Bulanık- Bölüm 1

Yaşadığı şey ne beyazdı ne de siyah. Griydi yaşadığı olay. Hatırlamıyordu yaşadıklarını. Bu bulanıklık onu yok edecekti.

Karanlıktı. Sokağın karanlığı zannettiği aslında zihniydi. Karanlıktı… Sonradan bir ışık fark etti. Tepesinde duran sokak lambası onu aydınlatıyordu. Sokak aydınlanmıştı ama zihni hâlâ karanlıktı. 


Gözlerini sıkıca yumdu ve açtı. Hızlı bir açış değildi. İç sesini kaybetmesine rağmen kötü bir olayın başına geldiğinin farkındaydı. Etrafındaki insanlar ona bakıyordu. Bir… İki… Üç… Dört… Ve daha bir sürü çift göz ona korkunç bir şekilde bakıyorlardı. Kimse yanına yaklaşmıyordu. “Neden bana bakıyorlar?” İç sesinin sorduğu ilk soruydu. 


Kafasını yavaşça ellerine doğru eğdi. İki eli de havada asılı kalmıştı. Gördüğü görüntü onu da korkuttu. Sol elinde bıçak vardı ve aynı sağ eli gibi kanla kaplıydı. Yavaşça üstüne baktı. Bembeyaz olan tişörtü artık kan kırmızısıydı. Elini yavaşça yüzüne götürdü. Acaba yüzünde de kan var mıydı? Bu sorunun cevabını alabilmek için yaptığı hareketin yanlış olduğunu idrak ettiğinde havada olan elini geri indirdi. 


Ne yaşamıştı da her tarafı kan içindeydi? Korkuyordu. Sağına baktığında kepenkleri inmiş dükkanlar gördü. Dışı camdan oluşan bir dükkana yavaş adımlarla hareket etti. İlk adımını attıktan sonra sol bacağında bir acı hissetti. Canı o kadar çok yanmıştı ki, çığlık attı. Bacağına baktığında gerçekle yüzleşti. Bacağı kanıyordu. Bu öylesine basit bir kanama değildi. Akan kan ile geldiği bütün yola iz bırakmıştı. 


Kafasını hızla sağa çevirdi. Canı yansa bile ne durumda olduğunu görmeliydi. Sol bacağını sürüye sürüye gözüne kestirdiği boydan boya camdan vitrini olan dükkana ilerledi. Kepenkleri inmiş olmasına rağmen camdaki aksini görünce gözleri büyüdü. 


Çenesinin sağında yeni yeni oluşmaya başlayan bir morluk vardı. Saçları darmadağınık ve kurumuş kanlıydı. Üstündeki tişört… Artık kırmızıydı. Siyah dar paça pantolonu yer yer yırtılmıştı. Ayakkabıları ise yoktu. Yeni yeni idrak ediyordu. Ayakkabıları yoktu. Nereden gelmişti bu sokağa bilmiyordu ama bütün yolu yalın ayak yürümüştü. 


Elinde bir bıçak vardı, ayakları çıplaktı ve üstü kanla kaplı bir tişört giyiyordu. Ne demekti bu? Ne olmuştu? Neden bu haldeydi? “En son neredeydim ben?” Kendi kendine sordu. “Ne yapıyordum ben? Nasıl bu hale geldim?” Diye bir haykırışta bulundu. 

“Bugün günlerden ne? Ben… Ben…” bir sonraki söylemek istediği cümleyi söyleyemeden gözleri karardı ve bayıldı. 


Elindeki bıçak ağır çekimdeymiş gibi düştü. Bıçağın yere düşmesi ile yanına insanların yaklaşması bir oldu. Korkuyorlardı. Sokakta yalın ayak, elinde bıçakla ve bilinci açık olsa bile kendinde olmayan birine yaklaşmak istememeleri çok normaldi. 

