Dilimiz: Kimliğimizin ve Kültürümüzün Can Suyu

Gün olur Köroğlu’nun cenk ezgisinde, gün olur Yunus’un Çalap’a varan divanında, gün olur bir meczubun sunaya olan aşkında bulunur.

Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,

Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.

Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,

Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

Toplumun can suyudur dil. Gün olur Köroğlu’nun cenk ezgisinde, gün olur Yunus’un Çalap’a varan divanında, gün olur bir meczubun sunaya olan aşkında bulunur. Kiminde türkü olur, kiminde destan. Lakin dildir hepsini bir kaynağa bağlayan. Köroğlu da benim, Yunus da, Gevheri de… Ulus olmanın yegâne sebebi; zaman yatağından taşıp bizleri tek çatının altında birleştiren, tabiri caizse ağzımızda annenin ak sütü olan Türkçenin gücüdür. Gücünü kullanmasını bilmeyen toplumların zaman içinde dağıldığına tarih tanıklık etmiştir. Nasıl ki kılıçla, tüfekle canın hürriyeti korunuyorsa, dil ile de zihnin hürriyeti, ruhun bağımsızlığı korunur. Düşüncelerini teslim etmiş bir millet, geçmişini kaybettiği gibi geleceğinin de üstünü çizmiştir. Çünkü nesiller, geçmişten aldıkları cevherle ileriye adım atmaktadır.

Kolayı da kolaya indirgemeye çalışan bir dönemdeyiz. Hayatın içinde bir sürü kesilip değiştirilecek nokta varken biz en nadide olana yöneliyoruz. Bugün çıkıp caddelerde dolaştığınızda kaç mağazayı Türkçe isimle görüyorsunuz, hiç sordunuz mu kendinize? Ya da kaç tane üzerinde Türkçe yazılı kıyafetiniz var? Dikkat çekmek, herkesçe beğenilmek… Sebebi hangisi olursa olsun, hiçbir zaman haklı bulunmayacaksınız. Milyonlarca insan sosyal medya hesabına sahip ama yarısı bile Türkçe takma ad kullanmıyor. Biraz daha irdelediğimizde yazdığımız mesajlarda kullanılan kelimelerin anlamsızlığı, yabancı kelimelerin fazlalığı ve hatalı kısaltmalar çıkıyor önümüze. Sağlıklı bir diyalog olmadığı gibi dilimizi, can suyumuzu kirletiyoruz. İşte, “Türk yapımı, sahibi Türk bunun,” deyip gururlanarak uygulamalar, cihazlar öne sürüyoruz ve bir de kocaman boyutta büyük harflerle yabancı kelimeyi yapıştırıveriyoruz. Neden? “Böyle daha etkileyici, hem dikkat de çekiyor.” Hayır, böyle pasif ve saygısız. Kirli su nasıl zarar verir insana? Bir günde mi, iki günde mi yoksa zamanla artan şiddetiyle mi? Ağzımızdan iki kelime daha fazla çıkarmaya korkar olduk. Başka dilde kısaltmasını kullanıp geçiveriyoruz. Sonra? Sonrası şu: kitap okuma bilincini yitirenler, araştırma isteği olmayanlar, okuduğu Türkçe kelimelerin manasından uzak olanlar… kısacası kültürüne, benliğine yani diline sahip çıkamayan bireyler. Günden güne kaybolan bir nesil. Diyeceksiniz ki hiç umut yok mu? Var elbette, bu kadar karanlığın aydınlık yüzü de var. Son yıllarda daha da önem verilen savunma sanayisinde görmekteyiz. TSK’nin askeri teçhizat listesini açtığınızda; Yavuz, Kılınç, İstiklal, Mızrak, Cirit, Roketsan, Sungur, Altay, Pars, Vuran… gibi Türkçe isimleri görmeniz mümkün. Diğer bir örnek, Aşık Ömer’in, Ercişli Emrah’ın bıraktığı meşaleyi devam ettirecek olan yazarlarımızdır. Edebiyat, dili yaşatacak olan yegâne sanattır. Onlar dile zenginlikler yükleyerek mananın derinliklerine inerler. Bir neslin hafızasını gelecek kuşaklara taşır, can suyunun önünü açarlar.


Halide Edipler, Ömer Seyfettinler, Sezai Karakoçlar geçti bu diyardan. Dil en çok edebiyatın ışığında yükseldi. Yavuz Bülent’in sevgiliye olan hasretinde gördük dilin inceliğini, Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir,” sözünde bildik önemini. Ya da “Türkçem benim ses bayrağım,” diyerek bu gururu hissettiren Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan gördük. Peki biz ne yapacağız, sadece okumakla mı yetineceğiz dili? Görevimiz bu meşalenin ışığında Türkçemizi korumaktır. Üretilen ürünlere Türkçe isimler verilmesini savunmak, yapılan yazım hatalarında düzeltmelerde bulunmak, panolardaki, tabelalardaki yabancı isimler yerine Türkçesini kullanmanın önemini anlatmak, halkın dikkatini çekecek kampanyalar başlatmak; en önemlisi, adını satırlara alamadığım üstatlara sahip çıkmak. Dil en çok edebiyatla korunur. Bir yazarın konferansında, bir tiyatronun gösteriminde, belki de bir aşığın bam telinde… daha onlarca imkanla, gelişen dünyanın yozlaşma girdabına girmeden aslımızı koruyabiliriz. Yeter ki bu gücün varlığına inanalım. Selam olsun Dadaloğlu’nun cenk türkülerinde esip Aşık Veysel’in sazında harmanlanan Türkçe'ye, selam olsun bu dilin muhafızlarına ve selam olsun bu dilin önemini anlatmak için yazılan her satıra.