Depresyon Diyarında 6 Farklı Şehir

Bir Psikoloji Nezlesi: Depresyon

Geçmişten bugüne özellikle günümüzde kendimizi çoğu zaman mutsuz hissettiğimiz, keyfimizde azalma olduğu ve içimizden bir şey yapmanın gelmediği bir ruh haline en az bir kere maruz kalmışızdır. Böyle bir ruh haline iştahsızlık, tahammülsüzlük, uyku problemleri gibi psikosomatik problemler de eşlik eder. Bütün bunlar depresyon adı verilen psikolojik rahatsızlığın karikatürüdür. Bu tanıdık tablo hakkında tek bildiğimiz mutsuzluk ve keyifsizlik gibi duygu durumları iken bu rahatsızlıkla alakalı aydınlandığımı söyleyebilirim birçok bakımdan.

Hayatımızda çoğu zaman en önde sahnelenen bu trajik oyunun bizim dışımızda da başka oyuncularının olup olmadığı, bu oyunun hazırlık süreci ve bu oyunun yönetmeni gibi pek çok faktörle birlikte bu olguyu daha yakından inceleyelim istiyorum. Hayatımızda pek çok alanda bizdeki işlevselliği ve verimi düşüren bu 'psikoloji nezlesi'ne karşı nasıl bağışıklık kazanırız, tedavisi nasıldır, kimlerin bu hastalığa yakalanma riski daha yüksektir gibi sorulara bazı kuramcılardan yararlanıp tatmin edici cevaplar bulmaya çalışalım.

Psikoloji bilimini sağlam kuramlarla köklendirebilen 6 tane kuramcının penceresinden bu manzaranın nasıl göründüğüne bakalım: Psikanalitik Kuram, Bilişsel Kuram, Davranışçı/Sosyal Öğrenme Kuramı, İnsancıl Kuram, Ayırıcı Özellik Kuramı, Biyolojik Kuram. O halde yolculuk için kemerlerinizi bağlayın, başlıyoruz!

1) Psikanalitik Kuram

Psikanalizin babası, psikolojinin önde giden ismi olan Sigmund Freud'un elbette depresyon hakkında da söyleyecekleri vardır. Çoğu davranışı, kişiliği ve duyguları bilinçaltı düzeyde açıklayan Freud'a göre 'Depresyon içe dönük öfkedir'. Bu kendimize öfkeli olduğumuz anlamına gelmiyor. Yani bu rahatsızlık bilinçsiz olarak gerçekleşir. Öfkemizi dışa vurmak istediğimizde sözlü veya fiziksel olarak bunu belli etme yoluna gideriz. Ancak içselleştirdiğimiz bazı toplumsal kıstaslar ve kültürel kodlar bazı durumlarda öfke duygumuzu açığa çıkarmayı kabul edilebilir bulmaz. Yani birine vurmak veya bağırmak bizim de kendimizi bütünleştirdiğimiz bazı değerler ve kurallara ters düşer. Bu duygu da böylece açığa çıkmadan zihnimizin en derinliklerine gömülür. Ancak orada da bir psişik enerji harcarız ve bilinçaltı düzeyde depresyon semptomları görülmeye başlanır. Yani sahnenin arkasındaki oyuncular bilinçaltı ve dışa vurulamayan öfkeler/kaygılar silsilesidir. Bu durumda bizler, duygular ve duyguların gerçekliğini bazı engelleyiciler ve sansür mekanizmalarından ötürü yaşayamazken bilinçaltı bizi çoktan acıklı bir şekilde başat oyuncu yapacağı bir dramı kurguluyordur. Ne dersiniz sizce de üstüne biraz daha düşmeye değecek bir konu değil mi?

2) Bilişsel Kuram

Zihinsel süreçlerimiz ve şemalarımız üzerine araştırma yapmayla oldukça ilgili olan bu kuram ve kuramcılara göre davranış şeklimiz ve tutumlarımızın arkasında çoğu zaman biz farkında olamasak da zihnimiz, düşüncelerimiz ve inançlarımız yer alır. Dünya üzerinde en yaratıcı madde olan beynimiz ve zihnimiz bazen çok gerçekçi filmler çekmez. Bazı akıl dışı senaryolar ve kötü huylu bir yaratıcılıkla bizi korkunç bir düşünce bataklığına çeker ve biz bir süre bu bataklıktan çıkamayız, debelendikçe daha çok yutmak ister bu bataklık bizi. İşte bizim bu bataklığa girdiğimiz ve debelendiğimiz süreç depresyondur. Bu bağlamda başat işlev kesinlikle kurguda üstüne tanınmayacak olan zihnimizdir. Bu durum ve akabinde Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi ile kişilerin akılcı arka plandan yoksun düşünceleri saptanır ve 'Bunun için ne tür kanıtların var?' gibi yönlendirici sorularla kişiye gerçekçi bir perspektif kazandırılmaya çalışılır. Otomatik düşünceler ve bilişsel hatalar yerine daha olumlu ve doğruya yakın şemalar oluşturulması teşvik edilir. Unutmayalım kuruntunun kuruntuyu takip ettiği bir kafanın ağırlığıyla yürüyemez hale geldiğimizde daha fazla ağırlık kaldıramaz ve yere çökeriz. Yere çökme anı depresyonun gizil sinyalidir. Yere çökmeyelim ve önce kafamızdaki ağırlığı hafifletmeye bakalım. Kara pencereden hayata bakarsak çoğu zaman güneşin doğuşunu bile göremeyiz ve bize her zaman bir ışık sızıntısına muhtaç olduğumuz karanlık geceler kalır. Yani ışık dışarıdan değil, içeriden yanar.

