersek önümüzde gizli bir yer altı kapısı açılarak bizi başka bir boyuta taşıyacaklardı. Sabah kalkarlar ve fermuarlı kostümlerini giyip haydi rastgele diyerek güne başladıkları hissine kapılırdım. Çünkü yaptıkları dükkân açmak gibiydi. Sabah ilk iş sevgililerinin etek boylarını kontrol etmekti. Ardından bir kavga. Yemek molası. Kızları rahatsız etme. Kapanış kavgası. Nargile Kafe. Eve yürüyüş. Haftasonlarıysa öbek öbek taşlanmış dapdar kotlarıyla ortalıklarda caka satarlardı. İlerde karşıma son derece lüks arabalarıyla çıksalar şaşırmazdım. Sanatkârlar; bütün hayalleri Mimar Sinan Üniversitesi'ne girmek olan duygularıyla hareket eden gruptu. Saçlarında mutlaka minik dokunuşlar olurdu. Aksesuvar onlar için önemliydi. Muhasebeciler; bu grubun tek derdi yazmadan matematik işlemlerini en hızlı biçimde çözmekti. Çoğunlukla gözlükleri olurdu. Sporcular; bu grubun üyeleri garip biçimde Bilgelerle garip bir uyum içinde olurlardı. Sanırım birbirlerini tamamlıyorlardı. Popüler kız ve erkek aşklarından, okulda görünmez olup sonradan ışığı parlayanlardan bahsetmeyeceğim. Klasik aşk romanları. Sonunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. Kalp kıran kızlarla, oğlanların her zaman bir alıcısı vardır. Adalet buna denir!
Şimdi de LYS!
Aynı gerginlik için tekrar başa sar. Bu sefer dozu biraz daha artırıyoruz. Çünkü yaşamak istediğiniz bir hayat var. Etrafta seçenekler var. Ciğere bakan kedi gibisiniz. Birisi size el verse olacak sanki. Ancak arkanızdan itiliyorsunuz. Yere kapaklanmanız an meselesi. Dualar, adaklar, okunmuş sular… Gergin bir bekleyiş, ailenizin kafasında sizin için uygun bulduğu meslekler ve üniversiteler rehberi. Bir kapıdan içeriye itiliyorsunuz. İnanılmaz bir kontrol! İçimden, bu sınavda kopya çekebilecek kadar teknolojim olsa zaten bu sınava girmezdim diyorum. Kapıdakilere ve etrafıma bakıp gülümsüyorum. Derken görevli kafamıza göre gitmemiz konusunda bizi uyarıyor. Doğru! Duvardaki işaretlere ve sınav giriş belgesindeki bilgilerle yolumuzu bulamazdık ama aklımızdan trigonometri sorusu çözebilirdik. Çünkü zekâ düzeyi bununla ölçülürdü. Zekâ göstergesi hâlâ sadece matematiği ne kadar güzel anladığınızla eş değerdi. Çoğu zaman algılarımı da hoş bulmazdım. Etiketlemeyi eleştirirken etiketlerdim. İnsan böyleydi. Çok da fazla bir şeyler beklememek gerekirdi. Gözetmenler, onlar doktora tezi olmalılardı. Aslında görevlerini yaptıklarından çok da fazla üstlerine gitmemek lazımdı diğer herkes gibi. Ancak aralarında oldukça mesleğinden metal yorgunluğuna uğrayıp tükenmişlik sendromuna kapılanlar vardı ki etrafındakileri de tüketirlerdi. Kara deliklerdi. Hipnoz olurdunuz, kuralları okurken, tahtaya sınav başlama ve bitiş saatini yazarken. İnadla barkodunuzu ellemeyin diyen bir grup eski toprak da vardı. Gözleri iyi seçemediği ve refleksleri iyi çalışmadığı için sonunda elime düşmüşlerdi. Uzun zamandır kahramanlık yapmamıştım. Tereyağından kıl çeker gibi o barkod, kitapçığımdan çekilmişti ve Zafer! Benim kahramanlığım hep kodlama, barkod, salon yeri ve sırasını bulma bölümüne kadardı. Yer yön duygum da iyiydi. Başkaları gibi salondan çıkarken yanlışlıkla çıkış kapısı yerine tuvalete girmezdim. Bunlarla yetinmek güzeldi. Hedeflerimi küçültmeyi öğrenmiştim daha şimdiden.
