Çin'in Tek Çocuk Politikası ve Kız Çocuklarının Öldürülmesi

Cinsiyet Eşitliğine olumsuz politik bir örnek olan Çin'in tek çocuk politikasının kız çocukları üzerindeki korkunç etkisini ele aldım.

Ne yazık ki, bu uygulama Hindistan ve Pakistan gibi diğer ülkelerdeki kırsal topluluklar arasında oldukça yaygındır ancak bu yazıda Çin'i inceleyeceğim. Çin'in tek çocuk politikası, yeni doğan kız çocuklarının öldürülmesine katkıda bulundu. Erkeklerin ailenin mali güvenliğini harekete geçirdiği düşünülürken, kadınlara yükmüş gibi davranılır ve genellikle sadece ''ana'' ve ''hanenin bakıcısı'' olarak görülür. Bazı bölgelerde, her 1000 erkek çocuğa 300 kız düşüyor. Kız çocuklarını öldürme geleneği 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından önce de vardı. 1950'ler, 1960'lar ve 1970'lerde keskin bir şekilde azaldı, ancak 1980'lerde tek çocuk politikasının uygulanmasından sonra yeniden ortaya çıktı. Çin hükümeti, çoğu aileyi sadece bir çocuk sahibi olmakla sınırlayarak ülkenin nüfus artışını engellemeye çalıştı.

Çin'in tek çocuk politikası, nüfus artışını azaltmak amacıyla 1979'da tanıtıldı. Politikaya bağlı kalmayan aileler, maaş kesintileri ve sosyal hizmetlere erişimin azalmasıyla karşı karşıya kalacaktı. Daha sonradan, Çin hükümeti, tek çocuk politikasını ihlal eden bir kadının hamile olduğunu tespit ederse, fetüsün cinsiyetine bakılmaksızın zorunlu kürtaj uygulamasına geçti.

Eylül 1997'de, Dünya Sağlık Örgütü'nün Batı Pasifik Bölge Komitesi, tek çocuk politikasıyla birlikte erkek çocuklara yönelik ayrımcılık nedeniyle Çin'de 50 milyondan fazla kadının artık “kayıp” olduğunu iddia eden bir rapor yayınladı. 1990'ların sonunda Çin bu konuda ülke dışında sert eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Joseph Farah bunu “insanlık tarihinin en büyük soykırımı” olarak nitelendirecek kadar ileri giderken, Peter Stockland The Calgary Sun'da “Çin'in bebek katliamı gözden kaçırıldı” başlıklı bir makale yayınladı.

20. yüzyılda, evlat edinilmesi amaçlanan Çinli çocukların çoğunun hiçbir zaman evlat edinen ebeveynlerin eline geçmedi. Bunun yerine, Çin devlet yetimhanelerinde hüküm süren korkunç koşullarda öldüler. Bu, ilk olarak 1995'te yayınlanan ve Brian Woods, Kate Blewett ve Peter Woolrich tarafından yönetilen British Channel 4'ün ödüllü belgeseli “The Dying Rooms” aracılığıyla daha kamuoyuna sunuldu. Woods, yetimhanelerden birinde her bebeğin kız olduğunu ve Çin'in politikası devam ettikçe bu şemanın tekrarlandığını söyledi. ''Sadece erkek çocuklar zihinsel veya fiziksel engelliydi. Gördüğümüz bebeklerin %95'i sağlıklı kızlardı. Ayrıca, yetim olarak tanımlansalar da, çok azının aslında yetim olduğunu keşfettik; ezici çoğunluğun ebeveynleri var, ancak ebeveynleri, yanlış cinsiyetten doğdukları için onları terk etti.” diye ekledi.

Kaybolan kızların, ölmemiş olsalar bile, anne-babaları tarafından doğumlarının saklanacağı ve bunun için kimliği veya hukuki bir varlığı olmayacağı, çocuğun herhangi bir sosyal, kültürel veya tıbbi gereksinimlerine erişmesinin önüne geçildiği ve hatta temel haklarının tamamen ihlaline yol açıldığı görülmektedir.


2015 yılında Çin'in tek çocuk politikası kaldırılarak yerine iki çocuk politikası getirildi, nihayet 2021'de üç çocuk politikasına dönüştürüldü.

Bu olay cinsiyet eşitsizliğinin en korkunç, olumsuz ve politik örneklerinden biridir. Cinsiyet Eşitliği, insan hakkı olmanın yanı sıra sürdürülebilir, refah ve barışçıl bir dünya için gerekli bir temeldir. Cinsiyet Eşitliği hakkında daha çok konuşulmalı, daha çok yazılmalıdır.