“Birisi ambulansı arasın.” Diye bir ses yükseldi. Adam olan bitenin farkında olmasa bile yerde baygın bir şekilde yatan genç kadına yardım etmek istiyordu. Çok kan kaybettiği belliydi. Bacağından hala daha kan akıyordu. Tişörtünü çıkardı ve yırttı. Bacağındaki kanı durdurmak için turnike yapmayı düşündü. Ardından arka cebinden çıkardığı telefon ile birini aradı. 

“Oğlum siz devriyede iken bu kadar yavaş mı hareket ediyorsunuz?” 

“Özür dileriz komiserim. Sizden önce gelen ihbara gitmemiz gerekti.”

“Ona giderken başka birini yollamak aklınıza gelmedi galiba.”

“Hak-…” 

Karşı tarafın cevabını beklemeden telefonu kapattı adam. Ambulansın siren sesi duyuluyordu. Çok yakında olması gerekiyordu. Telefonu geri cebine koyarken onlara doğru yaklaşan ambulansı gördü. 


“Bacağındaki yaradan çok kan akıyor. Büyük ihtimalle de çok kan kaybetmiş.” Dedi adam ambulanstan inenlere.

“Tamamdır. Bundan sonrasını biz hallederiz.” 

“Ben polisim. Elinde bıçak ve üstü başı kan kaplı birini bırakamam. Ben de sizinle geliyorum.” 


Bu akşamı sakin geçirecekti. Kız arkadaşının yanına uzun bir süreden sonra gitmişti. O kadar yoğun çalışıyordu ki sevdiği kadına vakit ayıramadığı için kendini suçlu hissediyordu. Cinayet büroda çalışmayı hiç kabul etmemeliydi aslında. Büyükleri ona tavsiye verirken onları dinlemeliydi. 


İşten çıkmış sevgilisinin evine doğru yürürken aklına sevdiğinin bayılarak yediği tatlı geldi. Onun yüzünü güldürmek kendini mutlu etmek demekti. Tatlıcıya doğru yürürken gördü bu kadını. Önce yanından geçip gidecekti. Uzaktan ne olduğu belli olmuyordu. Yanına yaklaştıkça gördüğü manzara değişti. Kadın sokak lambasının altında iki dakika kadar hareketsiz durdu. Ardından yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Adam kadının elindeki bıçağı fark eder etmez o tarafa doğru yürümeye başladı. Hızlı değildi. Kadını ürkütmek son isteyeceği şeydi. Kimseye zarar verecek gibi durmuyordu ama bilemezdi. “Temkinli olmakta fayda var.” Diye içinden geçirdi adam. Kadına yaklaşırken bu gece nöbeti olan iş arkadaşlarını aradı ve bulunduğu konuma gelmelerini söyledi. 

Artık kadına yaklaşmasına beş adım kalmışken, kadın bayıldı. 


Önce kadını kontrol etti ve bacağındaki açık yarayı gördü. Kadının suratına bakacak iken gördüğü kan izleri ile dehşete düştü. “Ne kadar zamandır yürüyordu ve bunun farkına varmadı mı?” Diye düşündü. 


Ambulansın içinde bulunan ve ön kısım ile arka kısmın iletişimini sağlayan camdan baktı. İlk müdaheleyi yapıyorlardı. Kadının durumu iyi değildi. Daha kötülerini de görmüştü. Hangi ara cebinden çıkarıp eline aldığını bilmediği telefonundan sevdiği kadına mesaj attı.

“Seni seviyorum. Yolda görmeni asla istemeyeceğim bir olayla karşılaştım ve hastaneye gidiyorum. Korkma, yaralanan ben değilim. Seni seviyorum.” 


Bu gece de görüşemeyeceğiz demenin başka bir hali idi. Telefonundan mesaj attığı tek kişi o değildi. Daha önce aradığı ve biraz azarladığı iş arkadaşlarından birine hastaneye gelmelerini söyledi. Ortada bir sıkıntı vardı belli ki. Bunu çözmek onların göreviydi. Şimdi başkalarının işine burnunu sokuyor gibi gözükse de eninde sonunda kendilerine geleceğini biliyordu.