Çember
İçim boşalmıştı. Dolu muydu? O, konu hakkında da aslında pek net bir şey diyemem. Dolu doğmuş, büyüdükçe kafamdan su sızdırıyor gibiydim. Makine bakımımı sürekli erteliyordum. Yıllar bana bir de ne yazık ki hazzı ertelemeyi öğretmişti.
Üniversite
Babamın bir dükkânı vardı. Dolayısıyla benden basitçe işletme okumamı istiyordu. Kurumsal Marka İletişimi gibi havalı alanlardan özenle kaçıyordu. Karşıdan gelecek, "Olsun" küçümser tonlu karşılamalardan oldukça korkuyordu. Tercih döneminde bu nedenle yalnız kalmaya çalıştım. Hepsiyle savaşamayacağımı biliyordum. Tercihlerimi ilk günden yapmıştım. Biliyorum pek sürprizli değil. Son güne bıraktım, internet gitti ve tercih yapamadım gibi bir şey ne yazık ki olmadı.
SONUÇ
Bir Yükseköğretim Programına Yerleştirilemedi!
Ek kontenjanlarla kariyerime devam etmek durumundaydım. Çünkü babamın kaybolan gençliğini işletme okuyarak tamir etmem gerekiyordu. Zaten eğitilirken de isteklerimizin pek de önemli olmadığı duygusu yeterince verilmişti. Hoca: "Bu ders ne yapmak istiyorsunuz?" der. Kendi bildiğini okurdu. Herkes miyavlardı. O zaman neden sorardı da umut verirdi. Anlamazdım. Her neyse açıköğretimden işletme ile yoluma devam etmeye karar verdim. Dışardan sınavlara girip istediğim bölümü kazanmaya devam ederdim. Yeter ki dırdırdan kurtulayım. Babama açıköğretim farkını aktarmadım, önemsediğini de sanmam. Dünyadaki gelişmelerden uzak olduğundan onun için etiket mühimdi diğer çoğu eski topraklar gibi.
Şans Kabuğumu Kırınca
Açıköğretim devam ederken hiç hazırlanmadığım bir sınava daha girdim. Ek kontenjanlar hüsran olmuştu. Bizimkiler çift anadal yapacağımı sanıyorlardı. Aziz Kedi'nin dediği gibi başarı pislikle iç içeydi. Sırf işimi yürütmek için yalan söylemek durumundaydım. Bu basit işler ve dünyanın gittiği nokta, NASA… Bütün bunları düşününce beni bir gülme alıyordu. Yetişkinler neler yapabilecekken bu kocaman evrende nelerle uğraşıp küçük dünyalarını daha da daraltıyorlardı. Gerçekten inanılır gibi değildi ama gerçekti. Konu konuyu açınca dağılıyorum kusura bakmayın. Ne diyordum? Rahatlıkla girdiğim sınavdan sürpriz bir puan tutturarak tam burslu yazılım mühendisliği kazanmıştım. İşletme'ye de devam edecektim. Nedense ilerisi için avantajlı olacağını düşünüyordum. Bir de vaktim olsaydı da şu içimde kalan karikatür atölyesine gidebilseydim. Benim için bir şans kapısı ardına kadar aralanmış gibiydi. Kabuğunu kırmış biri gibi hissediyordum.
Harikalar Diyarı
Kendimi buraya çok ait hissediyordum. Öğrenci profilinin çeşitliliği ruhumu besliyordu. Burda benzer zevkleri olan kişilerin oluşturduğu bir takımdık. Yarışmalara katılıyor, kendimizi keşfediyor ve geliştiriyorduk. Hocalarımızın donanımlı ve özverili oluşu sayesinde Oyun Tasarımcılığı üstüne eğilmeye başlamıştım. Her şey kontrolümden çıkmış gibi kusursuz ilerliyordu. Geçmişime bakılacak olursa bütün bunları umut edebilir miydim? Tabii ki, hayır. Yarışmalar, kulüpler… Donanım olarak oldukça iyi olduğumun farkındaydım. Bütün fırsatları değerlendiriyordum. Okulu 1. olarak bitirmem an meseleseydi.
