Demokrasi Ninnisi

İhtiyacımız yoktu bu kadar ayırıştıran tanımlara.

Otuz yıldır bu dünya üzerinde yaşayan bir vatandaş olarak, ilköğretime başladığım andan bu yana kulağıma işlenmiş bir özgürlük haykırışı içerisindeyim.

Vatanın, milletin ve bireylerin özgürlüğünün her şeyin üzerinde tutulacağını ileri süren, benimseten bir demokrasi ürünün tanıtımı ile büyütüldüm. Bu demokrasi ürünü, içeriğini sorgulamadığım sürece toplumsal bir bilincin devamlılığı olarak bana sunulan bir bildiri idi. Anlamını idrak etmeden ezbere dayalı anlatımlar ve duyguları esir alan destansı söylemler ile ne olduğunun pek de farkına varamadan, herkesler de buna inanıyor diye kendimi içerisinde bulduğum bir şey.

Bu noktada sorguladığım vatanın, milletin ve bireyin özgürlük hakkı değil demokrasi ürününün gerçekleştirdiği ileri sürülen bir inanışın gerçekliği ve geçerliliğidir.

Yönetim biçimleri ulusların kimliklerini şekillendiren hassas dengeler üzerinde kuruludur. Peki, demokrasi gerçekten sağlam bir ulus kimliği şekillenmesi ne mi hizmet etti? İfade özgürlükleri toplumun her kesimi için aynı ölçüde geçerli mi? Toplum, demokratik yapılanma altında birbirinden ayrıştırılarak, ürünün sunumu esnasında birbiri ile birleştirilmeye çalışılıyormuş gibi gösteriliyor olabilir mi?

Demokrasi, inançların özgürce yaşanabildiği ve herkesin bu özgürlüklere saygı göstermesinin gerekli olduğu, bireye kişisel özgürlüğünü garanti eden bir yönetim yapılanması değil mi? Kendi adıma cevap veriyorum, hayır, değil. Söylemler her ne kadar göz boyayıcı olsa da uygulanma şekli aynı özgürlüğü her kesime eşit ölçüde tanımıyor ve hatta tanınmasına engel dahi olabiliyor.

İnsanlara, kendi özgür görüşlerini savunacakları ortamları hazırlamış gibi gözükerek aslında kişilerin, kavram ortaya atılmasa ihtiyaç dahi duymayacağı yapay tanımlara tutunduruyor ve kişiye kendini bir grubun parçası ve bir ülkünün savunucusu olma fırsatını sunuyor. Ama ne fırsat değil mi?

Sağcılar, solcular, komünistler, particiler, sekülerler, dindarlar, yobazlar, modernler.

Kişilere sonsuz özgürlüğü sağlayacağını öne sürerek global pazarda öne çıkarılan trendlerin peşine takmak bence tam bir sahtekârlık. Buradaki sahtekâr tanımı ise hakaret değil sözcüğün içerdiği anlam olan; Sahte olandan kâr etmek.

Ve bu işin tahammülü en zor olan yanı ise neredeyse iki nesli etkisi altına almış çarpık bir özgürlük tanımı. İnsanın kalbi acıyor, ruhu feryat ediyor âdeta! Koskoca insan topluluklarının, insanın en büyük ihtiyacı olan hür olma iradesi üzerinden yönlendirilmesi.

Bu sadece bir felsefe söylemi değil gerçek özgürlüğün kendisidir. İhtiyaçların ve moda olanın, kimliğin var olmasının ve devamlılığını sürdürmesinin ötesine geçtiği hiçbir toplum gerçek anlamda özgür değildir. Yukarıda anlattıklarım sadece demokrasiyi eleştirmek değil insan üretimi olan çoğu sosyal akım ürünün insani değerler dezenformasyonuna nasıl araç olduğudur.

Sosyalizm, feminizm, kapitalizm ve benzerleri. Tümü kişi zihinlerinden çıkan kitle yönetim araçlarıdır. Bu araçları da kitlelere kabul ettirebilmek için kitlelerin o dönemdeki en hassas noktaları yüksek haykırışlar ile tetiklenir.

Kitleler duygularının tesiri altında iken hassas oldukları konuların çözümün oradan geleceği inancı ile beraber ortaya atılan akımı yaratmak için kendini feda etmiştir. Refah ve özgürlük sağlayacağını ileri sürerek ortaya atılan çoğu akım kişisel çıkarların uğruna tasarlanmış ve devreye sokulmuştur. Ya da en başında öyle ortaya çıkmadıysa bile sonucunda buna evrilmiştir.

En basitinden konuyu örnekleyecek olursak demokrasi; sosyal ve ekonomik ayırım gözetmeden herkesin eşit olma ilkesidir. Hangi şehir veyahut hangi ülkenin her bir kesiminde tam anlamıyla bu eşitliği gördüğümüzü değerlendirecek olursak masaldan uyanma ihtimalimiz o kadar yüksektir.