Oda 287
Oda 287, yazmış olduğum ilk kısa hikaye. Umarım hoşunuza gider. "Adam ışığı kapatacaktı ki dolabın altında bir şey olduğunu fark etti..."
Adam, yoğun geçen konferansın ardından gelen yorgunlukla kendini otel odasına atmak için sabırsızlanmıştı.
Konferansın davetlisiydi. Onunla birebir ilgileniyorlardı. Kendisi için tahsis edilen arabaya geçti ve hemen kravatını çıkardı. Bu şehir ona çok sıkıcı geliyordu.
Arabanın camından dışarıya baktı. 7/24 açık marketler, gece kulüpleri, kepenkleri indirilmiş dükkanlar, kahkaha atan gençler... Bir zamanlar o da dışarı çıkıp, sokakta çakır keyif gezerdi. Üniversite 1 ya da 2...
Otele gelmişti. "İyi akşamlar." dedi ve odasına gitmek için asansöre doğru yürüdü. Asansörün önünde sadece bir dakika bekledi. Önünde ki kapının tamamen açılmasını beklemeden içeri girdi. Kabine girdiğinde ikinci kata çıkmak için düğmeye bastı. Asansör o kadar yavaş hareket ediyormuş gibi geliyordu ki ona, içinden "Merdivenleri kullansam daha hızlı çıkarım." düşüncesini geçirtiyordu. Yaş aldıkça hiçbir şeye tahammül edemez olmuştu.
Odasının önüne geldi ve kapı kartının olmadığını fark etti. İçinden bir sürü küfürler saydırmaya başlamıştı. Önce kendine lanet etti, sonra hayata, sonra olayla alakası olmamasına rağmen diğer insanlara. Geldiği gibi asansöre doğru geri yürüdü. Ağır çekimde gelen asansöre tekrar bindi. Bu sefer aşağı inmek içindi. Resepsiyondan odasının kartını istedi. Artık ayakta zor duruyordu. Sabahtan beri başı ağrıyordu. Migreni tutmuştu. Şimdi ise en kötü dakikalarını yaşıyordu. Başı gerçekten çatlayacak gibiydi. Karısı yanında olsaydı masaj yapmasını isteyebilirdi. Fakat şu an sadece haplarla idare edebilecekti. Tabi işe yararlarsa.
Sonunda odasına giren adam kapıdan içeri girdiği gibi önce sol elindeki kravatı, sonra sağ elindeki çantasını fırlattı. Oda çok küçüktü. İçeri girildiği gibi sol tarafta bir dolap, dolabın tam karşısında ise bir kapı bulunuyordu. Dolabın yanında ayakkabılarını çıkarıp iki adım attığında odanın sağında duran yatağa bedenini teslim etti.
Şu anda karısının yanında olmak için her şeyini verebilirdi. Kıyafetlerini çıkaracak takati yoktu. Bu ilk kez olmuyordu. İşten çoğu zaman yorgun geliyor ve kendini direkt yatağa atıyordu. Böyle zamanlarda karısı hiç söz etmeden ona yardım ediyordu.
Sonunda kendini daha iyi hisseden adam duşa girdi. Sıcak suyu bedeninde hissetmek onu mayıştırdı. Şok etkisi yaratmak için duştan çıkmadan önce buz gibi suyun altında birkaç saniye durdu. Beline bir havlu sardı. Buğulanmış aynayı eliyle, kendini görebilecek kadar, sildi, yüzüne baktı. Ne zaman migreni tutsa gözleri kızarırdı. Yine kızarmıştı. Dün uyuya kaldığı için tıraş da olamamıştı. Bu yüzden sakalları daha da belirginleşmişti. "Bir önemi yok. Nasıl olsa yarın gideceğim." diye düşündü.
O kadar vakit geçmesine rağmen başının ağrısı hiç hafiflememişti. Yanında ilacı da yoktu. Resepsiyonu aradı ve ağrı kesici istedi. kısa süre içinde kapısı çaldı. Kapıyı açtı ve ilacı aldı. Yatağın karşısında bulunan masanın altında küçük buzdolabı vardı. Oradan çıkardığı suyu ilacı içmek için kullandı.
Artık her şey tamamdı, uyuyabilirdi. Kafasını yastığa koydu, ışığı kapatacaktı ki dolabın altındaki şey dikkatini çekti. Yataktan kalktı ve dolaba doğru iki adım attı. Ne olduğunu görebilmek için yere doğru eğildi. Gördüğü şey bir küpeydi. İnci ve pırlanta detayları olan bir küpeydi. Belli ki zengin biri kalmıştı. Çıkış yapacağı zaman resepsiyona verebilmek için masanın üstüne koydu. Artık kendini derin bir uykuya bırakabilirdi.
Sabah tam yedide uyandı. Hayır, alarm çalmamıştı. Beyni kendine bir alarm yaratmış olacak ki tam zamanında kalkmıştı. Eşyalarını topladı ve artık gitmek için hazırdı.
Önce çıkış işlemlerini yapacak, daha sonra kahvaltı edecekti. Resepsiyona geldi. Anahtarını teslim etti, parasını ödedi. Artık kahvaltıya gidebilirdi. Elini cebine attı ve küpeye elledi. Uykusu açılmamış olacak ki küpeyi tamamen unutmuştu.
Çalışana döndü, "Bu küpeyi odada buldum. Sahibine teslim edersiniz." dedi.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen yüzünde kocaman bir gülümseme ile "Çok teşekkürler efendim. Soran olursa iletirim. Bu arada hatıra defterimize bir şeyler yazarsanız çok mutlu oluruz." dedi çalışan genç.
Adam gülümsedi. Arkasında duran geniş, yuvarlak kolonları "hatıra kolonları" yapmışlardı. Bir sürü insanın fotoğrafları duruyordu. Bir kolonun önünde de bir kürsü ve üzerinde bir defter yer alıyordu.
Ağır adımlarla ilerledi. Defteri açtı. Yeni bir sayfa açtı, bir şeyler karalamaya başladı. Yazısı bittiğinde "Artık kahvaltı edebilirim." dedi ve kafasını kaldırdı. Bir sürü fotoğraf ile göz göze geldi. Sevgililer, aileler, tek başlarına gelmiş insanlar... İçlerinden bir tanesi dikkatini çekti.
Kumral bir kadın kadraja tüm samimiyetiyle bakmış, otuz iki diş sırıtıyordu. Bu kadını dün konferansta görmüştü. Kadın, ona çarpmıştı. Bir şey olmamasına rağmen kadın, ondan defalarca kez özür dilemişti.
Fotoğrafa iyice baktı. "Demek o da burada kalıyormuş." dedi. Halbuki kaldığı üç gün boyunca hiç karşılaşmamışlardı.
Fotoğrafı uzun bir süre boyunca inceledi ve dikkatini bir ayrıntı çekti. Kadın küpe takıyordu. Üstelik bu küpe, bulduğu küpeye çok benziyordu. Hayır, hayır, bu küpe aynı küpeydi.
Peki bu kadın adamın odasına nasıl ve neden girmişti?