Mezuniyet gibi mezuniyet
Doyasıya eğlenmiştik. İlk görüşte aşık da olmuştum. O da çizerdi=)
İlk Buluşma
Onun alanı İletişim Tasarım'dı. Birden bilgi bombardımanına tutulmuş gibiydim. Anlattıkça anlatıyordu. Yeni bir şeyler öğrenmek bir yana beraber iş ortaklığı bile hayallerimi süslemeye başlamıştı.
30 yaş sendromu
Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre son basamağında olan şey benim ilk basamağımdaydı. Bu kendimi bildim bileli hep böyleydi. Kendini Gerçekleştirmek! İş görüşmelerim bazen oldukça komik geçiyordu. Patronların beni süründürme ısrarları bana çarpıp sekiyordu. Bazı şirketler de karşımda aşağılık kompleksine giriyorlardı. Bir türlü ortasını bulamamıştım. Derken yavaş yavaş bu durum can sıkmaya başlamıştı. İlkokul yıllarımdaki hüznümde boğulmaya adım adım itiliyor gibiydim. Bunca çaba bu noktada sonuçsuz mu kalacaktı. Kendime karşı bu zaferi kazanmam gerekiyordu.
Ensemde bozalar pişiyor, "Olsun Teyzeler"
Hocama dayanamayıp gittim. Benden süre istedi. O saatlerin nasıl geçmediğini tahmin edersiniz. Evden ayrı baskı. Çevrenden ayrı baskı. Herkes olsuncu ancak altında başarısızlık hüznü var. Bunu hissedebiliyorsunuz. Niye hüzünlüler bunu da anlamış değilim. Hayatında çalışmamışsın, benim kariyerime neden üzülüyorsun? İşte bunlar hep başkası üzerinden kendini rahatlatma ama hep! Kurşun döktürün, hocaya gidin, kurban kesin kısımlarına artık girmiyorum hiç! Bir de sen hangi notadan konuşuyorsan karşındaki de senle aynı notadan konuşuyor ya, işte bu omurgasız duruş benim için etkisiz eleman çirkinliğinde. Konuyu her seferinde benim kılıcımla kesilmek zorunda kalıyor. "Emin olun, kendimi Sizin düşündüğünüzden daha çok düşünüyorum." Düşen yüzleri annemle babam yerden süpürür çöpe atardı.
Mucize
Hocamdan yaklaşık 15 gün sonra haber gelmişti. Artık mail kutuma bakmak işkenceye dönüşüyordu. Tam da istemeye istemeye bir görüşmeye hazırlanmak üzereydim. Görüşme adres bilgisini almak üzereydim ki Hocamdan mail gelmişti; "Acil yanıma gelmelisin!" Dilim tutulmuş, terlemeye başlamıştım. Kalbimin çarpmasına engel olamıyordum. "Hemen geliyorum." diye cevapladım. Üstüme ne geçirdiğimi hatırlamıyorum bile. Heyecanlandığım için sakarlığım tuttu. Bozuk paralarım düştü. Anahtarı ve telefonumu almayı unutuyordum. Evde kimse yoktu. Açıklama yapmak zorunda olmamak kadar güzel bir şey yoktu çünkü o heyecanla konuşabileceğimi de sanmıyordum. Nefesimi idareli kullanmalıydım. Totem yapmıştım. İşler iyi gidecekse her şey yolunda giderdi. Otobüsü fazla beklememeli, otobüsteki insanlar sevecen olmalıydı. Hayır, tabii ki Ayşeciğin filmde mahalleli ile yaptığı dansı yapmak zorunda değildik. Hayat sevince güzel değildi. Güzel olduğu için sevilirdi. Totem yaradı. İşler yolunda gitti. Otobüs tam kıvamında, tam zamanında, sakin ve güzel insanlarla doluydu. Sevdiğim en öndeki tekli koltuğu olan modele binebilmiştim. Trafik yoktu. 45 dakika gibi mucize bir sürede hocamın yanına gidebilmiştim. Odasının kapısı çalarken dizlerimin bağı çözüldü. Hayatımda ne zaman güzel bir şeyler olacak olsa hep böyle olurdu.
Hocam:
- Doğrudan konuya giriyorum. Çünkü ben de çok heyecanlıyım. Sana dünyanın en önemli yazılım şirketinde süper bir iş ve Oyun Tasarımcılığı üstüne çok iyi bir üniversitede yüksek lisans programı buldum. Hazırsan Amerika'ya gidiyorsun. Eğer istersen, işlemleri hızlandıracağım. Burs, kalacak yer gibi detaylar için bütün bağlantılarımı kullanacağım. Ne diyorsun?
