Durmaksızın Düşmek

İnsanlığa bir bakış.

Şimdi bulunduğumuz durumun temsili bir figürü olsaydı Atlas'ın heykeli canlanırdı. Yunan mitolojisinde Atlas'ın soyu Titan'dan gelir ve Titanlılar ile Olimposluların arasındaki savaşın sonucunda Gökkubbeyi sırtında taşımakla cezalandırılmıştır. Ülkemizde de uzun zamandır sırtımızda dünyanın yükünü taşıyoruz. Bir zamanlar umudunu yitirmeyen Büyük İnsanlık, şimdi taşıdığı ağırlığın altında eziliyor.

Ülkemizdeki sorunlar şu anda saymakla bitmez fakat kesin olan bir kavram var ki buna çözüm bulunursa birçok şey düzebilecek: kalitesizlik. Türkiye'nin başlıca sorunu bu. Her yerden eğitimden, işe alımlardan, ofislerden yerlere kadar kalitesizlik akıyor. Bu bayağı durumun vebalini ise en çok gençler çekiyor. Eğitimde umduğunu bulamayan, yeri gelince kendi kendini daha çok eğiten gençler iş hayatına atılmaya çalıştıklarında da yüzlerine iğrenç bir çamur atılıyor adeta. İşverenlere göre artık aday ya birinin tanıdığı olmak zorunda ya da yerlere kadar eğilip, kişiliğinden ödün vererek, işverene şaklabanlık yapacak. Durum tam bu şekilde. Bunun aksini iddia etmek mümkün değil. Ne zaman ki işe alımlarda ''kişilik sahibi olmak'' nitelikli eğitimin neredeyse beş katı üstüne çıktı, orada alınan elemanında, yapılan işin de kalitesi gittikçe düştü. Düşünün kaç mülakatta yabancı dil bildiğiniz halde, alanınızın eğitimini hakkıyla vererek öğrendiğinizi göstermenize rağmen işe alınmadınız? Çünkü siz birilerinin tanıdığı değilsiniz, üstüne de insan kaynaklarına göre donuk, çekingen, mesafeli durmanız ne yazık ki kendinize kattığınız her şeyin önüne geçiyor.

Bizim insanımız genel olarak kendisinin mükemmel olduğunu düşünür, birilerine akıl vermeyi de çok sever. Ahkam kesmeyi çok iyi beceririz ama oku kendimize çevirmeye de korkarız. Açıkçası yüzünde zerre ifade olmayan, sesinin tonu bir kere bile değişmeyen insanlar bana donuksun dediği anda onları ciddiye almıyorum, hatta beni işe almamaları için içten içe dua ediyorum. Bu sebeple işverenin kendisi obje kıvamı biriyken size bu şekilde negatif bir şey söylüyorsa umursamayın ve aksini de iddia etmeyin. ''Hayır ben böyle değilim'' demek bir şeyleri çözmez çünkü başkasının zihninde bize layık görülen imajı değiştiremeyiz. Bu yalnızca zamanla değişebilecek bir şey ama kimsenin de zamanı yok.

Bu noktada, problemin temelinde yatan bir başka unsur da tembellik ve hazıra konmadır. Fark ettiyseniz, herkes tam donanımlı eleman arıyor yana yakıla fakat bu elemanı ararken karşılarına çıkan potansiyeli de ellerinin tersiyle itiyorlar. Kalitesizliği arttıran kavram aslında harcanan emeğin azalmasıdır. Bir insanın başka bir insana, hayatı boyunca edindiği bilgiyi aktarmadaki tembellik. Üşengeçliğin dik alası kendini beğenmişliğin çarpımı. Deneyim kisvesi altında eğitim alan insanın akademik bilgisini küçük görme. Tüm bunlar, cehaletin elinde kırbaçla utanmaz bir şekilde alın teri dökenin sırtında yaralar açmasına izin veriyor ve koca bir halk kendi çamurunda batmayı hak ediyor. Genç oğlu bir aylık maaşını alamadığı için patronun kapısına dayanan anneyi ''iş kanunu'' denen para babalarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir halt olmayan kurallara boyun eğmediği için ''çirkef'' yakıştırması yapmayı layık görüyor. Emeğinin karşılığını almak istemek niçin çok görülüyor? Neden kendini bilgiye ve sanata adıyanlara deli saçması olarak bakılıyor? Cyrano de Bergerac'ın da dediği üzere:

...İstemem, eksik olsun!

Korkmak, tükenmek, bitmek? Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek. Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek? İstemem, eksik olsun! İstemem, eksik olsun!

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek? Tek başına? özgür olmak! Dünyaya kendi gözlerinle bakmak. Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak. Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak; ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek; isteyince Ay’a bile gidebilmek?

Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek?

Demek istediğim, asalak bir sarmaşık olma sakın. Varsın boyun olmasın bir söğüdünki kadar. Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?..