born again broke girl

Bir daha, en baştan.

Kendimi çocukluktan ben yetiştirebilsem, neler öğretirdim ona, kendimden neleri saklardım, kendimi nelerden sakınırdım, kendimin gözlerini nelere kapatırdım? Öğretebilir miydim kalbime sevmeyi, sevgiyi kabul edebilmeyi? İçimdeki ağırlığın kalbime yerleşmesini engelleyebilir miydim, engelleyemediysem de onunla baş etmeyi, onu taşıyabilmeyi ve onunla yürüyebilmeyi, ilerleyebilmeyi, sağlamca ve dimdik ayakta durabilmeyi öğretebilir miydim kendime? Ben de tuttuğumu koparabilir miydim o zaman?

O ağırlığı söküp atmayı öğretebilir miydim kendi çocukluğuma?

Yükselen seslerin bedenimdeki gücü tamamen tüketmesini engelleyebilir miydim? Hayat ne getirirse getirsin güçlü durmayı öğretebilir miydim kendime?

O zaman kendi arkamda sapasağlam durabilir miydim? Yapmak istediklerime ve hayallerime sahip çıkabilir miydim?

“Daha ne istiyorsun ki?” diye sorduklarında sahip olduklarımın altında ezilmek yerine anlatabilir miydim kendimi? “İstemek, arzulamak, hayal kurmak suç değil.” diyebilir miydim?

Yine suçlayacak birilerini arıyorum. Önce kendimdi, yetmedi içimdeki canavara cehenneminde yananlar, şimdi yanımdakileri de suçluyor, onlarla beraber beni bir kez daha yakıyor. Kurban istiyor. Kim yaklaşmışsa yakınıma, bana yaptığı gibi onları da istiyor kan dolu çukurdan dudaklarının arasında, onları da öldürecek benim içimde, kimseyi sevmeme izin vermeyecek son ana kadar, bana yaklaşacak kimse kalmayana kadar.

Yalnızlığımda yalnızca çukurdan ağızlı bir canavar ve ben kalana kadar durmayacak.

Sonra belki ben biraz toparlanıp da gökyüzüne bakabilmeye başlarsam biraz acıya ihtiyaç duyacaktır ama. Yine de o böyle durumlarda korkmaz, telaşa gelmez, ne yapacağını bilir. Tam istediği türden bir acıyı gözlerinden, duruşundan ya da tek bir bakışından tanıyıp bulur, getirir, istediği türden acıya bakar, ölçer, tartar, acının ihtiyacı kadarını alır, getirir ayaklarımın önüne koyar, kan taşan çukurdan ağzında tatmini görürüm. “İşte yine baş başayız," der, gülümsediğini görürüm, "bak benden başkası yok, benden başkası kalamaz yanında. Bu kurbanlar olmazsa tükenir giderim, bu acı olmazsa tükenir gidersin.” der.

Ondan bir kez daha nefret ederim.

Haklısın, derim ona. Benim üzüntüye, rahatsızlığa ve korkuya ihtiyacım var, onlar benimle olsun ki içeride kalabileyim, bir köşede kendimi unutarak kıvrılabileyim, dışarıdakiler incitememeli beni. Kabuğum daha da incelir ben içeri doğru kıvrıldıkça. Kendimden geçmeyi dilerim, kendime gelememeyi.

Yapamamaktan korkuma hiçbir şeye başlayamam belki de bu yüzden. Daha çok korkup, daha çok içime çekilirim, kabuğum daha da kırılgandır her gün, daha kolay incinirim. Daha çok suçlum olur o zaman, daha çok katilim, daha fazla affedilmeyen insan... Dudakları çukura açılan canavar için daha çok lokma, daha çok ateş olur.

Başarabilecek miyim diye soracak olsam canavarıma, “Neyi doğru yapabildin ki?” diye soracak 'kendi sesim kadar tanıdığım ortak bir herkes' sesiyle.

Üzgünüm.

Üzgünüm.

Yine de ben,

Vazgeçmemeyi istiyorum. Birilerini ve bir işi vazgeçemeycek, arkamı dönemeyecek kadar sevmeyi. Çok sevmeyi. Yemin ederim çok şey değil, başka şeyler değil.

Affedilmek istiyorum.

Kara, ala bula, dudakları cehenneme açılan ve kanla dolu olan çukurun eriyip bitmesini, benden daha fazlasını almadan kendinde yok olup gitmesini istiyorum.

Ben bir yere gitmiyorum.

Ne zaman yapabilirsem o zaman yaparım.

Kendimi bekleyeceğim.

Gelmeyen ve gelmeyecek milyonlarcasını bekledim.

Kendimi bekleyeceğim.

Erkenden gelemeyebilirim ama yoldayım.

Yol nasıldır bilmem, elimde bana rehberlik edecek bir kağıdım bile yok, kaybolabilirim ama yoldayım.

Yol da yolda olmak da yola bakmak kadar zor değildir, yolda olmamak kadar zor değildir.

Bitsin yorgunluğum, üşümesin, üşümesin çocuk yüreğim.

***