Ben:
- …
Hocam:
- Yavrum, iyi misin?
Sonrasını biraz hatırlamıyorum. Heyecana bağlı tansiyon düşüklüğünden Uçan Sabri kadar olmasa da oturduğum yeri değiştirdiğim söyleniyor. Kendimi toparlayıp büyük bir sevinçle her şeye tamam demiştim. Hocam bunu kutlamak için ekibimizi topladı. Aşık olduğum ancak kapalı flört (görüşürsünüz, ikiniz de flört ettiğinizi bilirsiniz ancak net bir şey de diyemezsiniz) evresinde olduğum arkadaşım da ordaydı. Okulumuzun bağlantılarının çok geniş olması sebebiyle onun da hayatında bir şeyler değişecekti. Yollarımızın kesişip kesişmeyeceğini bilmek hüzünlü olsa da ikimiz de bohem tiplerden değildik. Fırsatları değerlendirmek her şeyden daha önemliydi. Bu kadar rahat diyebiliyor olmamın altında nedense bir masalsılık vardı. İlk defa duygularımı kontrol edemiyordum. Demek gerçek bir duyguydu. Çünkü adı üstünde duygu kontrol edilememeliydi. Edilirse o duygu olmaktan çıkardı. Beynimde dosyalar teker teker açılıp ekran donmadan devam etmeliyim.
Bu güzel gecenin ardından her şey çok çabuk hızlanmıştı. Süper bir ev, iş, okul ve burs! Uçak biletlerim de hazırdı. Aile ve çevreye seslenişimi anlatmadım. Bu sahne tahmin edebileceğiniz türden. Oyuncu olma yavrum sürünürsün sen gel öğretmen ol diyen bir anne, seni en önden sahnede izlerken çılgınca alkışlar, teyzelere, amcalara, cümle âleme seninle gurur duyduğunu haykırır. Bunun sebebini de aslında anlamlandırabiliyorum. Ancak herkesin benim gibi bununla savaşamayacağını bildiğim için ara sıra da olsa bu konu açılınca torpil gibi çatadanak patlayabiliyorum. Biliyorum hepimizin yaraları bu kadar küçük şeylerden aslında. Günün sonunda çığ oluyor, üstümüze çullanıveriyorlar acımasızca.
Düz bir konuşmaydı. Bütün olan biteni anlattım. Duygusal davranarak ağlayanlar da oldu. Çoğunluk sevindi. Yıllardır engellemeye çalıştıkları çocukları sevdiği bir alan için adım atıyordu. Üstelik herhangi bir destek de beklemiyordu. Köstek olmasınlar yeterdi. Evimdeki son günüm çok heyecanlıydı. Valizler. Çantaya tıkıştırılmaya çalışılan tarhana ve daha ne yerellikler. Başka bir zaman olsa kızabilirdim ancak işler yolunda diye insanların yanaklarından makas alıp gülümsemeyi tercih ediyordum. Psikoloji garip bir şeydi, gerçekten.
Cümbür cemaat havalimanına gitmiştik. Mutluluğumla doyasıya mutlu olan insanlarla beraber olmak gerçekten oscar kazanmışım gibi bir his veriyordu. Uçak havalanırken artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissedebiliyordum. Kapalı Flörte de devamdı=) Kpss, Yds ve bilumum girip girebileceğim bütün sınavları geride bırakmıştım.
Yeni Dünya
Masal kusursuzluğunda bir deneyimdi. Oyun Tasarımcılığı ile ilgili işleri iyice ilerletmiştim. İyi bir işim vardı, daha doğrusu kendimi ait hissettiğim yerde olduğumdan görevimi başarıyla tamamlıyor ve doğru yerde olduğumu hissediyor gibiydim.