3) Davranışçı/Sosyal Öğrenme Kuramı

Gelişim dönemleri boyunca yaşantısal olarak deneyimlerimiz veya gözlemleme yoluyla gördüğümüz her şey bizim öğrenmelerimizi oluşturur. Davranışçı kuramın doğasını açıklayan bu sözden de anlaşılacağı üzere bizim davranış şeklimiz, düşünme biçimimiz ve duygu durumlarımız bize yabancı değildir ve koşullanmalar yoluyla onlar artık bize çok tanıdık geliyordur. Bu tezi savunan davranışçı kuramın depresyona bakışı da oldukça ilginçtir. Depresyon hayatımızda değiştirmek istediğimiz veya kontrol altına almak istediğimiz durumlar karşısında eli kolu bağlı hissetmekle aynıdır. 'Denetim Yanılgısı' olarak adlandırılan bu durumda kişiler olumsuz olaylarla alakalı olarak sürekli kendilerini suçlarlar ve olayların gidişatını değiştirebilecekleri yanılgısıyla hareket ederler. Hal böyle olunca ellerinden bir şey gelmediğinde çoğu kişinin yaptığı gibi içe kapanırlar ve bu bir 'Eylemsizlik Hali'dir.

4) İnsancıl Kuram

İnsanın bu hayatta biricik ve eşsiz olduğu vurgusuyla öne çıkan bu kuram depresyonu düşük bir öz saygıyla açıklar. Kendi değerini bilmeyen veya anlamak istemeyen kişi kendini pek iç açıcı olmayan bir duruma sokar ve etrafındakilerle etkileşime girmek yerine kendini cezalandırır. Kişiliğin oluşumunda pek çok faktör etkilidir ama öz saygı diğer faktörlere göre pek de değişmeyen sabit bir niteliktir. Yani geç yaşantı doktrinleri veya koşulların değişmesi gibi durumlarda değişip daha iyi hale gelme gibi bir esnekliği yoktur. Bu minvalde insancıl terapistler danışanın kendini olduğu gibi ve hatalarıyla kabullenmesini birincil olarak hedefler.

5) Ayırıcı Özellik Yaklaşımı

Kişiliğin değişmeye ve gelişmeye pek de müsait olmadığını öne süren bu kuramcıların temel tezi halk dilinde 'İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur.' şeklindedir diyebiliriz. Örneğin ilkokul döneminde içe kapanık ve yalnızlık duyguları gibi olumsuz durumlarla erken tanışmış olan kişilerin ergenlikte ve yetişkinlikte benzer durumları yaşama ihtimali diğerlerine göre daha yüksektir. Yapılan bir araştırmada çocukluk döneminde veya okulda arkadaşlarını itip kakan çocukların yetişkinlik döneminde iş ortamında huzursuzluk çıkaran ve eşlerine kötü muamele gösteren karakterler oldukları saptanmıştır. Depresyona da bunu uyarlayabilme şansımız vardır. Bundan hareketle gün içerisinde kişinin duygu biçiminden yola çıkarak o kişinin depresyona yatkınlığını ve hatta yetişkinlik döneminde böyle bir risk ile karşı karşıya olup olmadığına kadar öngörebilme imkanımız vardır. Ayırıcı özellik yaklaşımcılarının savunduğu budur.

6) Biyolojik Kuram

Saç rengi, göz rengi, boy uzunluğu gibi fiziksel özelliklerin yanında bazı psikolojik özelliklerin ve rahatsızlıkların da DNA yoluyla aktarıldığı fikrine sahip olan bu ku kuramcılara göre ebeveynlerimizin depresyon ve melankoli gibi iç duraklama dönemlerine yatkınlığı bizim için genetik bir talihsizliktir. Daha dünyaya gözlerimizi yeni açmışken, dünyayı güzel ve huzurlu bir yer olarak görmeye başlarken bünyemizde böyle kanserojen hücreler taşıyor olmak ne yazık ki bizi diğerlerine göre dezavantajlı duruma getirir. Ebeveyenlerin psikolojik kodlarıyla bazı konular bakımından programlanmış olmak otokontrol duygusuna sahip olduğumuz çoğu durumda bile bir hastalık gibi nükseder ruhumuzda ve zihnimizde.

Bu kuramlar kuşkusuz depresyon olgusunun farklı yönlerine farklı açılardan ışık tutmuşlardır, bu su götürmez bir gerçek. Ancak ben depresyonun yaşandığı yaş, çevre ve duruma göre kuramlara yönelme taraftarıyım. Örneğin hayatında travmatik etkisi olacak bir yaşantıdan sonra depresyona giren biri için biyolojik kuramla açıklamalar getirmek pek etkili olmayabilir. Buna dikkat edersek daha sağlıklı düşünüp davranabiliriz.

6 şehrin manzaraları böyleydi.Umarım keyifli bir yolculuk olmuştur!