Beyazdı zihni. Daha önceki gibi karanlık değildi. İnadına beyazdı. Yavaşça gözlerini açmaya çalıştı. Her yeri ağrıyordu. Gözleri ışığa alıştığında, kafasını oynatmadan, etrafına bakındı. Asma tavan ve floresan lamba ile göz göze geldi. Soluna baktığında cam vardı. Dışarısı karanlıktı. Sağına döndü bu sefer, gördüğü ilk şey kapıydı. Açık kahverengi bir kapı. Kapıdan üç adım atıp sola bakarsanız eğer bir cam sehpa ve tek kişilik koltuk vardı. Tekrar sola, arkasına baktı. Serumu gördü. Artık emindi. Hastanedeydi. Zihnindeki beyazlık hastaneden kaynaklanıyordu. Burada heryer ve herkes beyazdı onun için. Örtündüğü çarşaf da dahil olmak üzere. 


Serumun bittiğini görünce yakın zamanda birinin gelebileceğini anladı. Bu yüzden kalkmak istemedi. Hoş, istese de kalkamazdı. Üstünden tır geçmiş demek az kalırdı. Silindir geçmişti sanki ama nedense onu düzleştirmek yerine daha çok yamultmuştu. 


Kapı çaldı. İçeriye hemşire olduğunu tahmin ettiği bir adam girdi. “Uyanmışsın. Kendini nasıl hissediyorsun?” 


Böyle saçma soru olur mu diye düşündü kadın. “Sence nasıl hissedebilirim?” Dedi ama içinden. Dışından söylediği tek şey “Su.” Olmuştu. Başka bir kelime ağzından çıkamamıştı. Konuşana kadar farkında değildi ama hem boğazı hem de dudakları çok kuruydu. Sanki çölde beş gün geçirmiş ve yanında da sadece on mililitre su varmış gibi hissediyordu. 


Hemşire hemen su verdi. Suyu içebilmesi için yardım bile etti. “Bana adını söyler misin?” Dedi adam.


“Umut.”

“Peki bugünün tarihini söyler misin?”

“Ben…bilmiyorum.”

“En son kendini nerede hatırlıyorsun?”

“Ben… bilmiyorum.”

“Tamam. Sen kendini yorma. Şimdi odaya polisler gelecek ve ifadeni alacaklar.”


Bugün hangi gündü? En son ne yapıyordu? Kafasında bir görüntü vardı. Her tarafında kan olan bir kadının yansıması. Kendisiydi o. Bunu anlamıştı. Ondan öncesini hatırlamıyordu. Zihni aydınlıktan karanlığa doğru geçiş yapıyordu. 


“Umut Hanım, size sormak istediğimiz birkaç soru var.” Kaşısında duran adam kendiniz tanıtmadan bu cümleyi kurdu. Çok kabaydı. Buna gerek var mıydı? 

“En son hatırladığınız anı nedir?”

“Ben sokaktaydım. Elimde bıçak vardı. Üstüm kandı.” Cümleleri söylerken her cümlenin sonunda durdu, bekledi. Karanlıktan anılarını seçmeye çalışıyordu. 

“Anladığım kadarıyla bugünün tarihini bilmiyorsunuz ama ben size söyleyeyim. 29 Mayıs. Yani iki gündür uyuyorsunuz.”

“İki gün mü?”

“Evet. Size kötü de bir haberim var. Erkek arkadaşınız Görkem Kaflı evinde ölü bulundu. Kameralarda da sizin görüntüleriniz var. Önce normal bir şekilde eve giriyorsunuz, sonrasında ise kanlı ve bıçakla evden çıkıyorsunuz. Bu kelepçeyi kolunuza takıyorum. İyileşmeniz biraz zaman alacakmış. Korkmayın bizim zamanımız bol. Siz burada yatarken boş durmayın. Yaptıklarınızı hatırlayın. Umut Hanım, bize olanları söylemek istediğiniz zaman burada olacağız hoşça kalın. Tabi kalabilirseniz.” Dedi adam.


Umut’un zihni artık gri idi. Sağ bileğinde takılı olan kelepçeye baktı ve gözünün önünde birkaç sahne canlandı. 

“Durun. Size anlatacağım.”