Kapalı flört boyut değiştirmiş, benim eşim olmuştu=) Ballandıra ballandıra anlatacak, uzatacak bir durum yok. Kendimizi buldukça sevip seviliyorduk. İşte ancak o zaman birbirimizle daha iyi dans edebiliyorduk. Oyun karakterlerini tasarlıyor çiziyordu. Çocuk ve yetişkinler için tasarladığımız karakterler milyonları peşinden sürüklüyordu. Bizi günün sonunda karşılıklı içtiğimiz kahvemiz daha da mutlu ediyordu. Sevgi neydi? Sevgi, emekti! Demeyeceğim. Sevgi bir yazılımdı. İnsan için gerçek ve çok garip, tılsımlı bir yazılım. Böyle böyle kocaman bir bütündük. Bütünün güzelliği bireysel olarak kavgalarımızı minimum dereceye indirgememiz sayesinde olmuştu. Bugün kendim için bulimia hastalığımdan da kurtulmuştum. Detaya girmeme sebebim 36 ay taksitle tatile çıkma potansiyelimin olmayışındandı. Benim çevremde anketör göremezdiniz ya da dil kursu satıcılarını ya da her türlü ıvır zıvırı kakalamaya çalışan insanları. Bütün bunların yerine mutluluğumla çoğalanları büyütmeyi öğrenmiştim ve böyle de büyümeye devam edecektim.
Bu insanlar gerçekten garipti. Bir sivrisinek olarak her yere girip çıkmam kolay olsa da günlükten yazıları okumak biraz zorlamıştı. Sivrisinek olarak kendime yeni hedefler seçmem gerekiyordu. Ruh okumaya devamdı. İşte orda!
Duygusal Bodyguard! Bu tipler de oldukça gariptir ve de malzeme doludur. Protein dolu vücutlarının altında değişik anılar barındırırlar. Mesela bu örnekte ana kuzuluğunu görmekteyiz.
Hasbelkader burda doğmuştum. Annem tekrar uçağa binemeyeceği için hikâyem burda başlamış ve öylece devam edivermişti. Ölen bir baba, dominant bir anne. Kalbinin ağrısına bir son verip hayatta güzel şeyler olabileceğine inanmak adına ilkokul aşkıyla evlenmeye çalışan bir adamdan neye dönüştüğümü görmek oldukça hüzünlüydü. Kabartma tozu unutulan bir hamur gibiydim. Hep bir eksiğim vardı. Tamamlanmak olaydı. Üstüne gittikçe de işler sarpa sarıyordu. Bilirsiniz! Artık maddeciydim ve maddeci olmak vücut yapmayı getirirdi. Deli gibi spor yapıyordum. Şiştikçe şişiyordum, içsel olarak da zaten şişmiştim. Bunu dışıma da yansıtmak bana garip bir haz veriyordu. Çünkü boyuna gelişemediğim yerde enime gelişmek yapabileceğim en güzel hareketti diye düşünüyordum. Psikoloji eğitimimi yarıda bırakıp sokak dövüşleri üzerine eğilmiştim. Savurgan yaşamak ruhumu daha çok besliyordu. Anneme sevimli bir ev kedisi görünüp işlerimi yürütmek de canımı sıkıyordu. Her türlü bağ benim için külfetti. Popüler bilinçaltı kitapları, kuantum fiziği, melek enerjisi, melek kartları, doğum haritası analizleri borcu borçla kapatmak gibiydi. Sadece şiddet enerjisini dibine kadar yaşayabileceğim ortamlara çekildiğimi hissediyordum. İş teklifi de böyle bir yerde gelmişti. Yere, eve, yola da herhangi bir bağlılığım yoktu. Bu işimi daha da güçleştiriyordu. Havada salınıyordum ancak ihtiyacımın bu olmadığını da biliyordum. Saygısız ve sevgisizliğim herkesin ağzına bir laf veriyordu. Doğru yola yönlendirme çabaları. Bir tek karşı koyamadığım insan vardı; Annem! Annem bunu muhtemelen babamla, bana verdiği DNA'sı sayesinde yapabiliyordu. Derimin altına kadar nüfuz edebiliyor, sanki beni, beynime yerleştirdiği bir çiple yönetiyordu. 40 yaşında, dış görünüşü korkutucu ama çikolata kremalı ekmeğini her pazar odasına bekleyen bir bebek. Bunları öylesine gezmeye geldiğim pavyondaki bir kadına öylece anlatmak, her zaman yapmak istediğim bir film sahnesiydi. Böyle bir düşünce bile benim ne kadar sığ ama yalın bir insan olduğumu göstermeye yetiyordu. Bilgelikle dalga geçmek büyük bir lükstü. Eve geri dönüşüm fakirliğe dönüşümdü. Bu döngüyü ben yaratmış olsam da bana başka bir seçenek en azından şimdilik yokmuş gibi geliyordu.
