Diyanet seküler bir kurum mudur? Neden?
Diyanetin seküler olup olmadığı üzerine.
Laiklik en basit tabiriyle din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade ederken, sekülerlik bunun tüm bir topluma sirayet etmesi olarak kısaca açıklanabilir. Diyanetin seküler olup olmadığına bakmak için de onun kuruluşuna ve kuruluş amacına göz atmamız gerekir. “İslam dininin gereklerini yerine getirmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yürütmek üzere kuruldu. Bu kurum İslami hizmetleri düzenlemek için yapılandırılmıştı; ancak aslında resmi bir İslam anlayışını yayarak ‘dini’ kontrol etmenin ve paradoksal gibi görünse de sekülariteyi ‘güvence altına almanın’ bir aracıydı.” ( İştar Gözaydın, 2021, S.7) . Bahsedilen ifadeye göre diyanet kuruluşunda İslam dinini Kontrol altında tutmak ve hizmetlerini düzenlemek amacıyla kurulmuştur. Teorik açıdan bakıldığında kuruluş amacında ve tabirinde laiklik ilkesiyle çelişmesi sorunu gözükmekte, hem İslam dini yönünden bir kayırma hem de onu kontrol etmek gibi yine dini işlere karışmama ilkesine aykırılık ve bu sefer, İslam’a karşı bir tavır kendini göstermektedir. Teorik olarak bir sorun olduğu açıkça görülüyor olsa da pratikte bir çelişme olup olmadığı konusunda farklı fikirler mevcuttur.
Burada bakılması gereken bir diğer husus din ve vicdan hürriyetidir. Din ve vicdan hürriyetinin devlete getirdiği belirli yükümlülükler mevcuttur ; "Devlet, insanlar üzerinde dini inanç ve kanaatlerini değiştirmek için baskı yapamaz. Ayrıca devlet, bir bireyin vicdani kanaatinden dolayı ona zarar veremeyeceği gibi bunlardan dolayı bireye yarar da sağlayamaz. Bir devlet, yeniden bir din oluşturamaz ya da var olan bir dini yok edemez. Bu yükümlülüklerin AİHS’nin 9. maddesinin 1. fıkrası kapsamında, Anayasa’nın ise 24. maddesinin 1 ve 3. fıkraları kapsamında devlete yüklendiğini söylemek mümkündür." (Ulusoy, 2022, S.345). Tartışmaya yol açacak unsur, devletin hiçbir bireyin vicdani kanaatinden dolayı ona zarar veremeyeceği gibi yarar da sağlayamayacağı ilkesinden kaynaklanabilir. Diyanet açık bir şekilde İslam’ı temsil etmektedir ve onunla alakalı çalışmalar yapmaktadır. Bunun en bariz örneği olarak cami çalışanlarının imamların maaşlarının diyanet tarafından ödeniyor olması diyebiliriz. Diyanete de bütçe sağlayan devlet olduğu içi devlet İslam dinine yönelik çalışmalar yapmakta ve diğer dinlere bunu yapmamaktadır. “Ancak devlet tarafından desteklenen din ya da inanç, diğer inançların örgütlenme, ibadet ya da tezahür alanı ile ilgili bir sınırlama içermiyorsa; bir dinin devlet tarafından desteklenmesi ilgili devletin tarafsız olmadığı anlamına gelmeyecektir" (Ulusoy, 2022, S.350). Gibi görüşler mevcuttur fakat olaya toplumsal bir perspektiften baktığımızda, devletin bir dine yakın görünüyor oluşu, diğer dinlere veya inançlara mensup kişilerin toplumda kendilerini öteki olarak görmelerine sebep olabilecekken, diğer bir açıdan bu dine mensup kişiler de kendilerini toplumsal statüde daha önemli ve yukarıda görebilirler. Eşitler arasında birincilik muamelesi ayrımcılık olarak yorumlanmamaktadır diye bazı görüşler var olsa da konunun tartışmaya sebebiyet verebileceği ortadadır.(Ulusoy, 2022). Dini görevlilerin maaşlarının devlet tarafından ödenmesinin laiklik ilkesiyle çeliştiğine dair anayasa mahkemesine de bir başvuru olmuştur. Mahkemenin bu konuda aldığı karara göre bir çekişme mevcut değildir çünkü laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamı din görevlilerinin özerk olması anlamını içermemekte, ve ülkemizde dinin suiistimal edilmesi gibi bir durum olduğu için din görevlilerin eğitilmesi ve devlet tarafından memur statüsünde tutulmasının dinin kötü amaçlar uğruna kullanılmasının engellenmesi için bu uygulamanın gerekliliği söz konusudur (Ulusoy, 2022). Bu açıdan baktığımızda aslında diyanetin kuruluşunun sebebi de halkın büyük çoğunluğunun Müslümanların oluşturması ve dinin sömürüye açık olmasıdır. Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı'nın gerilemesinin başlıca nedeni olarak dini gördüklerinden dolayı onu kontrol altında tutmak ve sömürülmesinin önüne geçmek istediler (Gözaydın, 2021). 1950'li yıllara kadar Osmanlı'nın Batı'nın gerisinde kalmasının nedeni olarak görülen dine karşı bakışlar değişmeye başlamıştır. 2000'li yıllarda AKP dönemine gelene kadar bu bakış açısı gelişmiş, AKP döneminde ise özellikle dini vurgular öne çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla diyanetin rolü de daha öne çıkmış ve din toplumu yönetme konusunda iktidarın bir aracı haline gelmiştir. Aslında diyanetin başta kurulum amacı da bu olduğundan dolayı bu anlamda kullanılması kolay olmuştur.
Diyanetin dini anlatılarının saf din vurgusu içermediği ve ulus devlet kavramlarıyla iç içe geçtiği de bir diğer gerçektir. Cuma hutbelerinde dahi vatan, millet vs. gibi vurguların yapılıyor oluşu bunun en net örnekleri olarak gösterilebilir. Dinin Kötü amaçlar için kullanılabildiği bir ülkede bu kullanımın kısıtlanması için bir kurumun açılmış olması anlaşılabilir bir şeydir ve ilk bakışta sekülerliğe, laikliğe karşı bir uygulama gibi dursa da, özünde hizmet ettiği gerçek yine toplumun sekülerleştirilmesidir. Günümüzde diyanetin konumuna ve dinin sekülerlik durumuna baktığımızda Türkiye'de genel bir sekülerleşme mevcuttur, hem diyanet hem de toplumun kendisi açısından . Fakat her şekilde diyanetin sınırları uygun bir şekilde denetlemeye tabi olmalıdır çünkü dini kullanmak isteyen iktidarların elinde sekülerleşmesi tam tersine evirilebilir.