Pavyona gelmişken, orda duracaksın! Bir sivrisinek olarak, belirli öğretiler ışığında önceki hayatlarımdan kopup sonraki hayatlarımda gündüz jilet takılırken geceleri pavyondan beslenmek emebileceğim en asil kandan daha doyurucu. Bir sivri deyip de geçmeyin. Ezmeyin beni. Ve yine bir eğlence yeri!
Emekliler Lokalinde, Shakira Loca Loca ile çılgınlarca dans eden Naciye Teyzeler ve Nuri Amcalar yeniden nikâh masasına oturdu oturacaklar. Böyle bir heyecan, tutku ateşi yok. Hayatın kitabını türkücü Alişan'dan önce ve daha da sağlam yazmışlar besbelli. Arada sürekli söylenebiliyorlar. İlaçlarının saatlerini karıştırıp yerine vitamin hapı içtikleri de oluyor, liseliler gibi kavga ettikleri de. Hastalıklarını çevrelerine karşı kullandıkları da, sadece bayramdan bayrama yıkandıkları da. Altlarına kaçırdıkları da. Dikkat dişleri ağızlarından her an fırlayabilir! Burda her çeşit insanı görebilirsiniz. Aslında minik minik bebekleri. Kimisi bilgece takılır. Karşısındakiyle iletişim kurabilmek için bol bol merhametini ve sevgisini kullanır. Kimisi iletişimden zamanında hayır göremediği için tamamen bu kötü alışkanlığından kurtulmuştur. Oyalanacak bir şeyler bulmuş onunla ilgilenmektedir. Bir grup çok gürültülü ve küfürlü bir biçimde tavla oynar. Bir grup kadın sürekli aynı hayat hikâyelerini anlatmaktan oldukça mutludurlar. Orada olmaktan mutsuz hemşireler vardır. Kendilerine bile bakmaktan bıkmış halde olan, kendini bu şekilde yaşamaya hapsetmiş başka çıkış yolu olmadığını düşünen, bunu tüm hücrelerinle kabullenmiş, seçenek aramayan ancak bütün sinir harbiyle dünyayı başınıza yıkacak o enerjiyi size her daim yöneltebilecek hemşirelerdir onlar. Salaşlardır. Gözleri yüksek volt kötü enerji saçar. Gözbebekleriyle sizi bugüne kadar kötü günler için biriktirmiş olduğunuz tüm neşenizden süzer ve olduğunuz yere temiz, kılçıksız bırakırlar.
Şehrin göbeğine inme vakti!
Sivil polis olduğunu düşündüğünüz o simitçiler, su satanlar! Yıllarca bu işi yapmak? Sahi, tezgâh modasında bu sene neler var? Ciddi ciddi sorasım var. Şehrin, şehir gibi olduğu kanlı canlı yerlerde hayatın gerçek nabzını tutmak bu olsa gerek. Bu çeşit insanların, kordon bağları çoktan yeşile dönmüş bozukluklarla dönen bu dünyaya tutunuşu, buralarla bir bütün oluşu çokça garipti. Bütün felsefi akımları, değişik öğreti ve teorileri kabuğumdan kanıma geçecek şekilde sindirebilmiş olsam da yine de bir şeyler öylece süzülmek zorunda kalıyordu. Sahaflarda yalayıp yuttuğum onca kitaba rağmen içimdeki bu his dinmek bilmiyordu. Susuyordum. Ruhlarının 500T hattı kadar dolu olduğunun farkına varabiliyordunuz ama bir o kadar pamuk şeker gibi elleseniz dolulukları sönebilirdi. Yıllardır yağamadıkları hissini gölgelerinden anlardınız. Güneşte dolanmaktan yanmış, cildi buruşmuş olanlar, üstü her daim sigara kokanlar, saçları kirli olanlar, kişisel bakım yerine kişisel yıkımı tercih etmek zorunda bırakılanlardı. Seslerindeki o tokluk ve yerli yersiz çevredeki esnafa edilen küfürleri, etrafa attıkları bıçkın tavırlarının yanında onları 1 yaşındayken görseniz mıncırıverirdiniz. İşte beni durduran da bu oldu. Hayat, 500T hattının tadına varmaktan geçiyordu buralarda. Dar sokaklar, yıpranmış binalar, insanlarla gayet uyumluydu. Döner kokusundan kurtulamazdınız. Ne yapar eder kanınıza girerdi. Garip yerlerde olan lüks mekânlar gibi aralardan derelerden burayla hiç alakası olmayan insanlarla da burada karşılaşabilirdiniz. Ama bilirdiniz ki onlar seçici geçirgenlerdendi. Öylece ayaküstü uğrayan, beğenmeyince de şöyle münasip bir yere kusuveren pek naziklerdi. Bu kadar kibarlık akla zarar diye düşünürdünüz. Gereksiz yemekler yer, gereksiz tepkiler verirlerdi. Gerçekten garip bir fotoğraftı önümde duran. Pahalı hippi kıyafetleriyle tüketime ve tüm dünya düzenine karşı duran grup, mendil satan çocukları yok sayarak dünyayı kurtarmaya çalışıyordu. Böyle garip bir füzyondu bu mutfakta olmak. Hem yerel hem global hem arada! Eciş bücüş insanların dünyasıydı bu kaldırımların vardığı her bir yan.
Biraz alışveriş…
AVM AVM gezenler var mesela! Market, market! En ucuzunu bulmak için yol parası harcayan ve ucuza ürün aldığını düşünen. Günlerini buralarda tüketebilenler. Meşhur mağazanın kahvesinden içmeden güne başlayamanlarla dolu. Varsın, olsun. Canları sağ olsun. Tek dertleri bir kahve olsun. Başkalarını büyüterek kazandıkları üç kuruşlarını buralarda geri dönüşüme sokarak mutlu olanların dünyası! Çoğu zaman vaktim insanların aynı anda yaptıkları benzer saçmalıkları düşünerek geçer. İlk buluşmalar, heyecanlar, görüşmeler, gıybetlerle dolu konuşmalar, engellenen hesaplar, beğenilen paylaşımlar, evlilik teklifleri, ayrılıklar, kavuşmalar, vedalar, kavgalar, barışmalar, sürprizler… Diğer bir yanda "SEN FARKLISIN"ı pompalayan günümüz kitapları ve ayrımcılık! DNA'sı itibariyle elbette herkes biricik ancak bu basitlik üstünden gidip yazlarımı Bodrum'da geçiremem. Sürüye dahil olmak istesem de akbil gerçeği buna müsaade etmez.
Buradan yönümü Alaçatı sokaklarına çevirmeyeceğim. Biraz daha sıkı bir konuya uçuşa geçelim!
Ahlak bekçiliği yapan köşedeki ağabeyler! Onların kendilerinden önce köşeyi dönen sivri burunlu kösele ayakkabıları vardır. Bağırları açık, gönülleri yanıktır. Çoğunluğu minibüs taşımacılığı alanında çığır açmak ister. Gerek minibüs içi ışıklandırmalarla gerekse bıçak sırtı aforizmalarıyla geceleri, pavyon kültürünü ayağınıza getirirler. Birbirleriyle olan dakika savaşları onların günlük adrenalini oluşturur. Bazen içiniz gider bu yaşama. Motor beceriler üst seviyededir. Aynı anda vites atar, bir yandan telefonla öndeki arabaya fırça kayar, bir yandan para üstü verir, bir yandan sigara içer, bir yandan sohbet eder, bu sırada trafiği göz ucunla kontrol eder ve minibüs içi reaksiyonları anında ölçerek kapı açma-kapama refleksiyle tepkide bulunur. Bütün bunları aynı anda yapabilen insanları çoğu zaman kendimden daha başarılı bulurum. O nedenle işleri, kişileri büyütmemek, fanatikleştirmemek gerekir. Ait olduğu yeri bulan insan görevini tamamlamış demektir. Tüm sancılar bu yolda kazanca çevrilir.
Başka bir oluşum…
Yine pencereden sürekli bakarak ne yaptığını bilmediğiniz o gençler, yaşlılar. Onlar gizli romantiklerdir. İnsanlarladır dertleri, naiflerdir. Kendileri ile ilgili olan dertleri belki de hiçbir zaman keşfedemeyecek olanlar. Ama şöyle düşünelim onlar da başkaları üzerinden ancak o açılarla kendilerinin o kadarlık kısmına erişebilirler. Erişebilirlilik düzeylerini kendileri belirler. Hayatı %10 yaşarlar. Bu onlar için %100’dür. Yazılım mühim!
Yine o adam eşini dövüyor!
Baskılardan yılmış insanlar, en çok baskıyı kendilerine yaparlar. Alternatif yaratamadıkları için kendilerini un ufak hissederler. Kendilerine bir faydası olmadıkları için başkalarına da bir faydaları olamaz. Toplumun uyuşmuş noktalarına nüfuz ederek gizlenmeyi beceremişlerdir. Yumuşak yüzlerini gösterdikleri en az birisi vardır. Hayatlarının bir alanlarında mutlaka hezimete uğramış ve ciddi darbe almışlardır. Bütün bunların acısını yumuşakçalardan çıkarırlar. Dikkat edin böyle insanların yanlarında mutlaka o yumuşakçalardan bulunur. Bu insanlar, marketlerin depolarında kalmış ürünleri elden çıkarmak için yaptıkları garip promosyonlu, birbirine sıkı sıkı bantlanmış ürünler gibilerdir. O bant izi çıkmaz. Özlerinde o yitiklik bitmişlik hissini silemezsiniz. Paratoner gibi belaları mutlaka üzerlerine çekerler. Sorunları, yıldırımlardan bir türlü koruyamadıkları saf kalpleridir.
Kara kara böcekler!
Enerji hırsızları, bunlar enerji emerler. Çünkü parazitlerdir. Yine dönüşümlerini tamamlayamadıkları halde gazı kaçmış şekerli içeceklerden farkları yoktur. Sürekli yiyiciler, bol bol canlı kemirirler. Mahallelerin köşe başlarındaki kalabalık ya da yardımcı olmak yerine kazayı izleyerek trafik yoğunluğu oluşturabilirler. Garip yerlerde bir anda toplanma özellikleri vardır.
Anne ben ünlü olacağımcılar!
Evrende ne kadar yarışma varsa çekinmeden katılabilirler. Sonunu, işini, gücünü düşünmezler. Çocuklukları da paralel şekilde ilerler aslında. Dikkat çekmek için psikoloji bilimini alt üst edebilirler.
Kollektifçiler
Takımın parçası olmak, hizmetinin önündedir. Peki çorbaya katılan tuzla, isli peyniri aynı kefeye koyunca elimize ne geçiyor? Fazla çeşit kar körlüğü mü yaratıyor? Kepçemize dolanlar arzularımıza göre mi şekilleniyor? Bu öğretilerin verdiği baskı günümüz insanının hastalığını daha da derinleştiriyor, kronikleştiriyor. Tedavi edilemez bir hale sokuyor. Sokakta omzumuza çarpan insanlar pütürlü olarak yüzeyde kalıyor. Tabağa tok bir biçimde süzülenler ise DNA'sı değişen insanların oluşturduğu bir havuz olarak karşımıza çıkıyor. Başkalarının hayatları artık Sizin oluyor. Paraları, paralarınız. Mutlulukları, mutluluğunuz… Derilerinin altına süzüldünüz. Masallarınız da bin bir direkli.
Lağım-Leğen
Atıklarla yaşayan organizmalar vardır. Sizin beğenmediğiniz, zorunlu dışarıya salıverdiklerinizle yetinenler, yazılımları bunun üzerine kurgulu olanlar. Onların şeker mi şeker kirazdan küpeleri, pamuk şeker hayalleri yoktur.
Kar Küreleri
Umudun maddeleşmiş halleridir. Gecelerin karnını deşip içinden tüm parıl parılları çıkardığınız zaman üzerinize yağan kar taneleridir. Sizi yeni serilmiş nevresim takımı kadar rahatlatır.
Tavus Kuşları
Zenginliklerinin farkında olan ruhlardır. Bu gruplar bütüne faydanın yanı sıra kendi değerlerinin farkında olduklarından
Baskılardan yılmış insanlar, en çok baskıyı kendilerine yaparlar. Alternatif yaratamadıkları için kendilerini un ufak hissederler. Kendilerine bir faydası olmadıkları için başkalarına da bir faydaları olamaz.
Enerji hırsızları, bunlar enerji emerler. Çünkü parazitlerdir. Yine dönüşümlerini tamamlayamadıkları halde gazı kaçmış şekerli içeceklerden farkları yoktur. Sürekli yiyiciler, bol bol canlı kemirirler.